Arka sıralardan bir erkek öğrenci, belli ki dikkati dağılmış, derste sağa sola dönüp arkadaşı ile konuşuyordu.
Kibarca susmasını ve dersi dinlemesini söyledim. Pek oralı olmadı.
Beş on dakika kadar sonra yine sevecen bir tavırla susmasını söyledim.
Bir müddet zaman daha geçti. Sekizinci sınıfa giden bu öğrencim bir taraftan beni gözlüyor diğer taraftan da konuşmaya devam ediyordu.
Çocuğa ciddi ve kararlı bir ses tonuyla;
– “Beyefendi tahtaya çıkar mısınız” dedim.
Şaşkın bir edayla
– ” Ben mi” dedi. Daha kararlı bir şekilde;
– “Evet evet sen hemen tahtaya!” dedim.
Çocuk biraz da tedirgin bir ruh haliyle tahtaya çıktı. Ne tür bir ceza vereceğimi tahmin edemiyordu.
Böyle durumlarda ara sıra uyguladığım bir teknik vardır. Çocuğu tahtaya çıkartır ve onunla röportaj yaparım. Ne sorduğumun pek de önemi yoktur esasında… Maksat çocuğu bir şekilde konuşturmak…
Bir insanı okumak, bir insanı tanımak, bir insanı keşfetmek… İşte bunun için çok güzel bir fırsat.
Önce adını soyadını ve memleketini sordum. Eften püften bir iki soru daha sorarak çocuğu rahatlattım. Artık o tedirgin hali kalmamıştı.
Özel bir kabiliyetinin olup olmadığını sordum. Tereddüt etti… Bir cevap veremedi.
Arkadaşları onun İngilizce konusunda çok yetenekli olduğunu söylediler.
İngilizcemin olmadığını söyledikten sonra kendisini bu ilgi alanından dolayı tebrik ettim. Kendimce birkaç espri yaptım.
Sonra ona okuldan çıktıktan sonra ne yaptığını sordum. Acele ile eve gittiğini ve oradan dershaneye gittiğini ve akşama kadar da ders gördüğünü söyledi.
Üzgün bir edayla;
– “Yani sen yedi saat dersin üstüne bir de dershanede mi ders görüyorsun?” dedim.
– “Evet hocam çok bunalıyorum” dedi.
– “Cumartesi pazar günü dershanen var mı peki?” diye sordum.
Pazar günleri dersi yokmuş ancak cumartesi günleri saat üçten akşam yediye kadar dershanesi varmış. Annesine kalırsa cumartesi sabahı da okuldaki kursa katılmalıymış. Ve sürekli annesi ondan ders çalışmasını ve soru çözmesini istiyormuş.
Bu arada sınıfta bir uğultu dolaşmaya başladı. Bazı öğrenciler kendi durumlarının da onunla aynı olduğunu söylediler.
Duyduklarımdan etkilenmiş ve biraz daha üzülmüştüm.
Çocuğa kendisi ile sohbet etmekten çok mutlu olduğumu söyleyip, yerine oturmasını istedim.
Bu kısa sohbetin ardından çocuk epeyce bir müddet dersi sessiz dinledi. Dersin sonlarına doğru tekrar dikkatinin dağıldığını ve konuşmaya başladığını gördüm.
Ona artık içimden bile olsa kızamıyordum. Çünkü en azından neden böyle davrandığını biliyordum… Beni de sabah akşam böyle bunaltsalardı heralde ben de aynısını yapardım…
Bir öğretmen olarak çocuğu anlamaya çalışmanın, empati kurmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettim. Onları daha fazla dinlememiz gerektiğini düşündüm.
Aydın Başar /08 11 2018/ İrfanDunyamiz.com