Günümüz dünyasında popüler olmak adına neler neler yapılıyor. Yeter ki şöhret olayım, yeter ki benim de adım duyulsun diye milyon liralık harcamalar yapılıyor. İnsanlar elbette etkileniyor. “Keşke ben de yapsam, keşke ben de gitsem, keşke benim de olsa” diyoruz. Demesek bile içimizden geçirir gibi oluyoruz.
Bir seferinde Avrupa’dan karayolu ile Hazerfan Akademisi adını verdiğimiz minibüsümüzle dönerken Makedonya’nın başkenti Üsküp’e uğramıştık. Üsküp’e ulaştığımızda akşam olmak üzere idi. Bizi misafir eden Üsküplü Adem Kalkan kardeşimizin ev sahipliğinde otelimize yerleştik. Otelde biraz dinlendikten sonra ev sahibimiz Üsküp’ü gece ışıkları altında bizi gezdirmişti.
Dikkatimi çekti
Şehrin her iki yakasını da gördük. Bir tarafta devasa heykeller, diğer tarafta ise dağın tam tepesine büyükçe yapılmış haç işareti. İnsana bu manzara şu ayeti hatırlatıyordu: “Siz her yüksek yere bir anıt (alamet, sembol) dikerek eğleniyor musunuz?” (Şuara, 128)
Dikkatimi çeken bir husus da şehrin Müslüman yakasının görünümü idi. Sanki Osmanlı döneminde gelen dervişler geri dönmüşler de orası yetim kalmış gibiydi. Çarşılar yine var. Çeşmeler yine var. Camiler yine var. Ama sanki suyu çekilmiş kuyu misali. Burada bir şey eksik diye içimden geçirip biraz üzüldüm. O üzüntüyle de fazla gezmek istemedim. “Sabah gezeriz” dedim ve hep beraber otelimize döndük.
Sabah namazını Üsküp’ün en eski Osmanlı Camisi olan Mustafa Paşa Camii’nde kıldık. Namazda camide 10-15 kişi anca vardı. Cami imamı kardeşimiz, müezzin ve namaza gelen cemaat bilinçli Müslüman kardeşlerimizdi.
Cemaatten bir kardeşimiz dedi ki: “Maalesef burada kalınması buraya sahip çıkılması gerekirken parayı tercih edip kaçtılar, kaçkın oldular.” Kardeşimizin bu sitemi bize şu ayetleri hatırlattı: “İnsanların diriltileceği gün ve Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme!” (Şuarâ, 87-89) Mehmet Akif Ersoyne güzel söylemiş:
İmandır o cevher ki ilâhî ne büyüktür.
İmansız olan paslı yürek¸ sinede yüktür.
Kalbe levha
Namaz sonrası genç kardeşlerimizle ayrı ayrı eğitim amaçlı keşfe çıktık. Tarihî Osmanlı çarşılarının içinde minibüs kaptanımız Beytullah Sakin Bey’le kahveye oturduk. Kahvehanenin sahibi genç bir kardeşimizdi. İçebileceğim neler var diye bakmak için kahvehanenin içine girdim. Sonra üst kata çıktım. Şaşırmıştım. İç kısmı Osmanlı dönemi kıraathanelerini andırıyordu.
Masada gazeteler ve üst katta kitaplar vardı. Türkçe bildiği için Üsküplü bu genç kahvehane sahibine sordum: “Buraya Türkiye’den ya da diğer Müslüman ülkelerden çok misafir geliyor, nasıl, memnun musunuz? Kendinizi garip hissetmiyorsunuz değil mi?“ Verdiği cevap o kadar ilginçti ki hepimizin kulağına küpe değil kalbine levha olsun:
“Hocam ekşi sütten yoğurt olur mu? Ekşi süte yoğurt mayası katsanız ne olur ki? Tutmaz. Evet, herkes geliyor, herkes elinde buraya maya getiriyor, kendince. Hem de kaliteli mayalar. İyi niyetle geliyorlardır elbette. Ama burada eksik olan saf süttür. Sütünüz ekşimemişse yoğurt mayası işe yarar; o süt yoğurt olur. Ekşiyen sütten anca peynir olur, o da olduğu kadar işte. Saf sütten kastım tasavvuftur.
Osmanlı döneminde gelen dervişlerimiz gelip buraya ben hocayım, ben şu vakıftan geliyorum, ben şu dernekten geliyorum ya da ben şu firma adına geliyorum demedi. Sadece geldi ve esnaf oldu, işçi oldu veya çöpçü oldu. İnsana dokundu, insanların içinde yaşadı. Ve nihayet insanı kazandı.
Yani buradaki insanları süt gibi beyaz yaptı. Şimdi gelen kardeşlerimiz evet çok geliyorlar ama tarihi yerlerimizi geziyorlar, bol bol fotoğraf çekiyorlar, video çekiyorlar. Hatta yıkılmış tarihi eserlerimize sahip çıkıyorlar. Cami ve okul yaptırıyorlar. Güzel hizmetler bunlar. Ama bizim kalbi diri tutacak mayaya ihtiyacımız var.”
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem ne güzel buyurmuş: “İnsan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.”(Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108.)
Demek ki göle maya çalacak “Nasreddin Hoca”ların yüreği, “Hoca Ahmet Yesevi”lerin mütevazılığı, “Yunus Emre”, “Hacı Bektaşi Veli”lerin heyecanı lazım bize…
Fahri Sarrafoğlu/ Yüzakı Dergisi
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.