
Kur’an-ı Kerim’de kitap ehlini; Yahudileri ve Hristiyanları tanıtan yüzlerce ayet olduğunu belirttik. Onların Allah’a, vahye, risalete, peygamberlerin bizzat kendilerine, ibadetlere nasıl baktıkları bu ayetlerde açıklanmıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kur’an, inkâr ehlinden kimseyi övmez. Onlara sempati duymayı bile yasaklar. Özünde sevgi ve dostluğu da barındıran velayeti hiçbir kâfir gruba tahsis etmez. Kitap ehlini veli edinmemeyi ise defaeten vurgular.
Bu hükümlerden ve bakışlardan yola çıkan klasik ulemamız, iyilik ve erdemlilik kavramlarını kitap ehli için kullanmamışlardır. Hatta onlara sevgi duymanın itikadi bir tehlike oluşturduğuna atıflar yapmışlardır. Müslümanların tarih sahnesinde nüfus olarak çoğalmaları, hayatın öznesi olmaları, İslâm’ın süratle yayılması, Yahudileri ve Hristiyanları çok rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın yansıması olarak özellikle kilise belirli bir dönemden sonra, Hristiyanlığı dünya dini yapmak için çalışmalar yapmıştır.
Hâlbuki hem Hazreti Musa aleyhis selam ve İsrail oğulları peygamberleri, hem de Hazreti İsa aleyhis selam belirli bir kavme peygamber gönderilmişlerdir. Ellerindeki Matta İncilinde bile bu durum Hazreti İsa’nın dilinden teşbihli bir anlatımla şöyle ifade edilmiştir: “Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim.”1 Hazreti İsa, havarilerine; diğer milletlere ait yerlere gitmemelerini söylemiştir. Tüm bunlar Hazreti İsa’nın sahih şeriatının bile evrensel olmadığının kanıtlarıdır. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e gelen İslâm’ın dışında evrensel din ve peygamber yoktur.2
Misyoner faaliyetler
Hazreti İsa’nın İsrailoğullarına getirdiği dinin aslını bozanlar yüz yıllar sonra misyoner teşkilatlarını kurmuşlar ve herkesi potansiyel Hristiyan görmüşlerdir. Arkalarına aldıkları sermaye ile beraber dünyanın birçok yerinde çalışmalar başlatmışlardır. Özellikle Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkeleri misyonerlerin çalışma alanı seçilmiştir. Konuyu uzatmamak için, kapitalizme kiliselerin nasıl keşif kolluğu yaptıklarını ve kan döktüklerini burada anlatmayacağız. Çünkü kilise dünya sisteminin yedeğinde kapitalist sermayeye yol açmaktadır. Sermaye ona öyle bir görev vermiştir.
Özellikle de kapitalizm Protestanlık üzerinden yeni alanlar bulunmaya ve kitleleri dünya sistemine entegre etmeye çalışmaktadır. Kitap ehlinin hiç birisinin; Yahudilerin ve Hristiyanların insanlığa verecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Asıllarıyla bağlantısı kalmamış ve beşeri hüviyete bürünmüş bu dinlerin hayatın siyasi, iktisadi, hukuki, ahlaki gidişatına ait söyleyecekleri sözleri kalmamıştır.
İtikaden bozulmuş, ibadet yapısı unutulmuş bu dinler, müheymin olan Kur’an’a dönerek dinlerinin asıllarıyla yüzleşebilirler. Bu yüzleşme, onları mevcut batıl yapıyı terk etmeye çağıracağından dolayı kabul edilmemektedir. Her iki muharref dinin de en büyük rakipleri ve düşmanları İslâmiyettir. Tarih bunun şahididir. En son Müslümanı toprağa gömmeden bu düşmanlıkları bitmeyecektir.
Halkı Müslüman toplumlarda Hristiyanlığı yayabilmek için misyonerler; eğitim, sağlık, kültür ve yoksulluk konularında farklı siyasetler izlemektedirler. Misyonerlik tam bir yabancılaştırma projesidir. En kısa tanımıyla; kişiyi kendine, ailesine, çevresine, vatanına, kültürüne yabancılaştırma çalışmasıdır.3 Özellikle de Müslümanların çocuklarını İslâm’a yabancılaştırma projesidir. Bu yabancılaştırma siyasetinin sayesinde Müslümanlar çatışmasız gün geçirmemektedirler.
Müslümanlar arasındaki fakirlik ve sağlık sorunları onlar tarafından istismar edilmektedir. Eğitime ise farklı gerekçelerle müdahale etmektedirler. Hatta birçok halkı Müslüman toplumların müfredatlarının içerisinde misyoner parmağı vardır. İlkeli ve sinsi çalışan Vatikan ve Protestan kiliseleri, dünyayı Hristiyanlaştırma yarışına girdiler. Bu bağlamda Vatikan’ın ortaya koyduğu “Dinler Arası Diyalog” projesi Protestanlarca da işlevsel hâle getirildi.
Dinler arası diyalog
Dinler arası diyalogun amacını Papa II. John Paul eğip bükmeden ortaya koymuştur. Amaç; kilisenin insanları dinlerinden döndürme görevinin bir parçası olarak diyalog çalışmalarını sürdürmektir.4 Projenin hedef kitlesinde Müslümanlar da var. Onlarla ilgili ayrı bir yol ve politika belirlendi. Ülkemizin en üst seviyedeki dini kurumlarında “Dinler Arası Diyalog Daire Başkanlığı” ihdas edildi. Ülkenin akademisyenleri resmi toplantılar yaptılar. İlahiyat fakültelerinde muharref Hristiyanlık için; “İncil yazarlarının vahiy tecrübesi” diye bahsedildi.
Yahudi ve Hristiyanların da cennetlik olduğu pervasızca ve ilimden delillendirilmeden söylendi. Abant’ta onlarca toplantı düzenlendi. Talimatla Hristiyanlık propagandası yaptırıldı. Kelli felli hocalar ayetlere bile paranın hatırına yanlış mealler verdiler. Hazreti Muhammedsiz ve şeriatsız bir din projesi hazırladılar. Hristiyanlığın ilahi din olduğu ilan edildi. Çocuklarımız için hazırlanan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatında 2018’e kadar Yahudilik ve Hristiyanlığın semavi ve ilahi oluşu vurgulandı. Ülkemizdeki gençler; üç semavi ve ilahi dinden birini seçmeye ikna edildiler.
Akademik çevrelerden Hristiyanlık ve Yahudilik için mutlak küfürdür ifadesini kullanan çok az kimse oldu. “İbrahimi Dinler” modası salgın hâle getirildi. Bir iftar çadırında papazın Fatiha suresi okuması, gavura karşı sempatiyi artırdı. Hâlbuki bunlar Müslümanlar üzerinde derin çalışmaların sonucuydu. Zira inkültürasyon, İncil’in mesajını dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan halkların kültürlerine uygun hâle getirmektir.
Dinleri eşitlemeye çalıştılar
Katolik misyonerler, diyalog ve diğer metotlar vasıtasıyla, Hristiyan öğretilerin yayılacağı ülkenin kültür yapısı üzerinde önemli incelemeler yapmaktadırlar. Amaç, o kültürdeki unsurlarla Hristiyanlık arasında benzerlik kurabilmektir. Benzerlik kurulduktan sonra, Hristiyanlığın o kültürle nasıl uzlaştırılacağının tespiti yapılmaktadır.5 Öyle ki Din Kültürü ve Dinler Tarihi derslerinde bir ara Yahudilik ve Hristiyanlık kavramları, ritüelleri İslâm’ın terim ve kavramlarıyla açıklanma yoluna bile gidildi. Perhiz ile oruç, Efes ziyaretiyle hac, dua ile namaz birbirine karıştırıldı. Teslis inancındaki tanrı ile Allah aynı kabul edildi.
Aslı olmayıp unutulan ve kaybolan kitapların yerine uydurulan muharref kitaplar, Kur’an metniyle eşitlendi. Namazın bile orijinal ibadet olmadığını iddia eden sapıklar türedi. Bu durum çok büyük bir zihinsel kargaşa oluşturdu. Bir amaç uğruna yapılan tüm girişimlerin Müslümanlar tarafından yutulduğunu gören misyonerlerin iştahları daha da kabardı. Bol bol kilise evleri açıldı. Arasına dolarlar konularak çalışan kesime inciller dağıtıldı.
Heybeliada’daki Hristiyan buluşmaları adanın almayacağı kadar artırıldı. Ehl-i kitabı desteklemenin ve uluslararası toplantılarda Amerika ve Batı Avrupa’ya arka çıkmanın teolojisi yapıldı. Bu berbat işe katılmayan ve temiz kalan çok az insan kaldı. Sempozyumlar düzenlendi. Allah’ın ayetleri cımbızlandı; Habeş Necaşisi ve İslâm’ı kabul eden kitap ehlini öven ayetler günümüz Hristiyanlarına teşmil edildi. Daha da ileri gidildi ve Bakara suresi 62. ayet ve Maide suresi 69. ayet üzerinden dinlerin eşitliği veya ayniliği projesi hazırlandı.
Faruki ne demişti?
Arka plânına bakılmadan, metotsuzca, dilden ve dinden yoksun mealler kimseyi rahatsız etmedi. Ne dilciler ne de din alanında ihtisas yapanlar, bu bozuk meal yazarlarıyla ilmi bir zeminde tartışmadılar. Bu lakaytlık muharref dinlere; Yahudilik ve Hristiyanlığa semavi(!) betimlemesinin pekiştirilmesine sebep oldu. Bir çok konuda kalem oynatan hocalarımızın bu konuyu boş bırakmaları vebal değil mi? Müslümanların kendisine çok değer atfettiği İsmail Fâruki’nin şu görüşlerini Müslümanların anlayışına havale ediyorum:
“İslâm, (Yahudilik ve Hristiyanlığın) bu iki dinin hususi durumlarına uyum gösterir. Öncelikle hepsi Allah’ın dinidir…6 İslâm’da Hristiyanlar, sofulukları ve tevazularıyla Müslümanlara en yakın olarak yüceltildiler… İslâm, bir dinin en mantıklı şekilde kişiye verebileceği şeylerin daha fazlasını verir, diğer dinlerin peygamberlerini ve kurallarını, kitabını ve öğretisini kabul etmiştir. O dinin tanrısıyla kendi tanrısını bir ve aynı olarak belirlemiş ve her iki dinin mensuplarının Allah indinde dost olduğunu belirtmiştir.”7
Bu söylenenlerin Kur’an ve Sünnet’le hiçbir yakınlığının olmadığı açıktır. Bunları okuyan bir kimse asla kendi dininden vaz geçip İslâm’a meyletmez. Bize göre misyoner ağzıyla yazılmış ifadelerdir. Müslüman aydınlar ve araştırmacılar acaba bu değerlendirmelerine hangi İslâmî kaynakları dayanak almışlardır?
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Matta 15/24
2 Bak: A’raf 7/158: Enbiya 21/107; sebe’ 34/28
3 Altındal, Aytunç, Dünya Gazetesi, 5-6 Mart, 2005.
4 Marcello Zago, İnter Religious Dialogue, Following Christ in Mission, Editor: Sebastion Kardampel, Bombay, 1995, s.105.
5 Adam, Bâki, Din Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar, s.197.
6 Muharref oldukları defalarca vurgulanan, Allah’a oğul izafe ederek şirke giren Yahudilik ve Hristiyanlık için “Allah’ın dini” ifadesini kullanmak, Allah’a zulümdür. (Mehmet Sürmeli)
7 Faruki, İsmail Raci, İslâm Kültür Atlası, s. 214-216
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
İrfan Dünyamız Kendi İrfanımızı Keşfet!


