İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. Anadolu’nun bir köşesinde kendisini elli sene önce tanıyanlar bile onun babacan tavırlarını ve hoş sohbetini unutmamış. 2024 itibariyle bu güzel insanın vefat haberini aldığımda uzun yıllar önceki yaşadığım hatıralar gözümde canlandı.

Merhum Neşet Özerdem Bey sadece bende değil birçok insanda iz bırakmıştı. Sosyal medyadaki taziye mesajlarına baktığımda bunu daha da net gördüm. Boyabat’ta mal müdürü iken, kendisinin çocuk yaşlarda olduğunu ifade eden hemşerim Erol Erdoğan Bey uzun yıllar sonra bir vesile ile telefonuna ulaşarak kendisiyle görüştüğünü söylüyordu.

Zor zamanlar

Bir söz vardır; zor zamanda iş yapmak zor zamanda görev almak herkesin harcı değildir. Evet o dönemler hakikaten zor olmasına rağmen, o günlerden kalan hatıralara dönüp bakınca bir tatlılığın, bir letafetin, bir güzelliğin esintilerini hissediyoruz. Bizler 1980 öncesi okuduk, okullarımızda sağ sol davaları vardı. Sağcılar ve solcular arasında tansiyon hiç düşmezdi.

Düşünün çocuk denecek yaştasınız, fikir savaşlarının, ideolojik çatışmaların ortasında kalmışsınız ve bu ikilem arasında doğru yolu bulabilmek hakikaten çok zordu. Rabbime şükürler olsun İmam Hatip yıllarımda Milli Türk Talebe Birliği ile başlayan sosyal faaliyetlerimiz ve dünya görüşümüz elhamdülillah sonrasında da aynı istikamette devam etti.

80’li yıllarda devlet dairelerinde namaz kılan memur ve idareci görmek çok zordu. İşte böyle bir dönemde Boyabat’ta mal müdürlüğü yapan Neşet Özerdem Bey inançlı yaşantısıyla dikkatimizi çekmiş ve gönlümüze girmişti. Kendisi ile tanışmam şöyle oldu. 1982 senesinde İmam Hatip Lisesinden mezun olduğumda Diyanet İşleri Başkanlığından burslu olduğumdan Eylül ayında imtihana çağırdılar. Ekim ayında Boyabat’ın Engilekin köyü Karandu mahallesindeki bir camiye ilk görev olarak tayin oldum.

Selam ver

O yollarda genç bir imam olarak kendimi yetiştirmem gerektiğini düşünüyor ve çok kitap okuyordum. Bu yüzden de gözüme ağrılar giriyor, çoğu zaman duramıyordum. Bunun üzerine doktora gittim ve doktor bir gözlük yazdı. Sinop’tan kendime bir gözlük aldım. Tabii bizim ödediğimiz paradan hariç maliyeden belli bir ücret almam gerektiği söylendi. Bunun için Boyabat Mal Müdürlüğü idaresine müftülüğümüzden yazılan evraklarla beraber gittim.

Evraklarımızı mal müdürü görüp imzaladıktan sonra vezneden ödeme yapılacaktı. Müdür beyin kapısında sıra vardı. Sıram gelince kapıyı vurdum ve içeri girerek bir baş selamıyla Müdür Bey’e evraklarımı uzattım. Müdür Bey bir evraka baktı, bir de bana baktı. Başını kaldırarak; “Siz İmam mısınız?” diye sordu. “Evet imamım efendim” dedim. “Niçin selam vermeden giriyorsun o halde?” deyince biraz utandım.

O zamanlarda bende biraz hazır cevaplı durumları da vardı. “Müdür bey” dedim; “Nereye selam vererek gireceğimizi biliyoruz ama sizin selama karşı tavrınızı bilmiyoruz.” Çünkü o zamanlar selam vermek bile belli bir grubun adamı olduğunu ima eder gibi bir anlama geliyordu. Eğer karşınızdaki imansız bir tipse tersleniyordunuz. Allah’ın selamına alerjisi olanlar vardı.

Çay söyledi

Müdür Bey; “Hocam lütfen selam vererek kapıdan yeniden girer misiniz?” dedi. Göreve yeni başlamış toy birisi olduğumuz için büyüğümüz bize böyle bir ders vermek istemişti. Fakat ben yine de sevindim ve çok memnun oldum, çünkü öyle bir makamda selamın önemini kavramış bir kimseyi görmek o yıllarda pek rastlanan bir şey değildi.

Hemen dışarıya çıktım, yeniden selam verip Müdür Bey’in yanına geldim. Kendisi bu sefer ayağa kalkıp bana yer gösterdi. Oradaki görevli arkadaşa; “Hocama bir çay getirir misin” diyerek seslendi. Bir taraftan çaylarımızı yudumluyor, bir taraftan da sohbet ediyorduk. Nerede görev yaptığımı, nereden mezun olduğumu, ne tür kitaplar okuduğumu, ne tür dergileri takip ettiğimi birer birer soruyor ve benden aldığı cevapları duyunca da sanki; “Benim aradığım hoca işte bu” derecesine yüzüme bakıp gülümsüyordu.

O zamanlar İslam, Ribat, İcmal ve Altınoluk dergilerinin hepsini aboneydim. Okumayı çok seviyordum. Maaşımın belki yarısı kitaplarıma gidiyordu. Çünkü talebelik zamanında babamın maddi durumu sebebiyle pek kitap alamamıştım. Her ay postadan kitaplar geliyordu. Müdür Bey ile sohbetimiz hayli uzadı ve benim ismimi bir yere not alarak beni kapıya kadar uğurladı.

Dostluğumuz demlendi

O zaman genç müftümüz Taşköprülü Ahmet Faruk Kuluş hocaefendiydi. Beni Kemal Dede camiinden emekli olan çok muhterem rahmetli Hafız Sabri Çırak hocamın emekli olduğu camiye Hasan Şimşek hocamla beraber görevlendirdi. Mal müdürümüz Neşet Özerdem Bey ile dostluğumuz işte bu camide demlenmeye başladı.

Göreve ilk başladığımda bana; “Hocam, ben Şafii mezhebindenim. Senin arkanda namaz kılmak istiyorum ve benim mezhep kurallarıma uyarsan çok sevinirim” diyerek bir hatırlatmada bulunmuştu. Bilmeyenler olabilir hatırlatayım, biz imamlar zaten cemaat içindeki farklı mezhepleri de dikkate alarak abdest ve namazda belli şeylere dikkat ederiz. Bu hassasiyetimizi kendisine söyleyince memnun oldu.

Görev harici zamanlarda camimize geliyor ve cemaatimize katılıyordu. Namazdan sonra da Urubun Ali’nin kahvesinde birlikte çay sohbeti yapıyorduk. Kendisi ile artık daha sık görüşüyor ve sohbet ediyorduk. Gömleğinin cebinde bir A4 kağıdı taşıyordu ve zaman zaman açıp o kağıda bakardı. Bir gün kendisine bu kağıdı sorduğumda kağıdı bana uzattı. Kağıtta inci gibi el yazısıyla yazılmış bir sayfa Kur’an-ı Kerim yazısı vardı.

Kur’an-ı Kerim’den her gün bir sayfa yazdığını ve o gün onu mutlaka ezberlediğini söyledi. Bu davranışını görünce hakikaten kendisine sevgim bir kat daha arttı. Kendisi Siirt’li olması dolayısıyla Arapçası çok güzeldi. Sonradan öğrendim ki Siirtli meşhur alim Molla Halil’in torunlarındanmış. Hafızası çok kuvvetliydi, bir yerden bir şey okuduğunda noktası virgülüne kadar o şeyi bizlere aktarıyordu.

Çok hassas bir insandı. Bakkaldan bir şey alırken aldığın şeye sarılacak gazeteye bile dikkat ederdi. Özellikle seçer, müstehcen ve gayri ahlaki yazı ve resim olan gazeteleri kesinlikle aldığı şeylerin dışına sardırmazdı. Hatta gazeteden yapılmış kese kağıdını bile inceleyerek o şekilde alışveriş yapardı. Bir gün; “Bu gazete benim evime giriyor, benim eşim, çocuklarım o gazetedeki resim ve yazılardan etkilenip günaha girmesinler diye özellikle buna dikkat ediyorum” diyerek bir açıklama yapmıştı.

Heyecanımı kırdı

Bir gün Müftü Bey; “Osman Hocam bu cuma sen vaaz et” diyerek beni merkez Beyazıt (büyük) Camii’ne gönderdi. Ben de vaaz kürsüsüne çıktım, konuşmaya başladım, belki 10-15 dakika konuştum. Bir baktım, Mal Müdürü ile Müftü Bey geldiler benim karşıma oturdular. Yeni yeni vaaz ettiğimiz için bir anda beni bir heyecan bastı. Heyecanlanmanın bir sebebi de Neşet Bey gözünü bana çevirmiş hiç başka bir noktaya bakmadan vaazı öyle dinliyordu.

Neredeyse vaazı bırakıp aşağı inmeyi bile düşündüm. O kadar dikkatli bakıyordu ki elim ayağım birbirine dolandı. “Bir gözlerini aşağıya çevirirse yine devam edebilirim” diye içimden geçiriyordum. O esnada Neşet Bey’in sürekli kullandığı bir söz aklıma geldi. “Değerli cemaat” dedim; “Çok sevdiğim bir abimizin bir sözünü burada zikretmeden geçemeyeceğim. O da şudur: ‘Bir avuç buğdayın içerisine aynı büyüklükte taşlar karıştırsak kuşlar buğdayı mı yer taşları mı yer? Elbette ki buğdayı yer. O halde Müslüman da kendine faydalı olan şeyi alıp zararlı olan şeyleri terk etmesi lazımdır”

İsim vermeden kendisinin sözünü naklettiğim için hoşuna gitti ve gülümseyerek başını aşağıya eğdi. Ben de derin bir nefes alarak vaazıma büyük bir iştiyakla devam ettim. Namazdan çıktığımızda Müdür Bey; “Osman Hocam hakkını helal et, bugün senin heyecanını artık yenmeni arzu ettiğim için gözünün içine baktım. Tebrik ediyorum çok güzel bir manevra ile benim başımı indirdin.”

Artık o günden sonra heyecanımı yenmeyi başardım, artık devlet ricali gelse heyecanlanmadan vaaz verebilirdim. Efendim işte ben böyle güzel bir insan tanıdım. Her gittiği yerde yanında ya müftü bey ya da ben olurdum. Beni yakınında tutarak beni aynı zamanda kollamış da oluyordu. Neticede ben göreve yeni başlamış bir imamdım, kendisi ise ilçede belli başlı bir müdürdü.

Böyle güzel bir ağabeyimiz o devirlerde bizlere sahip çıktı. Davasına da sahip çıktı, mertçe kendini belli etmekten kaçınmadı. Merhum Neşat Özerdem müdürümün Boyabat’tan giderken; “Boyabat’ta unutamayacağım hatıralarla gidiyorum” demişti. Evet biz de kendisini unutmadık. Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekanı, makamı cennet olsun. Yakınlarına, sevenlerine sabr-i cemil ihsan eylesin.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Bugün insanlık olarak egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın, menfaatçiliğin ve bizi insanlıktan uzaklaştıran her türlü kötü duyguların girdabından kendimizi kurtarmak istiyorsak, bir boyacı sandığı ile ailesini geçindiren İsmail Amca, koyunlarını sağıp sütünü hediye eden Kerime Yenge, kurlar kuşlar yesin diye ağaçlara aşı yapan Kadir Dede, misafir ağırlamayı seven Ahmet Amca, sözünde duran Marangoz Kara Mehmet ve mesleğinin hakkını veren hademe Yaşar Abi gibi şahsiyetlerin güzel, samimi ve sade hayatlarını okumalı ve onlardan ilham almalıyız. Bizi yeniden diriltecek olan ruh bu ruhtur. İşte bu duygularla İrfanDunyamiz. com olarak güzel ve sade hayatları sizlerle buluşturma gayretindeyiz. Sizler de bu güzel içerikleri sevdiklerinizle paylaşabilir, iyiliklerin, faziletlerin, erdemlerin yayılmasına katkı sunabilirsiniz.

Sade Hayatlar ↗

Bize kaybettiklerimizi hatırlatan, ilham veren sade hayatlar tanımak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. Rabbim Neşet dayımıza rahmeti ve bereketi ile muamele etsin inşallah iyi bir mümindi mertti sılai rahme çok önem veren çok değerli bir şahsiyetti onu hiç unutmayacağız

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.