Güvercin Gerdanlığı kitabı üzerine

Onuncu yüzyılda Endülüs’te yaşamış düşünür ve bilgin İbni Hazm’ın “Güvercin Gerdanlığı” adlı kitabını okuyunca, seküler kesim için harika edebi bir eser olduğunu, Müslüman kesim için ise uygun ve edepli bir kitap olmadığını müşahede ettim. Beğenenler beğenir, vebalini düşünmeden tavsiye edenler de edebilir ancak biz tercihimizi insanları bu kitaptan sakındırmak yönünde yapıyoruz.

İnsanların ölçüleri biraz tuhaftır. İbni Hazm’ın ismini silip bu kitabı birlerine gösterecek olsak, en azından “bu ne edepsiz kitapmış” diyecek olanlar, yazarın İslam âlimi olmasından ötürü yetmiş çeşit savunma mekanizması geliştirebiliyorlar. Bütün bu savunucu sözlerden Allah’a sığınıyoruz. Böylesi kimselerin daha fazla sinirlerinin bozulmaması için, onlara bu yazıyı burada bırakıp başka işlerle meşgul olmalarını öneriyoruz.

Yazının bundan sonraki kısmını okuyacak olanlara da niçin bu kitabı uygun bulmadığımızı izah etmek istiyorum. Bu kitabın konusu iddia edildiği gibi aşk ve sevgi değil insanların çoğunun düştüğü flört dediğimiz helal olmayan buluşmalardır. Birileri sevdikleri insanların bütün güzelliklerini sayıp dökerek, kötü bakışların iştahına bir şeyler sunabilirler, ya da gizli buluşmalarındaki yedikleri naneleri anlatmayı edebiyat sanabilirler. Bunun edebi eser olduğunu söyleyebilir, ibret olduğunu da iddia edebilirler. İşte bu kitap baştan sonra bu tür mevzuları anlatmaktadır.

Zaten bu kitaptaki konuların günümüzün ölçüsüz Müslümanlarını rahatsız etmeyeceğini baştan itiraf ediyoruz. Ve sizler bu sözlere katılın diye de söylemiyoruz. Bize dini kitap, hikmetli kitap diye sunulmasa zaten bu eleştirileri de yapmayacaktık. Şimdi maddeler halinde niçin bu kitabın sakıncalı olduğunu izah etmeye çalışalım.

1 Müstehcen hikâyeler var

Kitaptaki çok yersiz bir konuyla başlayalım. Kitabın 217. sayfasında beş kez hacca giden Hind isimli kadının gemiyle hacdan dönerken yaşadığı pornografik olaylar kitapta açık açık anlatılmaktadır. Genç ve çocukların özellikle bu kitaptan uzak durmaları gerekir. Sembolizm, teşbihler falan söz konusu değil, açık açık edepsizliğin anlatılması söz konusudur. Bu ifadeleri bizim burada nakletmemiz mümkün değil. Fakat yine iftira atmadığımızı ispat etmek ve sakındırmak için iddiamızı delillendirmemiz icap etmektedir. Bunun için diğer örnekleri anlatacağız.

2. Fantezi tarzı şeyler anlatılıyor

İnançlı ve genç olduğunu söylediği birisinin kendisine naklettiği bir olaydan bahsetmektedir. Genç adam bir cariyeye âşık oluyor. Bir gün hep beraber parklarda bahçelerde geziyorlar. Akşam olunca kara bulutlar çıkıyor ve yağmur yağıyor. Devamı kitapta şöyle anlatılıyor: “Herkese yetecek kadar örtü yoktu. Amcam örtüyü bana fırlattı, cariyeye de benimle beraber aynı örtünün altına sığınmasını söyledi. Hiçbir şeyden kuşku duymayan o insanların gözü önünde elde ettiğim zevki düşünsene! Yalnızlığa benzeyen olağanüstü bir birliktelik. Vallahi o günü hiç unutamadım.’ İyi anımsıyorum bana bu öyküyü anlatırken tüm organları keyfinden oynuyordu.”(s.123)

Kitapta nefsani zevklerin bu denli tasvir edilmesi ancak nefsaniyeti tahrik etmekten başka acaba ne faydası olabilir? Yazar niçin böyle bir şeyi anlatıyor? Bu hangi dini ölçülere sığar? Eğer bir insan günah işlemiş ise bu anlatarak özendirmek ne derece doğrudur?

3. Günahı özendiriyor

Kavuşma bahsinde İbni Hazım sevgili ile gizli buluşmaları özendirici olarak anlatıyor ve şöyle diyor: “Gözetleyicilerin düzenledikleri oyunları bozarak üçüncü kişilerin boşboğazlığından sakınarak, bıyık altından gülme, mahsustan öksürme, gizlice ellerini birbirine değdirme, belinin yan tarafını sıkma, elini ayağını tutma gibi yollarla gizlice gerçekleştirilen kavuşma, nefis üzerinde çok tatlı bir etki bırakır. Bu konuda şu dizeleri yazdım: Gizli buluşmanın öyle bir tadı var ki aleni buluşmada bu tat yoktur. Bunun öyle bir zevki vardır ki çölde kum tepeleri arasında yürüyormuşçasına etrafı kollarsın.”

4 Bol bol öpüşme bahsi var

İbni Hazım kitabın “kavuşma” başlığında yazdığı şiirinde sevgilisini öptüğünü şöyle anlatıyor: “Kalbimin bağlandığı sevgili var ya, dedim; işte bir gün tehlikeye rağmen onu öyle bir öptüm ki. Ömrüm boyunca o anı hiç unutamam ve ömrümün tümüne bedel sayarım.” (s.115)
Bir sonraki sayfada öpmeyle ilgili bir başka şiirini naklediyor: “Sevgilim önce beni geri çevirmişti ama sonra bana bir öpücük verdi; o zamana kadar sönmüş olan aşk ateşim birden alevlendi.” (s.116)

Devlet büyüklerinden birinin oğluna delicesine gönlünü kaptıran güzel bir genç kızın hikâyesini anlatan İbni Hazım, kızın sevdiğini açıklayamadığını, en sonunda sabrının tükendiğini ifade ettikten sonra : “Kız ayrılmak üzere ayağa kalktı, oğlanın üzerine eğildi ve dudaklarından öptü.” (s.118) diyor.

Bu kızın hikâyesini anlattıktan sonra da şöyle devam ediyor: “Kişisel olarak kendim için söyleyeyim, kavuşma suyunu içtim ama bu susuzluğumu arttırmaktan başka bir işe yaramadı. İşte bu durum hastalığının çaresini yine hastalığında arayanların durumudur, böylece acısı birazcık da olsa yatışır.” (s.218)

Bu cümlelerin ardından yine kendi hayatından anlatmaya devam ediyor: “Sevdiğim kişileri elde etmede yine hiçbir insanın ulaşamayacağı noktalara ulaştım, ancak ben yine de durmadan daha fazlasını istiyordum.” (s.118)

5 Yersiz anekdotlar var

Müslüman hassasiyeti ile düşünenlerin, bir yazarın bu tarz şeylerden bahsetmesini yadırgamalarını anlamak gerekir. Bu eseri sıradan birisi yazmış olsa, zaten bu tür mevzuları konu edinmeyiz. Mesela mektuplaşma başlığında diyor ki: “Adi ve aşağılık bir adamın sevgilisinden aldığı mektubu cinsel organının üstüne koyduğunu duydum. Ne aşağılık bir davranış. Nasıl bir sapıklık!” (s.81) Her ne kadar bu adi bir davranıştır dese de böyle bir şeyi nakletmesi gerçekten insanın yüzünü kızartan gereksiz bir şeydir. Her bulduğu çirkin şeyi yazmaması gerekirdi.

6. Hikmetten uzak tavırlar var

“Mervan oğullarının özellikle Nasr’ın çocuklarının tamamının sarışınları üstün tutmak gibi doğal eğilimleri vardı” (s.73) diyen İbni Hazım sarışınları tercih eden bu aileden bahsettikten sonra kendisi de sarışınlarla ilgili şiirini naklediyor. “Sarışındır diye onu benim gözümden düşürmeye çalışıyorlar. Benim gözümde onu güzelleştiren de budur dedim onlara. …Allah’ın yarattıkları içinde hikmetten en uzak olanlar koyu renkli ve siyaha çalan renkleri yeğ tutanlardır. Kara, cehennem sakinlerinin rengidir, kara çocukların ölümüne ağlayıp yas tutanların rengidir.” (s.75) Bu sözlerde bir edebiyat olabilir ama sarışınların güzelliğinden bahsederken kara renkli olanları bu derece yermesi hikmetle bağdaşır bir durum değildir. Zaten kitabın bu tür dünyevi lakırdılarla dolu olması derekesini göstermektedir.

7. Kadınlara yönelik bakış açısı sorunludur

İbni Hazım şöyle demektedir: “Sudan krallarının yaşam öykülerini okudum. Bunlar kadınlarının korunması için emin oldukları, güven duydukları bir erkeği bırakıyorlar. Bu erkek de kadınlara yün eğirtiyor, böylece sürekli olarak bir işle uğraşmış oluyorlar. Kadının evde işsiz kalması durumunda mutlaka erkelerin peşinden koşacağını, hararetle onlarla ilişki kurmayı arzu edeceğini söylüyorlar. Şahsen ben de kadınları gözlemledim ve başkalarının hiçbir zaman öğrenemeyeceği sırlarını öğrendim. Çünkü ben onların dizlerinin dibinde yetiştim, yanlarında büyüdüm.” (s. 102)

Sudanlı kadınlarla ilgili okuduğu bu ayıp ithamları nakletmesi cidden hastalıklı bir bakışın ürünü değildir de nedir acaba? Hangi Müslüman böyle bir cümleyi ailesine okutabilir? İşte biz de bunun için bu kitaptan insanları sakındırmak istedik.

Kadınlar boş kaldığı zaman sapıtır kabilinden sözleri edep ölçülerine sığdıramıyorum. Nitekim kendisi de kadınlara karşı beslediği kötü zannı şöyle ifade ediyor: “Onlardan gördüğüm şeylerin hiçbirisini unutmuyorum. Bu da bende doğuştan var olan kıskançlıktan, onlar hakkında beslediğim kötü zandan ileri geliyor.” (s.102)

Eğer hala bu cümlelerdeki ağır ithamların farkına varamadıysanız “Sudan” kelimesini silin ve kendi ırkınızı veya memleketinizi koyun. Ne kadar ağır ve aşağılayıcı olduğunu görün. Bir milletin kadınlarına yönelik namusla ilgili böyle bir atıf yapılmasını asla kabul etmemiz mümkün değildir.

Sonuç:

Yazar da iyi bir şey yapmadığının farkında olmalı ki ta onuncu yüzyılda kitabının sonunda böyle bir kitap yazdığı için kınanacağını tahmin ettiğini söylüyor. Hem bu kadar uygunsuz şeyler anlatıp hem de kitabının sonunda şöyle söylüyor:

“İnsanların sözlerinin de amelleri arasında sayıldığını biliyorum. Eğer bu anlatılanlar yazarını sorguya çektirecek boş ve yararsız sözler değilse, inşallah affedilebilir küçük günahlar kategorisine girecektir. Yoksa üzerine azap gerekecek büyük ve çirkin günahlardan değildir kesinlikle; hele hele hakkında nas bulunan büyük günahlardan hiç değil. Biliyorum bağnaz hasımlarından kimileri böyle bir kitap yazmamdan dolayı beni kınayacaklar ve ‘O prensiplerine karşı ters davrandı ve benimsediği doğru yolundan ayrıldı’ diyeceklerdir. Yüce Allah ‘Ey inananlar zandan çok sakınınız, çünkü kimi zanlar günahtır” (Hucurat, 12) diye buyuruyor.” (s.249)

Biz görevimizi yaptık. Bazı kesimlerin tepkisini çekeceğini biliyoruz. Bütün bu anlattıklarımıza rağmen, bilhassa nakletmeyi uygun görmediğimiz müstehcen ifadelere rağmen, bu işin vebalini düşünmeyenlere, edep dışı lakırdıların azabı celbettiğini hatırlatarak, Cenab-ı Hakk’ın şu ayet-i kerimesini Allah’tan korkanların dikkatlerine arz ediyoruz:

“Mü’minler içinde bîedebâne sözlerin şüyu’ bulmasını arzu edenler için muhakkak Dünya ve Âhırette elîm bir azâb vardır ve siz bilmediğiniz halde Allah, bilir” (Nur Suresi, 19)

Cenab-ı Hak bizi de kitabın yazarını da çevireni de yayıncısını da affetsin.

Aydın Başar

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.