Aklını, heva ve hevesinin esiri konumuna düşüren modern insanın, nereye sürüklendiğinin farkında olmayan bu hali bize Yunus Emre’nin “Bu akl-ı fikr ile Mevla bulunmaz” dizesini hatırlatıyor.
Doğrularını vahiyden almak yerine çevre şartlarından ve konjonktürden etkilenerek kendisi üretmeyi tercih eden modern insan, aklını Mevla’yı bulmada bir araç olmaktan çıkartarak bir put haline dönüştürmüştür. Başka bir ifade ile aklını kendisine yegâne ölçüt olarak belirlediğinden çağının yanlışları artık onun için birer doğru olmuştur.
Böylece Yüce Allah’ın değişmez doğrularına yüz çevirerek kendine başka doğrular aramış ve aklı önemsemek ve onu Rabbinin bir nimeti olarak görmek yerine onu ilahlaştırmayı tercih etmiştir. Bu anlayışla aklını sürekli palazlandırması neticesinde de dalalete düşmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bugün maalesef aklın bu denli yüceltilmesi problemi sadece, vahiy merkezli yaklaşım sergilemek gibi bir sorunu olmayan din ile alakasız çevrelerin değil, ayetleri usulsüz olarak tevil eden ve kendi düşüncelerine delil kabul eden bir takım dindar çevrelerin de bir problemidir. Yani şeytanî akılcılık hastalığı mütedeyyin insanların bünyesine de bulaşmıştır.
Aklımızı kullanmalıyız
Kur’an-ı Kerim insana sürekli “Hiç akletmez misiniz?” diye buyururken aslında bunu modern insanın işine geldiği gibi “aklınızı yüceltin” anlamında söylememiş “aklınızı kullanın” demek istemiştir. Yani bu; “Aklınızı iyi kullanın da Yüce Allah’ın büyüklüğünü artık anlayın ve sadece O’nun ismini yüceltin” anlamındadır.
Kelimenin tam anlamıyla Rabb’ine küsen modern insan, Rabb’inin gerçek doğruları ile de arası iyi olmadığından Kur’an’ın vazettiği; her çağa hitap eden değişmez hukukî genel ilkeler mânasında “İslam şeriati”nin emir ve nehiylerine karşı da umursamaz tavırlar takınmayı tercih etmiştir.
Allah’a teslimiyet duygusundan yüz çevirmiş ve her şeyin ölçütünün kendi aklı olduğu kanısına varmıştır. Bu durumun bir neticesi de; bir yolun doğru olup olmadığı konusunda karar verirken dininin zaman ve mekânı aşan değişmez değerlerini değil, yaşadığı çağın ve içerisinde bulunduğu sosyal çevrenin sözde doğrularını tercih etmesi olmuştur. Yani onun için artık “Rabbülalemîn”in ne buyurduğu değil “elalem”in ne diyeceği önemlidir.
Bugünün modern anlayışlarının aslında dünün cahiliye anlayışlarından da pek fazla farkı yoktur. Çünkü toplumda vahiy merkezli olmayan bir takım sözde doğruların hiçbir kıstasa vurulmadan kabul görmesi cahiliye döneminin de bir özelliğidir.
Size ne oluyor?
Kur’an hem cahiliye dönemi insanına hem de bugünün insanına Kalem Sûresi 36 ve 37. ayetlerde şöyle buyurur: “Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa bir kitabınız var da ondan mı bu hükümleri okuyorsunuz?” Yani buradaki uyarı; doğrularını ilahi bir kitaptan almayı reddeden tüm insanlara yöneliktir.
Usve-i hasene olan Efendimiz, toplumun kendince ürettiği vahiy merkezli olmayan anlayışlara hiçbir zaman teslim olmamış ve daima onlarla mücadele etmiştir. Hatta bazı durumlarda maruz kaldığı birçok lafa, söze, dedikoduya rağmen, her zaman cahiliye anlayışlarını reddetmiş ve Yüce Allah’ın hükümlerinin işaret ettiği doğruları her şeyin üstünde tutmuştur.
Nitekim O’nun bu tavrına örnek verecek olursak; cahiliye Arapları evlatlığın boşandığı eşiyle evlenmeyi ahlaken uygun görmezken, Efendimiz böyle bir ortamda, evlatlığı Zeyd bin Haris’in boşadığı eşi olan Zeyneb binti Cahş ile evlenerek bu tabuyu yıkmış ve böylece mevcut cahiliye anlayışını da bertaraf etmiştir. Bu farklı ve yeni durum karşısında elbette ki kalplerinde hastalık bulunanlar “acaba?” demişlerdir. Fakat muttaki ve muhlisler Resulullah’tan –haşa- hiçbir zaman şüphe etmemişlerdir. (Bkz; Ahzap Suresi, 36-40)
Resulullah’ın bu evliliği bazı tefsirlerde bildirildiğine göre birçok insan için büyük bir imtihan olmuştur. Bu evlilik basit bir evlilik gibi görünse de o dönemdeki Arap örf ve adetlerine göre yadırganan bir durum olduğundan dolayı, kalıplaşmış bir cahiliye anlayışının yıkılması anlamına gelmektedir.
Bu olayın bir önemi de şudur ki; ortada vahiyle bildirilen doğrulur söz konusu olduğunda, bu hakikatler; gerek kişisel aklın doğrularına, gerekse toplumun geleneksel anlayışlarına kurban edilemezler. Vahyi üstün tutan bir anlayışta böyle bir ilke söz konusudur.
Hidayet ölçütü
Bugün Batı’nın bayraktarlığını yaptığı ve bizlere dayatmaya çalıştığı aklı tabulaştıran modern anlayışlar bize neyi öğütlerse öğütlesinler, Müslümanlar olarak bizler doğrularımızı belirlerken ancak Yüce Allah’ın hidayet ölçütünü bir ölçü olarak kabul edebiliriz. Çünkü gerçek hidayet Kur’an’ın gösterdiği hidayettir. (Bkz; “hüden” Bakara Sûresi, 2, 5 ve 39)
Yapılan bir işin doğru olup olmadığı konusunda bizim fikir yürütebilmemiz için de bu durumun Kur’an’a ve Sünnet’e uygun olup olmadığını bilmemiz gerekir. Kur’an’a ve Sünnet’e uygun olduğunu bildiğimiz halde şayet moderniteden veya menfi gelenekten etkilenmiş kafamızla bunu kabullenmekte zorlanıyorsak veya uygun olmadığını bildiğimiz halde hâla işimize yarayacak bir fetvanın arayışına girmiş isek bilelim ki bu akl-ı fikr ile Mevla bulunamayacaktır.
Rabbulalemîn’in hükümleri apaçık ortada iken bununla çelişen başka doğrular benimsiyorsak Mevla’nın rızasına giden yolda takılıp kalmışız demektir.
Bilelim ki O’nun hükümlerine razı olmadan ve bizler için belirlediği yaşam tarzını bütün kalbimizle benimsemeden Mevla’nın rızasına ulaşabilmemiz mümkün değildir. Müslümanlar olarak bizler aklı tabulaştıran tüm anlayışların içerisinde yer almadığımız gibi onları usulünce reddetmeyi de bilmeliyiz.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
Hayatı Müslümanca okumak budur işte. İman ibadet ve imtihan için dünyaya geldiğine inanan kişi Allah’a, dolayısı ile Kur’an’a ve sünnete böyle teslim olur. Aydın kardeşim gönlüne sağlık