Fani dünya için, ikbal hırsı ile dininden, imanından ve davasından taviz veren din alimleri, tarihin her devrinde varola gelmiştir. Ancak bugünkü kadar mebzul miktarda da zannederim hiç görülmemiştir. İşte merhum Ali Yakub Cenkçiler Hocamız, günümüzün dünyalık endişe taşımayan, ikbal, yükselme, işbaşında kalma, şöhret sahibi olma gibi dince merdud şeyler peşinde koşmayan ender hocaefendilerden birisidir.
Türkiye’de şer’î ilimlerin tahsil olunduğu medreseler kapatılmakla beraber Yugoslavya’da devam etmesi sesebiyle; merhum hocamız memleketi olan Kosova- Gilan’da medrese tahsili yapmış müteakiben İslâm âleminin şöhretli ilim yuvası el-Ezher’de tahsile devam için 1936’da hicreti ihtiyar ederek Kahire’ye gitmişti. O günkü Mısır bambaşka bir Mısır, o zamanki el-Ezher apayrı bir Ezher’di.
Kral Faruk zamanının, Mısır’ında ilim taliplileri, dünyanın neresinden gelirse gelsin himaye görür, ulemâ baştacı edilir, bahusus el-Ezher; talebesi ve hocası ile elde götürülüp, başta tutulurdu. Din alimlerine alabildiğine hürriyet ve serbesti tanınmıştı. İlimlerini ve fikirlerini açıklama ve yayma hususunda sansür yoktu. el-Ezher, maddî ve manevî bakımdan refah ve hürriyet içerisinde idi. el-Ezher’den ve Şeyhülezher’den Kral bile çekinirdi.
Mısır’da Hasan ul-Benna, Yusuf ed-Dicvî, Hıdır Hüseyin, Şeyh Bahit ve Mustafa Sadır er-Refiî’ler, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Müderris Zâhid Kevseri Efendi ve Yozgatlı Hoca İhsan Efendi gibi Türkiye’den gelip yerleşmiş bir alimler ve mütefekkirler vasatı vardı. Herkes düşüncesini rahatlıkla yazar ve ifade ederdi; el-Ezher’de ve Mısır’da İslâm ilimleri devlet sansürüne tabiî değildi. (Yine de değildir ya..)
Dolayısıyla ilim ve fikir adamları hür ve muhtar (özerk) bir vasatta tam bir serbesti içerisinde tartışırlardı. Merhum Mustafa Sabri Efendi bu münakaşa ve münazara meydanının başpehlivanı idi. Başta Cemaleddin Efgani ve Abduh ekolünün takipçileri; Reşid Rıza, Akkad, Taha Hüseyin, Ferid Vecdi, Mustafa el-Meragi ve Hüseyin Heykel Paşa olmak üzere; kimleri tuşa getirmemişti ki Şeylülislâmımız.
Mısır’da herkesin sevgisini kazandı
İşte merhum Hocam Ali Yakub Efendi, Kahire’ye ayak bastığında kendisini böyle bir hareketli ve verimli bir vasat içerisinde buldu. Kısa zamanda Mustafa Sabri Efendi’nin sevgisini ve yakınlığını kazanması da; Mısır’ın bu ilim ve fikir vasatından pek ziyade müstefid olmasını temin etti. Bir taraftan el-Ezher’deki bir takım Türk talebelerine hocalık ve hamilik ederken, diğer taraftan Mustafa Sabri Efendi’nin dizinin dibinden ayrılmamaya çalışıyor, fırsat buldukça da el-Ezher’i hariçten bitirme imtihanlarına giriyordu.
Bu arada Sultan Abdülaziz’in torunu Şehzade M. Şevket Efendi’nin de hane halkından sayılacak kadar sevgisini kazanıyordu. Ben bazen kendisine: “Hocam siz ‘mahbubu’l kulüb’sünüz, sizi kim sevmez ki?” derdim. Hakikaten kısa zamanda merhum Şeyhülislâm ve merhum Şehzade’nin gönüllerinde öyle bir taht kurmuş ki, Mustafa Sabri Efendi ve Şevket Efendi devlet başkanları dahil her kiminle görüşseler yanlarında muhakkak Ali Yakub Hoca’mız bulunsun isterlermiş.
Hatta merhum hocamdan dinlemiştim: Bir defasında Mısır’ı ziyaret eden Arnavutluk Kralı Zogo, Şeyhülislâmımızı da ziyaret etmek istemiş, Mustafa Sabri Efendi, Ali Yakub Hocamız’a bu ziyarette beraber bulunması için çok ısrar etmiş. Hocamız da, “Aman Efendim, Kral bir devlet başkanı ben hangi sıfatla Şeyhülislâm- devlet başkanı görüşmesinde bulunacağım, belki zât-ı âlinizle sûret-i mahsusada görüşeceği şeyler vardır” diyerek birlikte bulunmayı kabul etmeyince, merhum Sabri Efendi: “İnadçı Arnavud” demiş ve hocamıza epey gücenmiş.
Tasavvur buyurun: Krallar, devlet ricali, ulemâ, udebâ, mütefekkirler gurbetteki Osmanlı Şeyhülislâmı’nı ve Şehzâdesini ziyaret edecekler ilim ve fikir meclisleri akdolunacak, siz de o meclislerin başmüdavimi olacaksınız, bir taraftan Ezherlilik, diğer taraftan Kahire Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki memuriyet dolayısıyla kitap, mecmua ve her milletten ilim adamı tanımak imkanı… Bütün bu nimetleri yanyana getirdiğinizde, Ali Yakub Hocamızın çok şanslı bir yetişme vasatına sahip olduğu açıkça ortaya çıkar.
Daha sonra Kahire Üniversitesi’ndeki lektörlüğü dolayısıyla yeni ilim çevresinden edindikleri; Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Sırpça, Arnavutça ve Boşnakça bilmesi sayesinde elde ettiği geniş tetebbu ve araştırma imkânı… İşte bütün bunları göz önüne getirdiğimizde karşımıza değişik bir hoca tipi çıkmaktadır.
Farklı bir hocaydı
Evet, hakikaten Hocam Ali Efendi, bildiğimiz hoca standardının dışında bir zattı. Bizim kendilerine yetiştiğimiz Hocaefendilerin cümlesinde müşterek hususiyet olarak: İlmi Arapça metinlere ve ulumu şeriyyeye vukufiyyetin mevcudiyetini gördük. Gelgelelim; Arapça kitabet ve hitabet, avam-havas herkesin konuştuğu Arapça’yı anlamak, gazete, mecmua diline aşina olmak…
Bunlar hemen hemen yoktu, bizim yetiştiğimiz eski Hoca Efendilerde. İslâm dünyasının muasır ilim ve fikir adamlarını, yayınlarını pek tanımazlardı. Garp lisanlarını bilmezler ve dolayısıyla garplıları yakinen tanıyamazlar, İslâm hakkındaki düşüncelerini, Müslümanlara besledikleri kini ve bu kinden kaynaklanan hücumlarından haberdar olamazlardı.
Ali Yakub Hocamız ise, Doğu’yu ve Batı’yı; tarihi, coğrafyası, sosyolojisi, felsefesi ve edebiyatıyla bilirdi. Arapça kitabet ve hitabet onun için Türkçe’den kolaydı. Avamca ve havascası ile Arapça; onun anadili gibiydi. Sosyalizm, kapitalizm, komünizm, Titoizm, Maoizm, Darvinizm, Freudizm, Existansializm gibi şeylere, nazariyesi, tarihi tatbikatı, zaafları ve gülünç tarafları ile çok iyi vakıftı. İslâm âleminin ve özellikle Arap dünyasının; liderleri, siyasî-içtimaî, fikrî cereyanları ile, Amerika ve Rusya karşısındaki hakiki durumları ile, Batı Hıristiyan ve Yahudi dünyasının İslâm âlemine kurduğu tuzakları ile çok iyi bilirdi.
Mısır’da kuvvetli bir şer’i tahsili tamamladıktan sonra memleketine dönüp, İslâm tebliğcisi olmayı düşünen Hocamız, çeyrek asır Mısır’da geçen çok verimli günlerinden sonra, Türkiye’ye yerleşip Müslüman Türkler’e hizmet etmek düşüncesine kapılır. Zaten Zâhid Kevseriler, Mustafa Sabri Efendiler, İhsan Efendiler, Hasan ul-Bennalar terk-i dünya ettikten sonra artık Mısır’ın Hoca için tadı-tuzu kalmamıştır. Hele Abdün-Nasır’ın ilme, âlimlere ve el-Ezher’e indirdiği darbelerden, sönen fikri vasattan ve Müslümanlara uyguladığı zulüm ve işkenceden sonra artık Mısır’ın Ali Yakub Hoca’mıza vereceği bir şey yoktur.
İşte bu mülahazalarla merhum Hocamız, Türkiye’ye yerleşmeye karar verir. Ancak sevenleri, dostları ve üniversite buna rıza göstermez. Hocamız, Türkiye hayali ile yanıp tutuşmaktadır. Türkiye’ye dönecek, hemen Türk vatandaşlığına geçecek ve kendisine ilim çevreleri kucak açacak, böylece O, hayalindeki hizmet yarışına başlayacaktır.
Kaynak: Dr. Necdet Yılmaz, Ali Yakub Cenkçiler Hatıra Kitabı, İstanbul: Dârülhadis 2005, s. 115-118. İsmi geçen kaynaktaki merhum Osman Öztürk Hocamıza ait yazıdır.
Prof. Dr. Osman Öztürk
İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Ali Yakup Cenkçiler Hocamıza ve ilminden ve feyzinden istifade ettiğim Osman Öztürk Hocama Cenabı Hak garik-i rahmet eylesin mekanları cennet olsun.