Habib-i Neccar kimdir?

Habib-i Neccar Allah yolunda şehid olmuş bir kahramandır. Türbesi Antakya‘da ziyaretgâhtır. Buradaki Silipus Dağı‘na ve bir camiye onun adı verilmiştir. Yâsîn Sûresi’nin 13-33. ayetlerinde anlatılan olay ile Kur’ân-ı Kerim’de ismi anılmaksızın kendisine işaret edildiği müfessirlerce kabul edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan bu olaya göre, Antakya halkı putperestti. Hazreti İsa’nın havarilerinden iki kişi, dini tebliğ için buraya elçi olarak gönderildi. Ancak halk direniş gösterdi. Bunun üzerine üçüncü bir elçi ile takviye edildiler. Fakat halk daha fazla karşı koyup; “Siz de bizim gibi insansınız” diyerek onları yalanladılar.

Koşarak geldi

Elçilerin şehirde bulundukları günlerde şiddetli bir kıtlık ve huzursuzluk hüküm sürüyordu. Halk bu uğursuzluğun elçilerden kaynaklandığını ileri sürerek onları uzaklaştırmak istiyorlar, elçilerse yılmadan mücadelelerine devam ediyor, başlarına gelen uğursuzluk ve huzursuzlukların kendi küfür, aşırılık ve azgınlıklarından kaynaklandığını onlara haykırıyorlardı.

Aralarında münakaşanın kızıştığı bu sırada şehrin öte ucundan yiğit görünüşlü birisi koşarak geldi. İşte bu Habib-i Neccâr’dı. Habib-i Neccâr hemşerilerine, elçilere cephe almamalarını, onlara tâbî olmalarını söylüyor, bu sûretle kendi imanını da ilan etmiş oluyordu. Halk buna çok öfkelendi ve elçileri bırakıp onu taşla- yarak şehid etti. Ama o, daha ruhunu teslim etmeden cennetle müjdelendi. Asi ve azgın halk da şiddetli bir gürültü ile yok edildi.

Müfessirlere göre havariler Antakya’ya girince ilk olarak Habib-i Neccar tarafından karşılandılar. Mesleği marangozluk olan Habib, iyi kalpli, merhametli, çalışıp kazanan ve günlük kazancının yarısını muhtaçlara dağıtan birisiydi. Bir mağarada ibadetle meşgulken elçilerin geldiklerini duyar duymaz onları karşılamak üzere koştuğu da hakkında ileri sürülen rivayetlerdendir.

Varaka bin Nevfel‘in görmeden Peygamberimize inandığı gibi, o da görmeden Hazreti İsa’ya inanmıştı. Elçilerin, iyi olmasından ümit kesilen hastaları şifaya kavuşturma gibi Hazreti İsa’ya ait mucizeleri herhalde keramet kabilinden göstermeleri sonunda iman etmiş olduğuna dair rivayetler de vardır. Nihayet onun da havarilerden biri olduğu, hatta Tevrat-İncil’den Peygamberimizin vasıflarını okuyarak giyaben ona da inanmış olduğu ilgili rivayetler arasındadır.

Gayret ve cesaret

Olayın Roma devrinde ve birinci yüzyılın ilk yarısında geçmiş olabileceği, putperest Romalılara karşı Hazreti İsa’nın havarilerinin verdiği mücadeleyi canlandırdığı düşünülebildiği gibi, ilk iki elçinin Hazreti Mûsâ ile Hazreti İsa’ya onları desteklemek için gönderilen üçüncü elçinin de Peygamberimize işaret sayıldığı, Habib-i Neccâr’ın da peygamberlere en güç şartlar içinde iman edip bu yolda sürdürdüğü cihad sırasında savunmasız kalan ve şehid olanları temsil ettiği de düşünülebilir.

Kur’ân-ı Kerim’in kendisine has üslubunda olaylardan ders alınması amaçlandığı için şahıs adlarına yer verilmemiştir. Bu bakımdan, müfessirler farklı bakış açılarıyla olayı yorumlamaya çalışmışlardır. Çeşitli vesilelerle sık sık okunan Yâsîn Sûresi’nin ikinci sayfasında tasvir olunan bu olayın mü’minlere Allah yolundaki gayretlerinde cesaret verdiği, onlarda cihad ruhu ve şehidlik idealini besleyip yaşattığı muhakkaktır. Şüphesiz manevî dünyamızı zenginleştiren bu olaydan kıyamete kadar her mü’min nasibini alacaktır.

Aslında Habib-i Neccâr’la ilgili olarak yorumlanan ayetlerin üslubundan anlıyoruz ki o, kavmini irşat için yepyeni bir metot uygulamıştır. O, herkesten önce kendisini muhatap almış, nefsine hitap etmiş, karşı tarafa da dolaylı yollardan mesajlar vermeye çalışmıştır. Bu da tebliğ ve irşat hizmetinde bulunanlar için ibret verici ayrı bir yöndür. Bu kıssada, bunca nimetleri ve varlığının ve kâinatı yoktan yarattığının bunca delilleri ortada iken Allah’ı inkâr etmenin ne büyük bir sapıklık olduğu da ifade edilmektedir (Bkz. Yâsîn, 24)

Tabiatıyla bu kıssanın ilk muhatapları Mekke putperestleri idi. Resûlullâh’a karşı koymaya, ona düşmanlığa, onu yok etme plânları kurmaya devam etmeleri halinde kendilerine Antakya ahalisi gibi helak olacakları anlatılmak isteniyordu. Belli ki Allah kendi yolunda canlarını bile fedaya hazır olan sevdiği kullarını düşman tanıyan, hedef alanları bağışlamıyor.

Yerleri gökleri titretir

Allah adamlarını kırmak, onlara bir fiske vurmak bile bağışlanmazken, onları öldürmek Allah’ın gazabını tahrik eden, yerleri, gökleri titretecek olan korkunç bela ve afetlere sebep olacak bir olaydır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Habib-i Neccâr’a kıyan asileri anında şiddetli bir gürültü ile helak etmiştir. Onlar bir anda âdeta bir kül yığını haline gelmişlerdi. (Bkz. Yâsîn 28-29). Kıssadan alınacak derslerden birisi de işte budur.

Allah’ın gazabına sebep olacak davranışlardan son derece sakınmak gerekir. Bir ilâhi sünnet olarak hak yoluna davet edenleri engelleyenlerin, onlara cephe alanların kötülüklerinin yanlarına kalmayacağı da bu kıssada vurgulanan bir husustur. Kıssada Habib’in acele, koşarak gelişi Allah yolunda insanları çağrı uğrunda zaaf ve gevşeklik gösterilmemesi gerektiğini belirtir.

Aynı zamanda peygamberlerin gayelerinin gerçekleşmesinde herkese vazife düştüğü kıssada verilen diğer bir mesajdır. Bunun gibi hak yolunun yolcularını yalnız ve desteksiz bırakmamak için onlara arka çıkmanın önemi belirtilmektedir. Çünkü Habib-i Neccâr’ın durumu Kur’ân-ı Kerim’de bu meziyeti dolayısıyla övülmüştür.

Ruhtaki olgunluk

Diğer taraftan Habib-i Neccar’da Cenâb-ı Hakk’ın birçok velilerde tecelli eden “Halim” ismi tecelli etmiş olmalı ki kendisi şehitlere mahsus bir üstünlükle cenneti görerek can verirken, hâlâ kavmine acımakta, onların bağışlanmasını temenni etmektedir. İşte bu tavır büyük veliler ve büyük irşat adamlarının ruhlarındaki olgunluğu ve bağışlayıcılığı gösteren enteresan bir örnektir.

Bu hal tarih boyunca sahabeden Ammar bin Yâsir, Hubeyb radıyallahu anhüma gibilerde ve İmam Rabbânî gibi irşatçılarda hep görülegelmiştir. Sahabe-i kirâm için bunun bol örneklerini Hayatü’s Sahabe adlı eserde göreceğimiz gibi İslâm büyüklerinin hayatları ve hallerinden ders almak için Ferîdüddin Attar‘ın Tezkiretü’l Evliya‘sı gibi eserlerde görebiliriz. Elbette bütün bunların menkıbelerinde sık sık Habib-i Neccâr’in fedakârlığından çizgilere ve izlere rastlanacaktır.

Tebliğ ve irşat alanında Habib-i Neccâr’dan alınabilecek daha pek çok dersler vardır. Herkes Yâsîn Sûresi’nin 2. sayfasını okudukça ve düşündükçe ümit ediyorum bu konuda kendisine yeni yeni doğuşlar ve ilhamlar olacaktır. Önemli olan buna ve bunu anlamaya talip olmamızdır.

Not: Bu yazı şu kaynaktan iktibas edilmiştir: Prof. Dr. Ahmet Coşkun, Sohbetler ve Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Kader, s. 33-36 (Başlıklar sitemize aittir.)

Prof. Dr. Ahmet Coşkun/ İrfanDunyamiz.com

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İnsanlar vardır baykuş gibi…

Kemal Bey, her pazar günü düzenli olarak İstanbul’da bulunan Belgrad Ormanları’na gider orada yürüyüş yapardı. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.