Neden namazda huşuyu yakalayamıyoruz?

Namaz, Yüce Allah ile kurulan en önemli irtibat yollarından biri olduğu için, sadece Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in ümmetine değil, daha önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Kuran-ı Kerim bizlere, Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’e,[1] Hazreti Şuayb’e,[2] Hazreti Musa’ya,[3] Hazreti Lokman’a,[4] Hazreti Zekeriya’ya,[5] Hazreti İsa’ya[6] ve tüm İsrailoğullarına farz kılınan namazlardan bahseder.[7]

Hazreti Yakup’tan Hazreti İsa’ya kadar gönderilen peygamberlerin hepsinin İsrail oğullarından olduğunu düşünürsek bu sürecin uzunluğunu daha iyi kavrarız. Şu ayet bu konuda çok önemli bir delildir: “Bir zamanlar İsrailoğullarından yalnızca Allah’a ibadet edeceksiniz, ana-babaya, yakınlara, kimsesizlere, yoksullara iyilik yapacaksınız, insanlara güzel söz söyleyeceksiniz, namazı istikametle kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz diye söz almıştık. Sizden birkaç istisna dışında hepiniz sözünüzden dönmüştünüz. Siz gerçekten pek dönek bir toplumsunuz.”[8] 

Namazsız şeriat yoktur

Namaz ibadeti, sadece yukarıda sayılan peygamberler ve ümmetleri ile de kayıtlı değildir. Hazreti  Âdem’den Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e kadar peygamberlerin hepsinin şeriatında namaz vardır. Namazın olmadığı ne bir peygamber ne de hak bir din söz konusudur. Kısacası, namazsız şeriat yoktur. Namaz olmadan da Müslüman olunur veya imandan sonra namazı kılmamak kişinin İslâm’ına zarar vermez diyerek ibadetsiz bir din veya toplum inşası sapıklıktır.

Namaz, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in getirdiği şeriatta ilk teşri kılınan ibadettir. Hatta bir kimse Müslüman olduğunda Resulullah’ın o kişiye ilk öğrettiği şeyin namaz olduğu rivayet edilmiştir.[9] Namaz, insanı zihnen ve amelen tezkiye eder. Manen yüceltir. Âlimler, terk etmenin asgari en büyük günahlardan biri olduğunda ittifak etmişlerdir. Hasan el-Basrî’nin (ö: 110/728) ifade ettiği gibi hiçbir peygamber yoktur ki Allah Teâlâ ona namazı emretmiş olmasın.[10] Bu açıklamaya göre, Hazreti Âdem’den beri tüm peygamberler ümmetlerine namazı emretmişlerdir. Bu namazların vakitleri ve sıfatları peygamberlerin getirdikleri uygulamalara göre değişiklik arz etmiştir.

Belirli rükünlerin ve tayin edilmiş zikirlerin/dua ve ayetlerin kendine özgü şartlar dâhilinde ve Allah’ın belirlediği vakitler içerisinde, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in beyanı ve uygulaması çerçevesinde ikame edilmesine namaz denir. Bütün ibadetlerde olduğu gibi namazın da niteliklerini, şartlarını ve vakitlerini Allah Teâlâ belirlemiştir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Rabbimizin izni ve talimi içerisinde bu ibadeti beyan etmiştir. Uygulamalı olarak da ümmetine öğretmiştir. Bu çerçevede şu hadis çok manidardır: “Cebrail geldi ve bana imam olarak beş vakit namazı öğretti.”[11]

Resulullah Efendimiz hem ibadetin bizzat kendisini, hem de uygulamasını Allah’tan almıştır. “Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem namazı Cebrail’den, Cebrail’de Allah Teâlâ’dan aldı”[12] hadisi bu ibadetin üzgünlüğünün kanıtıdır. Namaz, İslâm’a özgü bir ibadettir. Mekkeli Hanifler, ibadetlerin keyfiyetini bilemediklerinden dolayı her hangi bir ibadet icra edemiyorlardı. Eğer namaz bilinen bir ibadet şekli olsaydı onların kıldıklarına dair rivayetler elimizde olurdu. Bütün bu söylenenlerin anlamı; kimse ibadetlerin niteliklerini ve vakitlerini şeriatsız bilemez.  Hiç kimse de ibadetlerin keyfiyetleriyle oynayamaz; değişiklik yapamaz.

Bu anlamda, eline meal alıp sonra da namazı Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e rağmen tanımlamak ve sadece duaya indirgemek; namazın ameli kısmını inkâr etmek tam bir sapıklıktır. Hâlâ bu sapık söylemi canlı tutmak isteyenler vardır.

İbadetlere müdahale

Cumhuriyetin başlangıç yıllarında enstrüman eşliğinde ve koltuklarda namaz projesini de bu meyanda zihnimizde canlı tutalım. Ezanın vasfıyla nasıl oynanmış ve ucube bir söylemle aslı değiştirilmiş ise namaza da aynı muameleyi yapmak istemişlerdir. Çünkü bu proje, namazın niteliklerini değiştirme çabasıdır. Böyle bir girişim ilahlık iddiasının göstergesidir. Ayrıca son yıllarda bazı ilahiyatçıların haccın mevsimini değiştirme teklifleri ve kurban kesilecek hayvanların sınıflarını rasyonel bir yaklaşımla ele almaları da aynı mantığın uzantısıdır.

Bu konular vahiyle bildirilir ve Peygamber tarafından açıklanır. Tüm bunları Peygamber’e açıklayan da Yüce Allah’tır.[13] Vahyin açık delaletinin olduğu konularda içtihada gidilmez. Din tamamlandığına ve bir daha da peygamber gelmeyeceğine göre fonksiyonel sahte peygamberlik iddiasında bulunanların susmaları gerekir. Susmasalar da önemi yok, zira İslâm’ın nurunu kimse söndüremeyecektir.

Namazın risaletle beraber başladığını ilk gelen surelerden Müzzemmil Suresi 2-4. ayetler ile 20. ayeti açıkladığı gibi, Müddessir Suresi’nin 43. ayeti de yeterli bilgiyi vermektedir. Nüzul sırasına göre sure taraması yapacak olursak delillerimizi daha da çoğaltabiliriz. İslâm’ın ilk yıllarında namaz üç vakit olarak kılınmıştır. Miraç gecesinde ise beş vakit olarak düzenlenmiştir. Namazın beş vakit olmasıyla alakalı onlarca sahih hadis vardır. İslâm uleması namazın beş vakit olduğuna dair Kur’an’dan deliller getirmişlerdir.[14]

Gündüzün ve gecenin taraflarından kast edilenlerin sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları olduklarına dair deliller göstermişlerdir. Namazın beş vakit olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’den en kuvvetli delil bize göre şu ayettedir: “Namazlarınızı hakkıyla eda edin; hiçbir namazı fevt etmeyin. Bilhassa da orta namazına dikkat edin; mutlaka kılın. Namaz dâhil bütün davranışlarınızda Allah’a mutlak itaat edin.”[15] İmam Mâturîdî burada “orta namazı” ile anlatılmak istenenin bizzat namaz olduğuna vurgu yapmış ve bütün namazların orta namazı oluşuna dikkat çekmiştir. Bunun anlamı hiçbir namazın geçirilemeyeceğini ve namazın dinden oluşunu beyan etmektir. Bu açıklamasının ardından diğer görüşleri de ortaya koymuş ve orta namazının ikindi namazı olduğunu iddia eden görüşlere de yer vermiştir.[16]

Namazı üç vakit olarak düşünürsek, Bakara Suresi’ndeki bu ayetegöreortanın sağında ve solunda iki vakit kalmaktadır. Arapçada iki, cemi/çoğul değildir. Dört vakit düşünürsek, dördün ortası yoktur. Beş vakit vakit olduğunda ise orta namazının iki tarafında kalan dört, ayetteki çoğul ifadenin de tam karşılığıdır. Yaşayan sünnette Peygamber Efendimizden günümüze kadar namaz beş vakit olarak kılınmıştır.

Huşu ile namaz

Kılınan namazların insanı önce iman yönünden kemâle erdirmesi, sonra da ahlaken Peygamber Efendimize benzetmesi için huşu içerisinde ikame edilmesi şarttır. Rabbimiz namazın huşu ile kılınmasını şu ayette Müslümanlardan istemektedir: “(Ahirette kurtuluşa erecek olan Müslümanlar) namazlarını huşu içerisinde ikame ederler.”[17]

Huşu ve bu kavramın farklı kullanılış biçimleri Kur’an’da 17 defa geçmektedir. Sadece Mü’minun Suresi’nin ikinci ayetinde namazla ilgili kullanılmıştır. Aslında huşunun kemali, Allah Teâlâ ile bağlantılıdır. Huşusu Yüce Allah’a olmayanın hayatının herhangi bir alanında istikametin olması söz konusu değildir. Haberde varit olmuştur ki “Allah celle celaluh, huşuları kalplerinde olan ve buna bağlı olarak gözlerini haramdan sakınanlara, cinselliklerini yasaklardan koruyanlara ve her türlü menhiyattan uzak durup yüksek derecelere nail olanlara rahmet etsin.”[18]

Huşu; Hakk’a boyun eğmek ve mutlak itaatte bulunmaktır. Kalpte bulunan daimi bir endişenin adıdır.[19] İtaat ve inkıyat etmek huşudur. Huşunun varlığı veya yokluğu azalar üzerinde temaşa edilebilir. İtaat ve inkıyat etmenin mahalli ise gönüldür. Bundan dolayı denilmiştir ki kalp itaat, tazarru ve inkıyat ettiği zaman azalar da huşu duyarlar.[20] Huşunun üç derecesi vardır. Bunlar; Allah Teâlâ’nın emirlerini kabul edip boyun eğmek, hükümlerine teslim olmak ve Hakk’ın nazarına azalarla inkıyat etmek; alçak gönüllü olmaktır.[21]

Huşunun mahalli

Huşunun mahalli kalptir.[22] Zira kalp nazargâh-ı ilahidir.[23]  Kalbin tezellülü ve Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat etmesi; boyun eğmesi huşudur.[24] Huşu; Yüce Allah’ın huzurunda kalbin, mutlak itaat ve boyun eğme hâlinde kıyamda durmasıdır. Şehvet ateşini söndürmek, gönüldeki bulanıklığı gidermek, Allah Teâlâ’ya tazimin nurunu kalpte parlatmak, huşudur. Cüneyd-i Bağdadî’nin (ö. 297/909) ifadesiyle huşu; “Gaybı tüm ayrıntılarıyla bilen Allah celle celaluh’a kalbin itaat edip boyun eğmesidir.”[25]

Sahabeden Huzeyfe bin Yeman radıyellahu anh; “Nifak huşusundan sizleri sakındırırım” demiştir. Etrafındakiler; “Nifak huşusu da nedir?” dediklerinde şu cevabı vermiştir: “Dış görüntüsü huşulu gibi gözüken fakat kalbinde huşu olmayan kimselerdir.” Aynı şekilde Huzeyfe bin Yeman; “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşudur. En son zayi olacak ise namazdır. Nice namaz kılanlar var ki kıldıkları namazda hayır yoktur. Cemaat mescide dolacak ama aralarında nerdeyse huşulu hiç kimse olmayacak.”

Hazreti Ömer radıyellahu anh, namazda boynunu büken bir adamı görünce ona şöyle seslenmiştir: “Ey boynunu büken kişi, başını kaldır, zira huşu boyunda değil kalptedir” Hazreti Ömer’in huşu anlayışını takdir mahiyetinde Hazreti Aişe’den şöyle bir olay nakledilir. Hazreti Aişe, yürüyüşleri ölü gibi olan (pejmürde) gençler görmüş ve “bunlar da kim?” diye sormuştur. Onların dünyaya karşı isteksiz zahitler olduğu söylenince Hazreti Aişe bu durumu kabul etmemiş ve şöyle demiştir: “Ömer radıyellahu anh yürüdüğü zaman hızlı ve canlı yürür, konuştuğu zaman sesini işittirir, hadleri uygularken hakkını verir ve suçluyu acıtır, yoksula yedirdiği zaman doyururdu. Ömer radıyellahu anh gerçekten insanların en zahidiydi.”[26] Tüm bu örnekler hem huşunun önemini hem de mahallinin kalp olduğunu göstermektedir.  

Ahlak-ı hamide

Huşu, “Yüce Allah’ın azamet ve heybetinin, kulun kalbini istila etmesidir” diye de tanımlanır.[27] Allah korkusu, sükûnet ve tevazu anlamları da vardır.[28] Kalbinde huşu olanın namazda azaları da huşulu olur. Çünkü hepsinin idaresi kalbin riyasetindedir. Bu meyanda Resulullah’ın şu tespiti çok önemlidir: Namazda sakalıyla saçıyla oynayan bir adamı görünce; “Kalbinde huşu olsaydı azalarına da sirayet ederdi.” Müslümanlar önceleri namazda sağa sola dönüyorlar ve etraflarına bakınıyorlardı ki bu ayeti kerime inince bu davranışlarını bıraktılar. Sadece secde yerlerine bakmaya başladılar.[29] Öyle ki kişinin sağında ve solunda kimlerin olduğunu bilmeyecek kadar kendini namaza vermesi huşudandır.[30] Ebu’d Derdâ (ö. 32/652), huşuyu çok kapsamlı tanımlamıştır. Ona göre huşu; Yüce Allah’ı hakkıyla tazim, sözde ve konuşmada ihlas, imanda tam bir yakin, tüm salih amelleri ihtimamla yapmak ve namazda tam bir sükûnettir.[31]

Namazda huşu, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in ahlak-ı hamidesindendir. Müslümanların, ibadetlerin temsilinde örnekleri olan Resulullah’ı iyi tanıyıp onun gibi namaz kılmaları esastır. Sünnette, acele namaz kılmak huşuyu engellediği için men edilmiştir. Peygamber Efendimiz, “Horozun yem yediği gibi acele olarak kılınan namazın münafık namazı olduğunu” beyan etmiştir.[32] Böyle bir namaz huşudan yoksundur ve sahibine olumlu bir katkısı olmaz. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişinin kıldığı namaz onu fuhuştan ve dinen hoş karşılanmayan şeylerden uzaklaştırmıyorsa sadece Allah’tan uzaklaşmasına vesile olur.”[33]

Namazdan beklenen manevi faydaları elde edebilmek için şuurlu kılmak şarttır. Bu anlamda Abdullah bin Abbas ((ö. 68/687-88) şu uyarıyı yapmıştır: “Namazından aldığın nasip şuurlu şekilde eda ettiğin kadardır.” Müfessirlerin beyan ettiği üzere huşu; musallinin azmi, niyeti, karalılığı, tevazuu bir araya getirip namazda okuyacağı kıraatin ve duaların anlamlarını inceden inceye tefekkür etmesidir.[34]

Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde merfu olarak rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Kul namazını kılar fakat bu namaza yarısı, üçte biri, dörtte biri veya onda biri kadar sevap verilir”[35] Hadisten anlaşıldığı üzere, namazdan elde edilen sevap, insanın kendini namaza verişiyle ve ilahi huzurda durduğunun bilincine varmasıyla kayıtlıdır. Huşu olarak ve aklederek namazı eda etmek namazın ruhudur.

Bu ruh olmadan namaz o kişi için felah nedeni olmayabilir. Çünkü namazını hakkıyla kılan kişi için acilen ve ecilen elde ettiği güzellikler vardır. Huşulu bir şekilde namazını eda eden musalliye acilen; kıldığı namazın sevabı, imanının kalbinde kuvvet bulması, gönlünü iman nurunun aydınlatması, inşirah hâli ve ibadetinden tat almasının zevki verilir. Ecilen (daha sonra) ise ahirette yüce makamlar verilecektir.

Kalp ve beden uyumu

Kalp, zihin ve azaların uyumu, kimin huzurunda durduğunun bilinci, bedenin ve midenin tahareti, veda namazı gibi kılınan şuur hâli ve gönlün Allah’a mutlak teslimiyeti bir araya gelince huşu kendiliğinden doğar. Namazda huşuyu temin etmek her Müslümanın idealidir. Fakat bu hâlin her zaman gerçekleştirilemediği de bir gerçektir. Namazda huşuyu sağlamak için dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır:

1- Hadesten ve necasetten arınmak şarttır. Manevi ve maddi pisliklerle malul bir kimse yaptığı ibadetten fayda elde edemez,  huzur alamaz; huşusuz bir namazın insani değişime olumlu bir katkısı olmaz. Bilinmeli ki hades hâli izale edilmeden namaz kılınmaz. Ayrıca necaset miktarı şer’î ölçüleri aşıyorsa namazın kabulüne zaten engeldir. Şartları oluşturulmadan kılınan namaz Allah Teâlâ katında makbul olmadığı için kılan şahısta manevi değişim yapmaz. Bu konudaki hatalardan salim olmak için mükelleflerin gerekli ilmihâl bilgilerini almaları farzdır.

2- Abdest, farz ve sünnetlerine riayet edilerek kâmilen alınmalıdır. Abdestin nasıl alınacağını ve kemalini Peygamber Efendimize, Cebrail aleyhis selam öğretmiştir. Vahyin nüzulüyle beraber Cebrail aleyhis selam, yerden su çıkarıp abdest almış ve abdest almayı Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e de öğretmiştir.[36] Abdest azaları tam yıkanmalı ve iğne ucu kadar bile kuru yer bırakılmamalıdır. Ayrıca niçin bu azaların yıkandığının şuurunda olunmalıdır. Günahlara karşı teyakkuz hâlinde olmak ve her an huşulu olabilmek için de daima abdestli olmak müstehaptır. Sürekli abdestli olmak insanda murakabe ve ihsan bilinci oluşturur.

Abdestin kemaliyle ilgili Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ beş vakit namazı kullarına farz kılmıştır. Kim ki abdestini en güzel (ve kâmil biçimde) alır, namazını tam vaktinde eda eder; rükusunu, secdelerini huşu içerisinde tam olarak yaparsa, Yüce Allah’ın onları bağışlayacağına dair sözü vardır. Şayet bunları yerine getirmez ise Allah Teâlâ’nın verdiği bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse bağışlar.”[37]

3- İç ve dış elbiselerde, vücutta, namaz mahallinde namaza engel miktarda necaset artığı olmamalıdır. Bu münasebetle özellikle iç elbiseler sık değiştirilmeli ve beden temizliği tam yapılmalıdır. Değil böyle bir taharet eksikliği ile huşuyu yakalamak, şeriatın verdiği ruhsatın dışına çıkıldığı için namaz geçerli bile olmaz. Bu hususlarda yeterli ilmihal bilgisine sahip olmak farzı ayındır. Öğrenmemek mesuliyet getirir. Aileler bu konudaki bilgileri çocuklarına temyiz çağında vermeye başlamalıdırlar ama ergenlik dönemiyle beraber ilmihâl bilgilerini ikmal etmek farzdır.

4- Niyet esnasında dil, kalp ve ruh bir araya gelmeli; kalp başka şeyle oyalanıp dil bir başka şeyi söylememelidir. Niyet namazın şartlarındandır. Niyetsiz yapılan ameller kabul edilmez. Unutmamak gerekir ki; “Allah’ın rızasını kast ederek Müslüman, namazını eda ettiğinde günahları (sonbaharda) ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökülür; yok olur.”[38]

5- Allah Teâlâ’yı görüyormuş gibi bir bilinçle/ihsan hâlinde namaz kılınmalıdır. Bu bilinçle kılınan namaz sayesinde kişi tevhidi ve ahlaki değişim yaşar. İhsan hâlinde yapılan ibadetlerde kalite oluşur. Bu bilinçle kılınan namazlar sahibini etkilediği gibi çevredeki kişilerin de olumlu değişimine katkı sağlar.

6- Namaz, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in kıldığı gibi kılınmalı; onun yapmadığı bir şey namaza eklenmemeli veya çıkarılmamalıdır. Namazın keyfiyetini Peygamber Efendimize, Cebrail aleyhis selam öğretmiştir. Hazreti Cebrail de Yüce Allah’tan almıştır.[39] Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden kaynaklanmayan ve onun temsilini ölçü almayan bir namaz makbul olmaz. Resulullah’ın nasıl namaz kıldığı ise bize sahih rivayetlerle gelmiştir.

7- Her kılınan namaz veda namazı bilinciyle eda edilmelidir. Bu benim kıldığım en son namaz, belki bir daha kılamayabilirim kaygısıyla namazlar kılınmalı ve özenilmelidir.

8- Tadil-i erkâna riayet edilmeli; namazdaki her rüknün hakkı verilmelidir. İmam Yusuf’a göre tadil-i erkân namazın edasının şartlarındandır. Tadil-i erkâna riayet edilmeden kılınan namaz insanı tezkiye etmez ve olumlu yönde değiştirmez. Rükûda, secdelerde ve secdeler arası oturmalarda vücut itidal durumunda olmalıdır. Tadili erkâna riayet etmeden kılınan bir namaz, namazdan yapılan hırsızlıktır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem ve sahabe,[40] namazda tadil-i erkâna riayet etmeyenleri uyarmışlardır.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, acele namaz kılan birini gördüğünde tadil-i erkânın önemiyle ilgili o kişiye şu uyarıyı yapmıştır: “Şayet bu hâlin üzerine (alelacele namaz kılar vaziyette) ölecek olursan Muhammed’in getirdiği dinin dışında bir din üzerine ölürsün.”[41] Aynı bağlamda Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem ümmetinin namaz hırsızlığı yapmaması için şöyle buyurmuştur: “Hırsızlığın en kötüsü namazdan çalınanıdır.” Sahabe, “Namaz hırsızlığı da nasıl olur?” dediklerinde, Resulullah, şu cevabı vermiştir: “Kişi namazını kılar ama rükusunu, secdelerini tam yapmaz; rükudan ve secdeden doğrulduğunda vücudu tam olarak yerleşmez.”[42] Hadiste belirtildiği üzere namazın hakkını vermeden eda etmek, rükunlarından çalmaktır.

9- Dar vakitte namaz kılmak ve işi aceleye getirmek. Vakit namazın hem sebebi hem de şartıdır. En faziletli namaz da vaktinde kılınan namazdır. Namazların vakitler içinde eda edilmeleri gerekir. Kişinin dar vakte namazı sarkıtması huşuyu bozar. Bu nedenle Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in şu ikazı çok manidardır: “Size münafıkların kıldığı namazın durumunu haber vereyim mi? Güneş tam batmak üzereyken kişi kalkar, horozun yem yediği gibi acelece namaz kılar. Allah’ı da böylece çok az zikrederler.”[43]

9- Namazın edası anında yapılan hareketlerin anlamları; sembolik manaları bilinmelidir. Kıyamın, rükûnun, secdenin ve kadelerin (oturuşların) hangi manaya geldiğinin bilinmesi önemlidir. Böyle bir bilinç, kişiyi namazda uyanık tutar. Çünkü rükünlerin anlamlarına vukûfiyet, şuurlu kılınan namazın olmazsa olmazıdır. Yapılan amellerin anlamları bilinmezse namaz, sadece yatıp kalkmaya indirgenmiş olur.

10- Okunan tesbihat ve duaların manaları bilinmeli, anlamlar üzerinde düşünülmelidir. Bu duaların bilinmesi sayesinde Müslüman şahsiyet, kalbi tezkiye ve ahlaki dönüşüm yaşarlar. Özellikle belirtmek isteriz ki Sübhaneke duası musalli tarafından bilinçle okunacak olursa, bu dua namaz kılan Müslümana başlı başına bir düşünce devrimi yaşatır. Sübhaneke duası bir pusuladır; Müslümana kimlerle yol arkadaşlığı yapacağını, nasıl hareket edeceğini, nerede duracağını, kime ve nelere düşman olacağını öğretir. Müslümanı politeist bir hayata karşı dirençli ve sabitkadem yapar. Tahiyyat duası ise miracı sembolik olarak yaşamaktır. Cenab-ı Allah’ın huzurunda O’nu selamlarcasına okumanın manevi hazzı ve insani değişime katkısı tarif edilemeyecek kadar yücedir.

11- Fatiha başta olmak üzere namaz esnasında kıraat edilen sure ve ayetlerin de anlamları bilinmelidir. Fatiha Suresi Kur’an-ı Kerim’in özetidir. Surenin konusu; iman, ibadet, ahlak ve siyasetten ibarettir. Fatiha Suresi bir Müslümana safta durması gereken yeri; her türlü küfürden ve kâfirden teberri etmeyi (uzaklaşmayı) öğretir. Zihnen sizi peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraber yaşamaya sevk eder. Hiçbir kâfirin veli edinilemeyeceğini öğretir. Allah Teâlâ’dan başkasına mutlak itaat etmemeyi öğütleyerek insana Müslüman kimliğini kazandırır. Yahudi ve Hristiyan tasallutuna karşı teyakkuzu emreder. Dine ekleme ve çıkarma yapmanın fecaatini talim eder. Tek ilahi dinin İslâm ve sıratı müstakimin Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in getirdiği şeriat olduğunu beyan eder. Her bir ayeti üzerinde tevakkuf edip düşünmek insanın imanda taklitten kurtulmasına vesile olur.

12- Cemaate devam edilmelidir. Cemaatle namaz bireysel namazdan hem daha faziletli hem de huşuyu yakalamaya daha elverişlidir. Cemaate devam etmek, Peygamber Efendimiz’in en önemli yaşayan sünnetlerinden biridir. Namazı cemaatle kılmak için atılan her adım sadakadır.[44] Sabah ve yatsı namazlarında cemaate katılmak, Müslümana geceyi ihya etme sevabı kazandırır.[45] Şer’î bir özür olmadıkça cemaate devam asla terk edilmemelidir.[46] Cemaatle namazın serbestçe kılınabilmesi, ülke kimliğini tanıtan en önemli belirleyicilerden biridir. Cemaate devam sayesinde Müslümanlar tek başlarına cemaat olabilme niteliklerini kazanabilirler. Bu nitelik sayesinde toplumsal ve siyasal cemaatleşmenin alt yapısı hazırlanır. Müslümanlar hayatı edilgen yaşamaktan kurtulmanın yollarını ararlar. Cemaate devam sayesinde toplumsal tesanüt de gerçekleşebilir.

13- Az günah işlenmelidir, zira günahlar zihinsel dağınıklığın en baş nedenlerindendir. Haberde varit olduğu üzere “Günahlar küfrün postasıdırlar.” Özellikle kebireden/ büyük günahlardan şiddetle kaçınılmalı ve küçük günahlar üzerinde ısrar edilmemelidir. Günahlar kalbi karartır ve kalpteki karalık oranınca hayatı da karartır. Bu çerçevede kişi; arkadaşlarına, yediklerine, içtiklerine, konuştuklarına, okuduklarına, baktıklarına ve velayet bağı kurduklarına dikkat etmelidir. İtikadi bir bilgi olarak şu hususu paylaşmakta yarar görüyoruz; günah işlenirken onun helal olduğunu çağrıştıracak bir davranışta bulunmak insanı küfre götürebilir.

14- Musalli, namaz esnasında sağa sola bakmamalıdır. Sadece secde mahalline odaklanmak gerekir. Zira Müslümanın namazdan nasibi/ payı dikkat ve bilinci kadardır. Namaz mahalline değil de çevreye bakmak namazda dikkati dağıtır ve huşuyu bozar.

15- Büyük ve küçük abdeste sıkışık olmamalıdır. Bazı rivayetlerde bu şekilde kılınan namazın makbul olmayacağı bile vurgulanmıştır. Bu durumda kişi ne okuduklarının ne de yaptıklarının bilincindedir. Sıkışık namaz kılınmaması konusunda Resulullah’ın uyarıları vardır ve dikkat edilmelidir. Sıkışık kılınan namaz hem tadil-i erkanı bozar hem de namazın rükünlerinden çalınmasına zemin hazırlar. Konunun önemine binaen Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe inanan birinin (büyük veya küçük abdest ihtiyacını) gidermeden sıkışık bir vaziyette namaza durması helal değildir.”[47] Hadis de varit olduğu üzere; “Namaz için kamet getirildiğinde abdeste sıkışıklık hâli varsa önce ihtiyacın giderilmesi gerekir.”[48]

16- Aşırı açlık ve tokluk namazda huşuyu olumsuz etkiler. Buna susuzluk da dâhildir. Hatta aç bir kimsenin vakit varken yemeği ertelemesi mekruh görülmüştür. Zira aç ve susuz insanın zihni, açlığına ve susuzluğuna odaklı olduğu için namazda ne okuduğunun ve yaptığının şuuruna varamaz. Aşırı tokluk ve oburluk da namazdaki huşunun düşmanıdır. İtidali bırakmamak sünnettir.

17- Uykusuzluk da namazdaki huşuyu bozan etkenlerdendir. İnsanın uykusu çok bastırınca yaptıklarının farkında bile olmaz. Sena (övgü) yerine sövgü cümleleri bile kurabilir. Bu durumda dengeyi sağlayacak olan kişinin kendisidir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in biraz uyuduktan sonra teheccüd namazına kalkması bu konuda bizlere önemli bir örnektir. Uykusuz insan, okuduklarını karıştırır. Tesbihatın, tekbirlerin ve duaların hakkını veremez. Bilinç kaybı namazdan istifadeyi engeller.

18- Helal gıda ile beslenilmeli; şüpheli gıdalardan ve kul haklarından uzak durulmalıdır. Haramlar ve mekruhlar namazda huşunun düşmanıdırlar. Özellikle faiz belasına müptela olmuş birisi namazında huşuyu yakalayamaz. Diğer kul haklarından da uzak durmak elzemdir. Namaz aynı zamanda bir duadır. Duaları, Allah Teâlâ’nın katına ulaşmaktan engelleyen perdeler, kul hakları ve diğer haramlardır.

19- Gözler mümkün olduğunca harama bakmaktan engellenmelidir.[49] İnsan göz zinasından korunduğu kadar şuurlu namaz kılar. Müslüman bir insan aklından şu gerçeği çıkarmamalıdır; açmak nasıl haram ise bakmak da haramdır. Kişiyi zinaya sevk ve teşvik eden her türlü görsel yayına bakmak göz zinasından sayılır. Göz zinası, fiili zinanın mukaddemlerindendir.

20- Aşırı soğuk ve sıcak yerler namaz için zorunlu olmadıkça tercih edilmemelidir. Bu durumlardaki fiziksel rahatsızlıklar kişiyi gereği üzere namaza kılmaktan engellerler.

21- Cemaatle kılınan namazlarda imam istikamet ehli olup ideolojik takıntıları olmamalıdır. İnancı, kıraati, ahlakı, bilgisi, siyaseti, cömertliği ve şecaati istikamet üzere olmalıdır. İmamdaki istikamet sapmaları cemaati de olumsuz etkiler. Bu anlamda âlim, fazıl, muttaki, vera ehli imamlar tercih edilmelidir. Şayet bu tür imamlar az ise Müslümanlar, sünnete ittiba etmeyi gaye edinen imamları yetiştirecek kurumlar oluşturmalıdırlar. Fasık bir imamın arkasında kılınan namazda huşu olmaz. Kısacası, imam cemaati, cemaat de imamı olumlu veya olumsuz yönde etkiler.

22- Aile içi huzursuzluk olmamalı ve anne-babanın duaları her an alınmalıdır. Açlık gibi aile içi stres de namazdaki huşunun düşmanlarından biridir. Bu tip rahatsızlıklarda akıl sürekli meşguldür. Çaresi, önce her türlü huzursuzluktan aileyi kurtarmak ve cennet gibi bir yuva inşa etmektir. Aile içi uyum ne kadar güzel olursa, kişilerin namazları da o kadar huzurlu olur.

23- Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in sünneti üzerine bir hayat yaşanmalıdır. Özellikle hayatın genişlik anında sünneti seniyyeye tam ittiba edilmeli ve hevadan uzak durulmalıdır. Sünnete hakkıyla uyan Müslüman, ahlaken değişip nebevi davranışları üzerinde ameli hâle getirdiğinden dolayı, hayatını ihsan bilinciyle sürdürür. Müslümanın hayatını kapsayan bu üstün bilinç hâli namazına da sirayet eder. Şayet kişi sünnet üzere bir hayat tercih etmez ise bidatlerle malul olan bu hayat onun başta ibadetleri dâhil olmak üzere tüm davranışlarına olumsuz etki eder.

24- Kul hakkının her türlüsünden kaçınılmalı ve eğer varsa hak sahiplerine hakları verilmelidir. Verdikten sonra da hak sahipleriyle helalleşmelidir. Kul hakları Allah Teâlâ ile kulları arasındaki engeldir. Bu haklar kişinin üzerinde iken ibadetler Allah’a kâmil şekilde ulaşmazlar.

25- Kişinin dost ve arkadaş çevresi de namazda huşuyu etkileyen nedenlerden biridir. Salih ve sadık insanlarla olmak ilahi bir emirdir.[50] Kötü insanlarla düşüp kalkan bir kimsenin kalbi kararır ve namazlarını hakkıyla eda edemez. Zihni dağınık olur. Olumsuz şahısların inanç ve amellerinden etkilenir ve bu hatalar namazlarına da yansır.

26- Zalimler, münafıklar, fasıklar ve kâfirlerle ortak siyaset yapıp sonra da namaz kılmak namazın huşusunu yok eden belki de en başat sebeptir. Zalimlerle değil siyaset yapmak onlara sempati duymak bile yasaklanmıştır.[51] Zaten hakkıyla namaz kılan birisi böyle bir yanlışa asla düşmez. Zira namaz insana siyasal veli seçmeyi öğreten en temel ibadettir. Kişi namaz kılmasına rağmen böyle bir yanlışın içinde ise kıldığı namazları mutlaka gözden geçirmelidir. Namaz siyasete olumlu etki eder; zalim siyaset de namazı olumsuz etkiler; sadece şekle dönüştürür.

27- Aşırı yoksulluk ve karşılanamayan ihtiyaçlar namazdaki huşuyu olumsuz etkilerler. Zorunlu gıda maddeleri olmayan, ailesinin ihtiyaçlarını karşılayamayan bir Müslümanın zihni meşguldür. Kişinin işsizliği ve buna bağlı yoksulluğu giderilmezse bu durum kronik hâle gelebilir. Yoksulluk sorununu önce devletin çözmesi gerekir. Fakirlik problemini çözmek siyasetin temel görevidir. Şayet görevini yapmazsa, yapılması gereken; kardeşlik hukukunun devreye girmesi ve ihtiyaç sahibi Müslümanların gereksinimlerinin varlıklı Müslümanlar tarafından karşılanmasıdır. Bu da yapılmaz ise onların şuursuz namazlarının bile vebali ilgisiz zenginlerin üzerine olabilir.

28- Namaz esnasında namaz kılınan caminin, evin veya değişik ortamların sessiz, sakin ve huzurlu olması gerekir. Etraftaki sesler musalliyi etkiler. Camide bu duruma itina ile riayet edilirken evlerde gerekli özen gösterilmemektedir. Hatta televizyon ve müzik eşliğinde namazlar kılınmaktadır. Bunlar çok hatalı ve yanlış davranışlardır. Namazdan istifade edebilmek için ortamın sükûnetini sağlamak huşu için şarttır.

29- Resim, köpek vs namaz kılınan odada olmamalıdır. Sufyan bin Uyeyne rahmetullahi aleyh; “Salihlerin anıldığı yerlere Allah Teâlâ’nın rahmeti iner” buyuruyor. Bu salih kullar melekler de, insanlar da olabilir. Meleklerin varlığı hayatımıza ruhani bir yön verir. Onlarla beraber yaşamak daimi bir murakabeye de vesile olur. Namaz kılınan yerlerde veya odalarda içki, kumar aletleri, cünüp insanlar, ev köpekleri ve resimler varsa buralara melekler girmez. İşret mahallerinin tamamı huşuya engel olan mekânlardır. Hasbelkader buralarda namaz kılınacak olursa kılınan namazda huşu olmaz. Manevi lezzet alınmaz.

30- İbadetinin kabul olup olmadığından emin olmamak da namazda huşunun elde edilmesine vesile olur. Bu anlamda Müslümanda bulunması gereken “korku ile umut arasında olmak” durumu, namaza da yansımalıdır. Müslüman, namazının şayet kabul edilmeyeceği endişesini zihninde diri tutacak olursa namazını daha itinalı kılar. Zira kabul olmayan bir namazın uhrevi cezası şuurlu bir Müslümanı korkutur.

31- Esnemek vs gibi davranışlara dikkat edilmelidir. Namaz esnasında elbiseyi çekmek, toplamak, esnemek, gözler yummak, ağzı açmak, parmakları birbirine geçirmek, çıtlatmak, yerdeki bir şeyi anında çevirmek de namazdaki huşuyu yok eden sebeplerdir. Bu sayılanlardan bazıları amel-i kesir durumuna geliyorsa namazı da bozar. Namaz kılan kimse kimin huzurunda olduğunu bilecek ve ona ibadetini eda edecektir.

En önemli salih amellerden olan namazın manevi feyzinden yararlanmak için bu tespitleri yaptık. Önemli olan bunları fiiliyata dökerek namaz sayesinde ahlaki bir tecdidi yaşamak; elde edilen ahlak ile Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e benzemektir. Bu da şartlarının yerine getirilerek eda edildiği bir namazla mümkün olur.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Bak: Bakara 2/125, Meryem 19/55
2 Bak: Hud 11/87
3 Bak: Bakara 2/82; Maide 5/12; Taha 20/ 14
4 Bak: Lokman 31/17
5 Bak:Ali İmran 3/39
6 Bak: Meryem 19/31
7 Bak: Bakara 2/82
8 Bakara 2/83.
9 Heysemî, Zevaid, c. I, s. 293.
10 Hasan, el-Basrî. Tefsir, c. I, s.405.
11 Buhari, 59, Bed’ü-l halk, 6, c. IV, s. 81; Nesai, Mevakıt, c. I, s. 245-6.
12 Beyhaki, Salat, 177, had. no: 2020, c. II, s. 107.
13 Bak: Kıyame 75/19
14 Bak: Hasan e- Basri, Tefsir, c. I, s. 409; Ahmed, Müsned, c. III, s. 305; Ebu Davud, 2, salat, 47, had. no: 550, c. I, s. 373; Heysemî, Zevaid, c. I, s. 293; Maturidi, Te’vilat, c. VI, s.  193-4; Ebu’s Suud, İrşad’ü-l akl’ı-s Selim, c. IV, s. 383.
15 Bakara 2/238

16 Maturidi, Te’vilat, c. II, s. 209.
17 Mü’minun 23/2
18 Hasan el-Basri, Tefsir, c. II, s. 77.
19 Cürcanî, Tarifat, s. 98.
20 Isfahânî, Ragıp, Müfredat, s. 283.
21 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric^ü-s salikîn, c. I, s. 559.
22 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric^ü-s salikîn, c. I, s. 558.
23 Sülemî, Hakaik’u-t Tefsir, c. II, s. 30.
24 Taberî, Câmi’u-l Beyan, c. IX, s. 196-198.
25 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric^ü-s salikîn, c. I, s. 558-9.
26 İbni Kayyim, a.g.e. c. I, s. 558-9.
27 İbni Ârabi, Muhyiddin, Tefsir, Darul kütüb’ü-l ilmiyye, Beyrut, 2011, c. II, s. 60; Sabunî, Muhammed Ali, Safvet’ü-t Tefasir, C. II, s. 302.
28 Şevkânî, Feth’u-l Kadir, s. 1219.
29 Kurtubî, el-Câmi liahkâm’il Kur’an, c. XII, s. 291.
30 Mukatil, Tefsir, c. II, s. 392.
31 Havva, Said, El-Esas fi’t Tefsir, c. VII, s. 3617.
32 Ahmed, Müsned, c. III, s. 247.
33 Heysemi, Zevaid, c. II, s. 298.
34 Begavî, Mealim’ü-t tenzil, (Muhtasar) s. 629-30,
35 İbni Kayyim, el-Cevziyye, Medaric^ü-s salikîn, c. I, s. 563.
36 Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut, 2003, c. III, s. 495.
37 Ahmed, Müsned, c. V, s. 317.
38 Ahmed, Müsned, c. V, s. 179.
39 Beyhaki, Salat, 177, had. no: 2020, c. II, s. 107.
40 Bak: Nesai, Sehv, 13, had. no: 66, c. III, s. 58.
41 Heysemi, Zevaid, c. II, s. 121.
42 Heysemi, Zevaid, c. II, s. 120.
43 Ahmed, Müsned, c. III, s. 247.
44 Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, had. no: 8096), c. XV, s. 243.
45 Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, had. no: 491), c. I, s. 373.
46 İbni Mace, salat, c. I, s. 260.
47 Ebu Davud, Taharet, c. I, s. 70.
48 Hâkim Müstedrek, had. no: 5443, c. III, s. 378.
49 Bak: Nur 24/30-31
50 Bak: Tevbe 9/119.
51 Bak: Hud 11/113.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.