Hükümlerin illetini bilmeden veya illetleri karıştırmak suretiyle, “Hazreti Ömer de nasları uygulamamıştır” diyerek Kur’an’ın lafızlarını hafife almak ve modern hayat tarzına meşruiyet alanı açmaya çalışmak ilmî bir anlayış değildir.
Malum olduğu üzere ibadetlerin vasfını, vaktini ve keyfiyetini Allah Teâlâ belirler. Eğer ibadetlerde kapalılık varsa peygamberler her dönemde ümmetlerine tebyin ederler. Mesela haccın bütün menasikini Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem ayrıntılarıyla açıklamıştır. Ümmetine de kendisi gibi hac yapmalarını emretmiştir.
Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’e rağmen hac ve diğer ibadetlerin vasıflarıyla alakalı Kur’an ve Sünnet’e aykırı beyanlarda bulunmak sahte bir peygamberlik iddiasıdır. Son yıllarda bu tip cahil ve art niyetli kimseler ibadetlerin bile nitelikleriyle alakalı lüzumsuz açıklamalarda bulundular. Ümmetin kafası karıştırıldığı gibi bu tip lüzumsuz beyanatta bulunan kişilerin çoğu da iman bakımından kendilerini tartışılabilir bir duruma düşürmüştür.
Usul yoksulları
Aslında bu tip sapıklıklar ve sapkınlar yeni değildir. Tarihin her döneminde olmuşlardır. Gerek akademik gerekse sivil camiadan bir hayli temsilcisi olan bu metodoloji ve bilgi yoksunu cahillerin müşterileri de çoktur. Zira bunlar ya basit tekliflerle veya teklifleri kaldırarak toplumun huzuruna çıkmaktadırlar. Risaletten öte bu bir ulûhiyet iddiasıdır.
Bu din ve usul yoksulu kişilere karşı elbette ilmi cevaplar vermek ve cehaletlerini ortaya sermek gerekir. Fakat ülkemizde bu insanlar yeterince teşhir edilmediklerinden dolayı ve söylenenler şeytan işi heva mahsulü olması münasebetiyle taraftar bulabilmektedirler. Bu adamların tamamı ilimden mahrumdurlar. Tek kelimeyle zır cahildirler.
Önce namazın dua olduğunu iddia ettiler ama namazı kaldıramadılar. Zekâtı temizlik diye yorumladılar, tavuktan kurban önerdiler. Şimdikiler ise her türlü kurbanı katliam diye reddetmektedirler. Velhasıl namazsız, oruçsuz, zekâtsız, kurbansız, tesettürsüz, devletsiz, cihadsız ve hacsız bir din tasavvurunu şeytan adına üfürmektedirler.
Bilgisiz ve cahiller
“Hac, belli aylarda ifa edilecektir.” İlahi beyanıyla alakalı usulsüz konuşmalarını ileri boyutlara taşıyarak hac aylarının dışında; senenin herhangi bir ayında ve uygun mevsimlerde hac yapılabileceği üzerinde fikir imal edildi. Mevsim ve izdiham adına Allah’tan bile merhametli olma iddiasında bulunuldu.
İlk müfessirlerden ve fıkıhçılardan olan Hasan Basri, hac aylarının Şevval, Zilkade ve Zilhicce olduğunu beyan etmiştir. (El Basri, Hasan, Tefsir, c. I, s. 76.) Hasan Basri’nin Peygamberimizin dönemine yakınlığını kavrarsak onun fikirlerinin muhtemel kaynağını da daha iyi anlarız. Abdullah bin Ömer de hac aylarının Şevval, Zilkade ve Zilhicce‘nin ilk on günü olduğunu beyan etmiştir. (Bagavî, Mealim’ü-t Tenzil, Muhtasar, s. 74.)
Araplar gelenekte bu üç ay içerisinde hacca hazırlandıkları için ayette çoğul sigası olarak “eşhür” kelimesi geçmiştir. Ayetler, hadisler, sahabe ve tabiin beyanı açıkken, ayette “aylar” ifadesi geçtiğine göre diğer aylarda da hac yapılır iddiasında bulunmak emsalsiz cehalettir. Bu zırvaların sahiplerinin çoğu şimdi ilahi huzurda hesap vermektedirler.
Yine söylüyoruz; ibadetleri Yüce Allah emreder, Peygamberi de beyan eder. Hiç kimse ibadetlerin vasfı ile oynayamaz. Kimse kendini lüzumsuz beyan ve sözleriyle ilahlaştırmasın. Aynı kişiler sahabenin büyüklerinden Hazreti Ömer’in de nasları uygulamadığını iddia ediyorlar. Yazık, çok yazık.
Kur’an’ı iyi bilirdi
Sahâbeyi tek tek ve çok yönlü olarak araştırdığımızda görürüz ki, Hazreti Ömer, sahâbe içerisinde en iyi Kur’an bilenlerdendir. Onun Kur’an bilgisi; tilâvet alanından başlar. Anlama ve anlaşılanla hayat arasında bağ kurmaya uzanan geniş bir alana kadar uzanır.
Anlaşılan şeylerle hayat arasında bağ kurma dediğimiz içtihat alanında isabetli hükümler verebilmek için sağlıklı bir illet bilgisine sahip olmak gerekir. İçtihatlarını tetkik ettiğinde görürüz ki Hazreti Ömer, hükümlerin illetini en iyi bilenlerdendir.
İçkinin ve diğer uyuşturucuların yasaklığının illetini açıklaması bakımından şu örneğe bakmakta fayda vardır: “Hazreti Ömer, içkinin yasaklanmasıyla ilgili ayetten bahsetti ve sonra da minberden şöyle seslendi: ‘Hamr/ içki beş şeyden yapılır. Bunlar; üzüm, hurma, bal, buğday ve arpadır. Aklı örten her şey hamr/ uyuşturucudur.’” (Buhârî, 65, Tefsîr, 5, V, 190.) “Hamr” ı aklı örten her şeye genellemesi onun illet bilgisinin derinliğini ortaya koymaktadır.
Müellefe-i kulub
Müellefe-i kulûb’a zekâttan pay vermezken de Hazreti Ömer, illet bilgisine bağlı olarak, onlara zekât vermeyi gerektirecek illetin olmadığını görmüştür. Bu insanlara zekâttan hisse ayrılmasının illeti, İslâm’ın güçsüz olduğu dönemde onları kazanarak, İslâm toplumunu madden ve manen güçlendirmektir.
Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem vefat ettiğinde güçlü bir İslâm toplumunu oluşturmuş ve Hazreti Ebû Bekir de takviye etmiştir. Bu bakımdan Müslümanlığın, kalpleri maddî değerlerle dine ısındırılacak insanlara ihtiyacı yoktu.
Bunu iyi kavrayan Hazreti Ömer; Uyeyne bin Hısn ve Akra bin Habis, müellefe-i kulub üyesi olarak zekâtlarını almaya geldiklerinde, onlara: “İslam’ın sizin gibi insanlara ihtiyacı yok” diyerek zekât paylarını vermemiştir. (Taberî, Câmiu’l-Beyan, VI, 400, Kâsânî, Bedayi, II, 45; Ebû Suud Efendi, İrşadu’l- Akli’s- Selim, IV, 76; Salih, İslam Mezhepleri ve Müesseseleri, s.270; Kardavî, İslâm Hukukunda Zekat, II, 81.) İllet ortadan kalktığına göre hüküm de ortadan kalkmıştır.
Hırsızlık cezası
Kıtlık yıllarında, hırsızlık yapan Hatıb bin Ebî Beltâ’nın kölelerine Hazreti Ömer, hukuki ceza uygulamamıştır. Bunun yerine, köleleri aç bırakan Hatıb develeri iki katıyla ödemiş, ortada ciddî bir açlık olduğu için köleler ise serbest bırakılmıştır. (İbni Kayyım, İ’lâmu’l- Muvakki’în, III, 17.)
Böyle bir suça cezanın uygulanabilmesi için gerekli illetin olması lazımdır. Bu illet ise, normal şartlarda yapılan hırsızlığın bizzat kendisidir. Bu olayda ise gerçek bir hırsızlığın oluşumuna mani bir hâl; açlıktan ölüm tehlikesi vardır. Tüm bunlar, hırsızlığın gerçekleşmesinin illetinin kâmil anlamda meydana gelmediğinin delilleridir.
Bunları bilen hukukçu bir sahâbî olarak Hazreti Ömer de cezaî yaptırım uygulamamıştır. Hazreti Ömer’in bu uygulamalarını günümüz İslâm hukukçularının iyi bilmesi ve güncelleyerek üzerine yeni hükümler bina etmeleri hukukumuzu daha da zenginleştirir.
Burada şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür: Hazreti Ömer, hayatının bütünlüğü içerisinde incelenirse görülür ki Kur’an’a ve Kur’an’ın hayata aktarılmasına çok düşkün bir sahâbîdir. Çünkü O, Kur’an’ın ne demek olduğunu biliyordu.
İstismarcı ilahiyatçılar
Hazreti Ömer’in hayatından belirli bir bölümü bağlamından kopararak alıp sonra da öznel bir yaklaşımla; bu yaklaşımın üzerine insanın kendi tezini oturtması ve şahsi düşüncelerine Hazreti Ömer’den referans alarak meşruiyet kazandırması doğru bir yaklaşım değildir.
O, hırsıza ceza uygulamadı veya müellefe-i kulûba zekât vermediyse, bunları ayetlere rağmen kendi reyini öne çıkararak yapmadı. Bilakis, ayetlerin uygulama alanları tahakkuk etmediği için bu uygulamaları gerçekleştirdi.
Hükümlerin illetini bilmeden veya illetleri karıştırmak suretiyle, “Hazreti Ömer de nasları uygulamamıştır” diyerek Kur’an’ın lafızlarını hafife almak ve modern hayat tarzına meşruiyet alanı açmaya çalışmak ilmî bir anlayış değildir. Böyle bir anlayış ve yaklaşımın temelinde Kur’an ve sünneti hukukun dayanağı olmaktan çıkarma düşüncesi vardır.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.