İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü başarıyla tamamlayıp diplomamı aldıktan hemen sonra 28 Temmuz 1985 yılında bir Cuma günü kızım dünyaya geldi. Ani bir sancıyla doğacağı anlaşılınca, hastaneye yetiştiremeyeceğimizi anladık. Hemen Timurtaş Uçar’ın ebe olan kayınvalidesine haber verdim, o da sağ olsun geldi ve yardımcı oldu. Onun bu yardımını burada kayda geçirmek istedim, Allah Teâlâ ondan razı olsun.
Geçmişte bir roman okumuştum. Roman bir aşk romanıydı. Romanda zengin bir ailenin çocuğu olan Bilal ve âşık olduğu fakir bir ailenin çocuğu Feyza figürleri vardı. Tabi ki zengin aile fakir kızı çocuğuna almak istemiyordu. Romanda Feyza’nın Bilal’e karşı davranışı, edebi, adabı, duruşu beni çok etkilemişti ve “Eğer evlenip bir kızım olursa adını Feyza koyacağım” diye kendime söz vermiştim. Kızımız dünyaya geldiğinde eşime olanları anlattım ve o da uygun gördü doğan kızımıza Feyza ismini koyduk. 1982 yılında doğan abisine ise daha önce de söylediğim gibi Mehmet Akif Ersoy’a olan sevgimden dolayı onun ismini koymuştum.
Tatlıya bağladık
Her çocuk doğarken rızkıyla doğar, derler gerçekten Feyza kızımız dünyaya geldikten sonra, eşimle birlikte biriktirmiş olduğumuz birikimimizle yatırım olsun diye bir arsa almaya karar verdik. Eşimin de iki bilezik ve bir kolyesini tekrar kendisine zamanı geldiğinde iade etmek üzere borç aldım ve Sabiha Gökçen Havaalanı yakınlarında Kurtköy civarında bir arsa satın aldım. Biz arsayı satın alırken Pendik Kurtköy civarında bir havaalanı yapılacağı söyleniyordu ancak Sabiha Gökçen ismi ile yapılan havaalanı çok daha sonra yapıldı.
1985 başlarında İstanbul’da üçüncü katta bir evde oturuyordum. Oğlumuz Mehmet Akif de 2,5- 3 yaşlarında idi. Çok sevimli ve hareketli bir çocuktu. Okuldan çabucak gelip vaktimi onunla geçirmek için can atıyordum. Bir gün eve yaklaştığımda baktım Akif eline aldığı bardak ve tabakları pencereden aşağıya atıyor. Aşağı düşünce de parçalanışını bir güzel seyrediyor. Birini attıktan sonra hemen koşup mutfaktan başka bir şey alıp onu da atıyor. Biraz durup seyrettim.
Akif benim karşıdan geldiğimi görünce sanırım yaptığının yanlışlığını anlayıp, hemen içeriye kaçtı. Yumurtayı ve çikolatayı çok severdi. “Bak bunları kırarsak artık paramızı bunların yenisini almaya veririz, yumurta ve çikolata almaya paramız kalmaz yavrum” dedim. O da; “Tamam babacığım bir daha yapmayacağım” dedi ve o şekilde işi tatlıya bağlamış olduk. Böyle durumlarda anne babalar çocuğa sevgi ile yaklaşırlarsa sorunlar çok daha kolay çözülür.
Nasip kısmet
Yine bir cumartesi günüydü evde oturuyorduk. Çok sevdiğim Gebze de oturan hemşerim İbrahim çatkapı bize misafirliğe geldi. Arkadaşım Pendik hayvan pazarından dört ya da beş tane yumurtlayan tavuk satın almış. Ayaklarını birbirine bağladığı hayvanları merdivenin başına bırakıp, içeri öyle girmişti. Akif de ortada dolaşırken kapıyı açıp, tavukları orada sakin sakin yatarken görmüş. Yumurtayı çok seven Akif; “Amca bu tavuklar yumurtluyor mu?” diye sordu. İbrahim de; “Evet yavrum. Fakat tavuklar sabahleyin yumurtlar, şimdi yumurtlamazlar. Baban seni bana getirdiğinde ben sana bu tavukların yumurtasından istediğin kadar hediye ederim” dedi.
Arkadaşım İbrahim’le oturduk çay içtik, sohbet ettik derken İbrahim; “Benim yolum uzun, bana müsaade, ben gideyim” dedi ve kapıya yöneldi. Merdiven başındaki tavukları eline aldığında bir de ne görelim, tavuğun bir tanesi o saatte yumurtlamış. Sonra İbrahim; “Akif bak senin kısmetini açık olacak, yumurta istiyordun ya tavuk seni kırmamış. Bir tane senin için yumurtlamış” dedi ve yumurtayı Akif ‘e verdi. Akif de çok sevindi.
Özel okul tecrübem
1985 yılı Ağustos ayı sonunda çok sevdiğim Ahmet Abi diye bir dostum vardı; bir gün bana; “Rüstem Üsküdar Fıstıkağacı’nda yeni bir kolej açılacakmış, öğretmen aranıyormuş, müracaat et, belki sen de kabul edilirsin” dedi. Ben o sıralar İlahiyat fakültesini bitirmiş öğretmenlik sınavlarının derslerine çalışıyordum. Bu teklifi duyar duymaz hemen oraya gittim. Bağlarbaşı’ndan Üsküdar’a inerken, sol tarafta Amerikan Kız Koleji’nin hemen arkasında Fazilet Erkek Lisesi adıyla yeni acılan bu okulu gördüm ve çok beğendim. İçeri girip gerekli müracaat işlemlerini yaptırdım, “Sonucu adresinize göndereceğiz” dediler.
Müracaatlar değerlendirildikten sonra benim okula kabul edildiğime dair davetiye mektubu adresime gelince çok sevinmiştim. Okulların açılışı ile birlikte Eylül başında ben de yeni öğretmen olarak okuldaki görevime başlamış oldum. Okulun kurucusu eski emekli Üsküdar müftüsü merhum Abdullah Yazıcı beyefendiymiş. Okulda ortaokulu yeni bitirip bu okulu kazanmış 200- 250 civarı yatılı bir o kadar da gündüzlü olmak üzere yaklaşık 500 öğrenci vardı.
Okulda göreve başladıktan sonra baktım benden başka üç tane daha İlahiyat Fakültesi mezunu arkadaşımız daha var. Arkadaşın bir tanesi Trabzon İmam Hatipten dostum yemekhanede beraber başkanlık yaptığımız bir arkadaştı. Hikmet Yalçınkaya, Mustafa Oğuz Güngör ve Mustafa Akçay ismindeki bu arkadaşlarımla beraber kolları sıvadık ve okula yeni başlayan bu yavrucaklara her konuda yardımcı olmak için gayret gösterdik. Arkadaşlar içinde benden başka evli barklı olan yoktu.
Görev yaptığımız özel okulda resmi olarak bir ya da iki tane din kültürü öğretmeni var diye bizler öğretmen statüsünde değil memur olarak gösteriliyorduk. Özel okul olduğu için aylık bize 80.000 TL ücret takdim ediliyordu. Hâlbuki resmi öğretmenler sanırım 25.000 TL ancak ücret alabiliyorlardı. Nereden nereye diye tabi düşünmeden edemiyordum. Vakfıkebir’de medrese usulü Arapça okuduğumdan 4- 0 yarışa geriden başlamıştım. Ve lise birinci sınıfa başladığımda da askere çağrılmıştım. Evet, öğretmen olmuştum hamdolsun ama hedefimde resmi bir kurumda öğretmen olmak vardı.
Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.