Kur’an-ı Kerim’de “riba” kelimesiyle ifade edilen faiz, insana ve emeğe karşı işlenen en büyük suçlardan biridir. Bu özelliğinden dolayı Hazreti Âdem’den itibaren bütün peygamberler faizin yasak olduğunu bildirmişlerdir. Yasak olduğunu bildirmekle kalmayıp faizin ortadan kalkması için çözüm odaklı bir mücadele de vermişlerdir. Peygamber Efendimiz de Veda Hutbesi‘nde ebedi olarak yürürlükten kaldırdığını bütün insanlığa ilan etmiştir.
Çünkü faiz, mal emniyetini yok eden, fakiri daha fakir, zengini de daha zengin yapan insanlık dışı bir muameledir. Daha doğrusu, bir insanlık suçudur. Emeksiz kazançların en kötüsüdür. Vade veya aynı tür mallardaki kalite farkından dolayı paranın para doğurmasıdır.
Cahiliyede faiz
Cahiliye Dönemi’nde vadeye bağlı paranın para kazanmasına “riba’n-nesie” denilmiş; aynı tür malların kalite farkından dolayı değişimine bağlı artı gelir getirmesine de “riba’l-fadl” adı verilmiştir. (Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.234) Her ne kadar toplumumuzda “riba’l-fadl” uygulamaları olsa da bugünkü bankalarda ve tefeciler arasında yaygın olan faiz, Cahiliye Dönemi’nin nesie faizine benzemektedir.
Cahiliye faizi kaynaklarımızda şöyle tanımlanmıştır: “Kişinin birisine belirli bir süreye kadar borç verip süresi dolduğunda borçlu ödeme yapamazsa vadeyi uzatıp faiz/kâr oranını artırmasıdır.” (Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Beyrut, 2005,Te’vilat, c. II, s.272. )
Yukarıda beyan ettiğimiz gibi bankalardaki faiz uygulaması bu tarifin aynısıdır. Bu durum gösteriyor ki cahiliye; hayatın vahiy dışı görüşlerle, ideolojilerle anlamlandırılmasıdır. Allah’ın emir ve yasaklarının iktisadi alan dâhil hayatın hiçbir boyutunda hesaba katılmamasıdır. Bireysel veya kolektif hevanın hayatın belirleyicisi olmasıdır. Hâlâ da varlığını şekil değiştirerek ve geliştirerek; farklı ideolojik formlara bürünerek en radikal biçimde devam ettirmektedir.
Modern cahiliyenin ruhu ve kalbi olan faiz, tarihin akışı içerisinde aklıselim insanlar tarafından hoş karşılanmamıştır. Hiçbir dönemde bugünkü kadar da revaç bulmamıştır. Zira faizin revaç bulması toplumda insaniyet duygularının tamamen öldüğünün göstergesidir.
Modern cahiliyenin ruhu ve kalbi olan faiz, tarihin akışı içerisinde aklıselim insanlar tarafından hoş karşılanmamıştır.
İlmihal okunmalıdır
İnsanların faizden korunabilmeleri için dinimizin ticaret hukukunu içeren emirlerini ve yasaklarını iyi öğrenmeleri gerekir. Bu emirler ve yasaklar muhtasar şekilde ilmihâl kitaplarında mevcuttur. Her kim ki hangi işle meşgul oluyorsa dinimizin o konudaki emir ve yasaklarını bilmesi üzerine farz bir görevdir. Bu görevi hatırlatma babında Hazreti Ali radıyellahu anh şöyle buyurmuştur: “Bir kimse ticarete başlamadan önce dini konularda derin bir anlayış elde etmeyecek olursa faize batar ve sonunda faiz batağında boğulur”
Aynı şekilde Hazreti Ömer radiyellahü anh de; “Dinde derinleşmeyen kimseler bizim pazarlarımızda alış veriş yapmasınalar…” uyarısını yapmıştır. (Es-Semerkandi,Ebu’l-Leys Nasr. B.Muhammed,Tenbih’ü-l Gafilîn, Beyrut, 2014, s.345. )
Bu uyarıların ne kadar karşılık bulduğu Müslüman esnaf arasında ne kadarının ticaret ilmihâli okuduğuna dair yapılacak istatistikle belli olur. Faizin yaygınlık kazanması kul haklarının ve sömürünün topluma yerleşmesi ve zulmün kabul görmesiyle alakalıdır. Bu nedenle selef âlimleri faizin, zinanın, stokçuluğun, ölçü ve tartıda hilekârlığın ve uyuşturucunun tabana yayılmasını toplumların kıyameti olarak görmüşlerdir. Bütün bu kötülüklerden kurtulmak için Allah Resulünün şu hadisini iyi kavrayıp içselleştirmek şarttır: “Şüpheli olanlara karşılık içerisinde hiçbir şüphe olmayanları tercih et…” (Tirmizi, sünen, Sıfatü’l- kıyame, 2518.)
Kur’an-ı Kerim faizin haram olduğunu Mekkî ayetlerde de bildirmiştir. Şu ayet bunun kanıtıdır: “İnsanların servetlerinde artış sağlansın diye faiz kabilinden verdiğiniz şeyler, Allah katında herhangi bir artışa vesile olmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için verdiğiniz, (vicdanınızı, servetinizi, sosyal bünyenizi arındıran, berekete vesile olan) zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat artıranlardır.” (Rum 30/39.)
Mekke Dönemi’nde siyasal hâkimiyeti eline alamayan Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem ve müminler bu müzmin hastalığa o dönem engel olamamışlardır. Çünkü ellerinde hiçbir yaptırım gücü yoktur. Allah Resulü, insanların vicdanını harekete geçirmek suretiyle bu günahı engellemek istemiş ama Mekkeli zenginler varlık alanlarını ve ticari hayatlarını faize borçlu oldukları için, İslâm’ın bu emrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Riba-n nesie ve riba-1 fadl denilen iki tür faiz uygulamasını da yapmışlardır. Menfaatleri yok olacak endişesiyle faizi yasaklayan İslâm’a savaş açmışlardır.
Darül Harpte faiz
Burada şu konuyu bir defa daha açmakta yarar görüyoruz. Mekke siyasal statü olarak “Dar’ü-l harb” olmasına rağmen faiz yasaklanmıştır. Siyasal erk Müslümanların elinde olmadığı için bu haram muameleyle uğraşanlara ve alın terini sömürenlere Peygamber Efendimiz bir şey yapamamıştır. Zira hududun ve tazir cezalarının uygulanabilmesi için hukukun kaynağının Kur’an-ı Kerim ve Sünnet olması, velayet makamının da Müslümanların elinde olması şarttır. Fakat ahlaken de olsa faizin Mekke’de yasaklanması dar’ü-l harpte de kimsenin malını zulmen yemenin meşru olmadığının tescilidir. Bu ifadelerimiz imamlarımızın cumhurunun kanaatidir.
Bu bağlamda şu tespitleri önemsiyoruz: “Faizin haram kılınması mutlak bir nehiydir. Zimmet ehlinden olan Yahudi ve Hristiyanların mallarını dahi faizle almak haram olduğuna göre Müslümanların mallarını faizle yemek daha da haramdır. Müslümanlar için faizli muamele asla caiz değildir. Faizli muameleler kişiyi cehenneme girdirir ve asla yardım da görmez.” (Cemaluddin Yusuf bin Hilal es-Safedi, Keşf’ül esrar ve hetk’ü-l estar, İstanbul,2019, İsav yay, c.I,s. 307.)
Bir Hanefi kaynağından aldığımız bu görüş bizim için oldukça manidardır. Hanefilerin dar’ü-l harpte kâfirlerle yapılan faizli muameleleri caiz gördüklerini iddia edenlere bir cevaptır. Burada bilinmesi gereken; faiz Mekke’de Rum suresinin 39. ayetiyle ilk defa yasaklanmış ve Medine döneminde ise siyasal velayetin Müslümanlara geçmesiyle beraber gerekli idari ve cezai tedbirler alınmıştır.
Bütün bunlara rağmen İmam Ebu Hanife’nin küfre karşı olan çok radikal bir görüşünden hareketle dar’ü-l harpte faiz caizdir diyerek gerek ülkemizde ve gerekse Batı Avrupa’daki Müslümanlar için bankalardan faiz alınabileceğini söyleyenler; dünyadaki yeni bankacılık sistemini ve paranın seyrini kasıtlı olarak bilmezlikten gelmektedirler. Yeni bankacılık sisteminde aslan payı banka sahiplerine ve garantörü olan çok uluslu şirketlere akmaktadır. Ayrıca Müslüman nüfusun yoğun olduğu Avrupa devletlerinde Müslümanlar (!) da paralarını bankalara yatırmaktadırlar veya bankalardan kredi çekmektedirler. Dolayısıyla bu mantıkla hareket edenler kendi dindaşlarını da sömürmektedirler.
Asıl unutulmaması gereken ise kapitalizmin kalbi sayılan bankalar, mudilerinin paralarıyla ayakta durmaktadırlar. Para yatıranlar sermaye sahipleri vasıtasıyla daha çok sömürülmektedirler. Bu bağlamda daha garip olan ise dar’ü-l harp konusunda bu söylem sahiplerinin hiç de samimi olmamalarıdır. Eğer böyle önemli bir görüşü savunuyorlar ise ülkemiz için ortaya bir cihad ve çalışma fıkhı koymaları gerekir.
Hâlbuki bu kişi ve gruplar ülkemizdeki sağcı kapitalist icazetli siyasetin ve masonların gönüllü ucuz oy depolarıdır. Ülkenin siyasi kimliğini dinen adlandıranların hayatları tutarlı ve velayet konusunda ilkeli olmaları beklenir. Ülkenin siyasi kimliğinin adını oyduktan sonra masonların peşinden yürümek sadece bir projeye köle olmaktır. Hem kapitalizme ve liberalizme taşeronluk yapıp sonra da din adına insanları bankalara köle yapmanın sahih İslâmî anlayışla hiçbir ilgisi yoktur.
Allah Teâlâ faizle ilgili uyarılarını sürekli yapmış ve Medine Dönemi’nin başlarında şu ayeti indirmiştir: “Ey iman edenler! Kat kat artırarak faiz yemeyin. Allah’a karşı takvalı olun ki kurtulasınız.” (Âl-i liman 3/130.)
Bu ayet, faizin hem haram olduğuna hem de kat kat faiz alarak mal artırımının yasaklığına işaret etmektedir. Ayetteki asıl amaç ise katlamalı faizin yasak oluşu değil; kâfirler arasındaki verili durumun çirkinliğine ve faizden kazanılan şeyleri yemenin haram oluşuna dikkat çekmektir. (Maturidi, Te’vilat, c. II, s. 476.)
En son ayetleri hesaba katmadan bu ayetteki “kat kat” ifadesinden faizin bir kısmına meşruiyet çıkarmak ileri bir cehalet örneğidir. Dile ve dilin inceliklerine, deyimlere hâkim olamamanın ortaya çıkardığı vahim bir durumdur. Ya da banka patronlarına yol açmak için tedrici bile göz önünde bulundurmayı hesaplayamayan usulsüz/metotsuz yaklaşımdır.
Büyük günahtır
Yeni bir toplum inşasında birçok hikmetleri gözeten Yüce Allah, ayetlerin tedriciliği sürecinde nihai değerlendirmesini Bakara suresinde yapmıştır. Faizli alışverişlerle ilgili şu ve benzeri ayetlerde olduğu gibi faiz yiyenler hakkında çok ağır ifadeler kullanmıştır:
“Faiz yiyenler (mezarlarından) şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, ticaret de tıpkı faiz gibidir demeleridir. Oysa Allah ticareti helal, faizi haram kılmıştır. O hâlde her kim kendisine Rabbinden bir öğüt ulaşır da (faizcilikten) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir. Onun (ahiretteki) durumu Allah’a kalmıştır. Fakat kim de yeniden (faizciliğe) dönerse, işte onlar cehennem halkıdır ve ebediyen orada kalacaklardır.” (Bakara 2/275.)
Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ve tedebbürle okuyan kişiler bilirler ki cehennemde ebedi olarak kalacak olanlar bütün türleriyle inkâr üzerine ölen kâfirler (Bak: Maide 5/72; A’raf 7/40; Beyyine 98/6.) ve bilerek bir Müslüman’ı öldüren kimselerdir. (Bak: Nisa 4/93.) Burada fıkhi ve kelami tartışmalara girmeden literal bir okumadan hareketle vardığımız bir sonucu paylaşıyoruz.
Allah celle celalüh insan emeğine ve alın terine vermiş olduğu değerden dolayı faizli alışverişi de bu saydığımız günahlara adeta denk tutmuş ve yukarıdaki ayette bunu açıkça beyan etmiştir. Faiz yiyenlerin de cehennemde ebedi kalacaklarına Bakara Suresinin 275. ayetinde vurgu yapmıştır.
Şu ayette de faizle ticaret yapanlara Allah ve Resulünden savaş açıldığını bildirmiştir: “Ey iman edenler! Eğer (Allah’a) gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun da (geçmişten) kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin. Şayet bunu yapmayacak olursanız Allah’tan ve Peygamberinden (size bir) savaş açıldığını bilmiş olun. Fakat tövbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne zulmedin ne de zulme uğrayın.” (Bakara 2/278-279.)
“Fezenu” kelimesinin başındaki hemzeyi ‘katı’ okuduğumuz zaman ayetin anlamı; “helal sayarak faizli muamele yapanlara savaş açılacağını bildirmek/ilan etmek” demektir. Bu çerçevede ibni Abbas’tan(ö: 68/687), şu rivayet gelmiştir: “Kim helal kabul ederek faiz alıp vermeye devam eder ve vaz geçmez ise, İmam/halife tarafından önce tevbe etmeye çağrılır; bu çağrıya rağmen faizli muameleleri terk etmezse boynu vurulur.” (Maturidi, Te’vilat, c. II, s.272.)
İbni Abbas’a ait bu kanaat tabiinin en büyük temsilcilerinden olan ve birçok sahabi ile görüşen Hasan el-Basri tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Faizli muameleden vaz geçmeyenleri eğer varsa imam/devlet başkanı önce tevbeye davet eder. Tevbe ederlerse silah çekilmez, şayet faiz alıp vermeye devam ederlerse savaş açılır.” (Basri, Hasan,Tefsir, c. I, s.110.)
Aslında İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri’nin görüşleri faizli muamelenin ve emek sömürüsünün İslâm’da insanın can emniyetini ortadan kaldıran bir suç olduğunun beyanıdır. Olayı salt öldürme şeklinde yorumlamak doğru değildir. Buradaki vurgu insanların emeklerini çalmanın ve emeksiz kazanç sağlamanın toplumsal zararlarıyla alakalıdır. İnsanlık için çok büyük zararlar oluşturan ve insani düşünceleri yok eden faize karşı denk bir ceza verilerek zulüm ve sömürü önlenmek istenmiştir.
Faize kurumsal destek
Bakara Suresi’nin 281. ayeti ki faizle ilgili ayetlerin kapanış ayetidir. Kur’an’ın en son inen ayeti olduğu söylenmektedir. Bu görüşü Hazreti Ömer’in (ö.h.23/644) şu sözü doğrulamaktadır: “Kur’an’ın son inen ayet(ler)i faiz (riba) ayetleridir. Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem bunları bize detaylıca açıklayamadan vefat etti. Bu nedenle faizi ve faiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.” (Ibni Mace, Ticaret, 58, h.no: 2276, c.II, s. 764; Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.235.)
Peygamber Efendimiz sallelahu aleyhi ve sellem, faizi “İnsanı ahirette helake götüren en büyük yedi günahtan birisi” olarak saymıştır. (Buhari, 23, Vesaya, c.III, s. 195; Ebu Davud, 12, Vesaya, 10, h.no: 2874, c.III, s. 294; Nesai, Vesaya, 30, h.no: 12, c.VI, s. 257; Beyhaki, Vesaya, 36, h.no: 12667, c.VI, s. 464.) Kul hakkı olması ve sömürüye zemin hazırlaması nedeniyle “Bir dirheminin bile zinadan ağır günah olduğuna”(Ahmed, Müsned, c. V, s. 224.) vurgu yapan Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, zamanın kötü yöndeki siyasal ve sosyal değişimiyle faiz yemeyecek kimsenin neredeyse/ istemeyerek de olsa kalmayacağını şöyle haber vermiştir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Hiç yemeyene bile tozundan/buharından bir şeyler bulaşacaktır.” (Ebu Davud, 17, Büyû, 3, h.no: 3331, c.11I, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h.no: 2278, c.II, s. 765; Nesai, Büyû, c.VII, s. 243; Hakim, Müstedrek, c.II, s. 13.)
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Hiç yemeyene bile tozundan/buharından bir şeyler bulaşacaktır.”
Hadis-i Şerif
Öyle ki Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem, sadece faizle ticaret yapıp kazancını yiyen kimselere değil, faize kurumsal anlamda destek verenlere de şu hadiste olduğu gibi şiddetli uyarılarda bulunmuştur: “Allah faiz yiyene de, kâtiplerine de, şahitlerine de lanet etsin.” (Ebu Davud, c.III, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h.no: 2277, c.II, s. 764.)
Faize kurumsal desteği yasaklayan bu hadis aynı zamanda faizin kurumsallaştırılmasını da yasaklamaktadır. Lanet ifadesini çok az kullanan Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem faizle ilgili tembihat kabilinden bu ifadeyi kullanmışsa, bunun temelinde yatan ana düşünce; toplumdaki fiyat artışlarından ahlaki gidişata, sosyal ilişkilerden siyasal yapılanmaya kadar negatif etkisi olan faizin ne olduğunu kavramasındaki temel dinamiklerdir.
“İnsan için elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık olmadığını” (Beyhaki, İcare, 15, h.no: 11691, c.VI, s.209.) belirten Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem; “Şüpheli olmayana karşı şüpheli şeyleri (hemen) terk et, çünkü hayır kalbinin yatıştığında, şer de şüphe duyduğun ve kalbinin yatışmadığı şeydedir.” (Hakim, Müstedrek, Büyû, h.no: 2169, c.II, s. 16.) buyurmuştur.
Faizli sitemin afetleri
Faizin yürürlükte olduğu bir sistemde ne can ne de mal ve namus emniyeti olur. Hele de faizin meşru sayılarak hürmetinin inkâr edildiği yerlerde din emniyeti de kalmaz. Emniyetlere sahip çıkılmadığından dolayı faizin meşru görüldüğü bir siyasi nizam İslâm nazarında gayri meşrudur. Böyle bir siyasi sistemi tüm emniyetlerin garanti altına alındığı İslâm nizamı ile değiştirmek ve bu uğurda mücadele vermek Müslümanların üzerine farz bir görevdir.
“Faizin yetmişten fazla babının/kapısının.” (Abdurrezzak, Musannef, h.no: 15344, c.VIII, s. 314; İbııi Mace, Ticaret, 58, h.no: 2275, c.II, s. 764; Heyseıni, Mecmau’z-Zevaid, c.IV, s. 117.) olduğunu söyleyen Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, uygulamadaki çeşitliliğe; farklı isimlerle faizi işler hâle getirmeye dikkat çekip bu yapılanmanın yanlışlığına işaret etmiştir. Terhip ifade eden bu rivayetleri anlamak istemeyen seküler kafa, rivayetle ilgili rasyonel değerlendirmeler yapsa da hadisin anlamı gayet açıktır: İnsanların çeşitli oyunlarla mallarını alıp emeklerini sömürmek zinadan bile beter bir suçtur. Çünkü faizle uğraşanlar sadece insanın malını değil her şeyini meta haline getiren sonra da iğfal etmesi için sermayenin önüne atan zalimlerdir.
Az önceki çıkışıyla Peygamber Efendimiz, faizin bireysel ve kurumsal uygulamalarının haramlığının derecesine dikkat çekmiştir. Faizle ilgili tüm uygulamaları insanlık suçu, emek katilliği ve fakirliğin yaygınlaşmasının etkenlerinden gördüğü için Veda Haccındaki meşhur hutbesinde: “Faizli alışverişlerin uygulamadan kaldırıldığını” (Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilü’i-Âsâr, h.no: 3498, c.IV, s. 168.) duyurmuştur.
Hatta hileli yollarla icra edilen “ıyne ’’ alışverişini faiz kabul etmiş ve şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Iyne alışverişi yapar (faizle gelir elde ederseniz), öküzün peşine takılarak ziraatçiliğe razı olur da cihadı da (tamamen) bırakırsanız, Allah Teâlâ size öyle bir zillet musallat eder ki siz (iman ve uygulamadaki bütün ayrıntılarda) dininize yeniden dönmedikçe bu zilleti üzerinizden almaz.” (Ebu Davud, 17, Büyû, 56, h.no: 3462, c.llI, s.741.)
Hadisteki “Öküzün kuyruğuna yapışmak/ peşine düşmek” ifadesi, dünyevi çıkarlarımızın dinimizin önüne geçmesi ve hayatı bu materyalist anlayışla anlamlandırmamıza işaret etmektedir. Ölene kadar maddi şeyler peşinde koşup ahireti unutmaktır. Hayatın kötü gidişatına müdahale etmeyip firavunların sınırlarını çizdiği ısmarlama bir hayata ve bunun kurumsal hâli olan siyasal yapılanmaya razı olmaktır. Sıradanlaşmaktır. Toplumum kucağına düşüp edilgen bir yaşayış tarzını öne çıkarmaktır. Öyle ki İbni Abbas (ö: 68/687); “Faizli muameleleri terk etmeyen kimselerin sadakalarının, haclarının ve cihadlarının kabul olunmayacağını söylemiştir.” (Hazin, Ali b. Mııhanmıed, Lübab’u-t Te’vil, trsz, c.I, s. 224.)
Esasında İbni Abbas’ın sözünü iyi değerlendirmek ve araştırmak gerekir. Zira amellerin kabul olunmaması dini bir emri inkâr veya haramı helal kabul etmek nedeniyle olabilir. Yahut da kul hakkının büyüklüğünden dolayı büyük sahabi böyle bir uyarıyı yapmış da olabilir. Ayrıca unutulmamalı ki İbni Abbas’ın bu değerlendirmeyi Peygamber Efendimizden duyma ihtimali de vardır.
Faiz insanlığın afeti
Faizli muamelelerde insanlığa zarar vermek söz konusudur ki Peygamber Efendimiz bu tip ticareti büyük günahlardan kabul etmiştir. (Beyhaki, Sünen-i Kübra, Vesaya, 8, h.no: 12586, c.VI, s. 444.) İşte bu ulvi anlayışa göre bir dirhem faizli alışveriş zinadan beter görülmüştür. (Ahmed, Müsned, c.V, s. 224.)
Böyle bir yaklaşım nedeniyle, vatandaşlarının din ve mal emniyetini korumayı amaç edinen adil siyaset pratiğinde, faizle uğraşanlar önce uyarılır, tazir edilir ve tövbeye çağırılırlar. Bütün bunlara rağmen faiz yiyenler, haramda ısrar ederlerse onlara karşı savaş bile ilan edilebilir. (Hazin, a.g.e, c.I, s. 225.)
Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem Mekke’yi fethedince Attab bin Üseyd’i (ö.h.2/634) vali atamıştır. O da faizin her türlüsünün kaldırıldığını insanlara ilan etmiştir. Buna rağmen Amr Oğulları, Muğire Oğullarındaki faiz alacağını tahsil etmekte direnmişlerdir. Genç vali Attab, bu durumu Resulullah’a bildirince; “Eğer bu kabile faizli alış verişten vazgeçmeyecek olursa onlarla savaş” emrini vermiştir. (Şevkani,a.g.e,s.237)
Bu uygulamanın amacı, insanları sömürtmemek ve kul haklarını ihlal ettirmemektir. Emeğe saygının kutsal olduğunu bütün zaman ve mekânlardaki herkese öğretmektir. Faiz ise emeksiz kazancın ve emek sömürüsünün başında gelmektedir.
Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’e ümmet olduğunu iddia eden Müslümanların gerek ayetlerdeki, gerekse peygamberlerinin dilindeki bu ağır ifadelere rağmen faize ve faiz kurumlarına radikal bir bakış edinemeyişleri ve emek sermaye ortaklığına dayanan faizsiz alternatif kurumlar üretemeyişleri şaşılacak bir durumdur.
Yeterli ilim adamlarının olmasına rağmen siyasetin ve sermayenin bu insanlara sahip çıkarak antikapitalist kurumlar oluşturamayışı, halkı Müslüman ülkelerdeki siyasal yapılanmanın dünya ticaret merkezinin kontrolündeki icazetli siyasete ram olmalarının da bir kanıtıdır.
Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem: “Kişi sakıncalı olmayanı bile sakıncalı olana düşerim endişesiyle terk etmedikçe takvalı bir kul olma mertebesine kesinlikle ulaşamaz” (Suyuti, Cami’u-s Sağir, h.no: 9943, c. II, s. 586.) buyurmuştur.
Bu tavsiyesiyle Peygamber Efendimiz bizleri yediklerimiz, içtiklerimiz ve kazandıklarımızda itinalı olmaya davet etmiştir. Müslümanlar şüpheli şeylere karşı teyakkuz hâline getirilmiştir.
İnsan yediği şeydir
Daha önce de belirttiğimiz gibi, “İnsan yediği şeydir.” Yedikleri içtikleri insanı madden ve manen etkiler. İbadetimiz, ahlakımız, siyasetimiz ve ticari işlerimizdeki istikamet, yediklerimizle doğrudan alakalıdırlar.
İnsani ve İslâmî terakkinin doğru yönde ilerlemesinin etkenlerinden birisi de kazanç yollarını kılı kırk yararcasına helalinden sağlamaktır. Kaynağı bilinmeyen şeyleri kendimizin ve aile fertlerimizin boğazlarından geçirtmemektir.
Şüphelilerden sakınıp mubahlar hususunda bile duyarlı olmaktır. “Vadesi dolmamış bir alacağı daha azıyla peşin satmayı veya peşin ödenmesi gereken bir karşılığı (uzun) vadede daha fazla bir parayla kâra dönüştürmeyi” Resulullah nehiy etmiştir. (Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 130.)
Kısacası O, bir satışta iki satışı; peşin alırsan şu fiyata, veresiye alırsan şu kadar paraya şeklindeki alışverişleri bile faiz endişesiyle yasaklamıştır. (Heysemî, a.g.e, c. IV, s. 131)
Bu durumda ekonomiyi Kur’an ve Sünnet’in hükümleri çerçevesinde şekillendirmek gerekirken, dinin emir ve yasaklarını verili duruma göre yorumlayıp ideolojileri vahye baskın hale getirmek doğru bir yaklaşım değildir.
Bu uygulama, çözüm üretmekten aciz kalan ya da İslâm’ın bir dünya görüşünün olmadığına inanan yetersiz ve teslimiyetçi akademisyenlerin modernizme nefes aldırmaktan başka bir şey yap(a)madıklarının açık göstergesidir.
Faizin zararları
İslâm’ın yasaklamış olduğu faiz belasının sayılamayacak kadar maddi ve manevi zararları vardır. Bilinmesi ve tavır alınması bağlamında bu zararların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
1- Mü’minler faize karşı mesafeli durmayacak olurlarsa faiz ve faizli işlemlerin yürütüldüğü kurumlar, Müslümanları finans kurumlarının bir parçası haline getirir. Bütün kâfirlerin amacı, Müslümanları finans kurumlarının ayrılmaz bir parçası hâline getirebilmektir. Bu durum kapitalizmin yerleşmesini ve kökleşmesini sağlar. Faiz sistemi insanların hayatlarında doğallaşır. Müslümanlar kökleşen bu yapılanmadan bir daha kurtulamazlar.
Özellikle Müslümanlar faizin belirleyici olduğu böyle bir hayata zorlanmaktadırlar. Neticede insanlar; ev, araba, arsa, gıda ve giyecek gibi en temel ihtiyaçlarını karşılarken veya ticaret yaparken bankaların ve bu bankaların bağımlı olduğu çok uluslu şirketlerin piyonu olmaktadırlar. Böyle bir entegrasyon faiz üzerine bina edilmiş olan dünya sisteminin gücüne güç katar ve ömrünü uzatır. Gittikçe banka kartlarının paranın yerini alması ve aktif paranın banka üzerinden işlem görmesi bunun kanıtıdır. Bu hileyi sezmeden, “hayatın akışı içerisinde bir kolaylık” şeklinde olayı algılamak basiret körlüğüdür.
2- Faizle uğraşmak ve faiz karşılığı borç para vermek gayri insani bir davranıştır. İnsani davranışların hâkim olduğu toplumlarda faiz olmaz. Faizin yaygın olduğu yerlerde her şey menfaate indirgenmiştir. İnsanlık iflas etmiştir. Para böyle toplumlarda en önemli değer ölçüsüdür. Kapitalist sermayedarların tanrısıdır. Faizli muameleler insanlık için bir kusur ve ayıptır. Bu ayıptan kurtulmak için İslâm’ın dünya görüşüne sığınmak ve teslimiyetten başka çare yoktur.
3- Faiz, pahalılığı artıran en önemli etkenlerdendir. Üreticiden tüketiciye kadarki süreçte kişi ve kurumlar aldıkları faizli kredileri maliyete yansıttıklarında fiyatlar kendiliğinden artmaktadır. Bu artış pahalılık olarak halka yansır ve geçim daha da zorlaşır. Halkı Müslüman ülkelerdeki pahalılığın; enflasyonun ve fakirliğin en büyük nedeni maliyet artışlarının da tetikleyicisi olan yüksek faizdir. Bu nedenle bilinmeli ki ideal hayat ve buna bağlı iktisat sistemi, faizin % 0 olduğu hayattır. O da sadece İslâm’dadır.
4- Faize bağlı pahalılık neticesinde toplumda ahlaki bozulmalar arttığı gibi; bunalımlar, stres, boşanma ve intihar olayları da çoğalır. Ülkemizdeki kredi borçlarına bağlı intihar ve cinayetlerin artışı başlı başına bir araştırma konusudur. Ayrıca ödenemeyen borçların tefeciler eliyle tahsili farklı bir mafya/paralel maliye yapılanmasını doğurduğu gibi, faili meçhul cinayetleri de artırmıştır.
5- Faizle işlem yapan sermaye sahipleri bu çirkin eylem sayesinde daha da zengin olurlarken fakirler de daha fakir olurlar. Kapital sahibi zenginlerle fakirler arasındaki uçurum daha da büyür. Kısacası, faiz zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. Toplumsal yapılanmadaki iktisadi uçurumun en önemli nedenlerinden biri faizdir. Faizi sıfırlamadan bu uçurumu kapatmak mümkün değildir.
6- Bir toplumda fakirlerin sayısı dengesiz biçimde çoğalacak olursa her an sosyal patlamalar olabilir. Sonuçta, faizin sebep olduğu olaylar birçok kişinin mal ve can emniyetinin yok olmasına neden olmaktadır. Halkı Müslüman ülkelerde bu tür olayların olmaması İslâm’ın can ve mal emniyetine verdiği değer ve insanların bu değerleri içselleştirmesi nedeniyledir. Toplumu böyle bir duruma düşürmemek için faizleri sıfırlamak gerekir.
7- Faiz başta olmak üzere haramla beslenen insanların basireti kapanır. Hadiseleri doğru bir şekilde değerlendirme yeteneğini kaybederler. Basiret kararmasına bağlı olarak tarihi yapan insan olmak yerine, edilgen bir varlık olurlar. Müslümanlar faizli muamelelere dalacak olurlarsa şahid ümmet olma özelliklerini kaybedeler.
Halkı Müslüman toplumlardaki basiret ve hidayet kararmasının nedenlerinden biri de faizdir. İnsanlar faizli alış verişlere daldıktan sonra siyasal tercihlerinde de istikametlerini yitirdiler. Masonların ve diğer ideolojik grupların hâkimiyetlerinin sebebi, Müslümanların yedikleri haramlardan etkilenmeleridir. Başkaldırı ruhlarını kaybetmeleridir. Bütün bu olumsuzlukların neticesinde Müslümanlar, hak ile batılı birbirinden tefrik edemez hâle geldiler.
8- Faiz uluslararası bir işlerlik kazanır ve zengin devletler yoksul devletleri sömürecek olurlarsa; devletlerin köleleşmesi ortaya çıkar. Sonuçta, yoksul devletlerin her türlü politikasını kapitalist devletler belirler. Şu an dünyadaki uygulama da bundan ibarettir. Yoksul ülkeler siyasetten eğitime, askeri alandan ekonomiye kadar iradelerini faizci emperyalist ülkelere teslim etmişlerdir. Sömürülen bu ülkeler gerçek anlamda devlet bile değillerdir. “Aldıkları borç kadar buyruk almaktadırlar.” Özellikle de dolara ve kur sistemine bağlı uluslar arası borçlanmalar halkı Müslüman toplumların emperyalizme köleleşmesinin en önemli sebebidir.
9- Birileri yattığı yerden sermayesine bağlı faizle para kazandıkça, fakirlerin zenginlere karşı kin ve hasetleri artar. Bu kin, toplumsal barışı yok ettiği gibi derin kutuplaşmalarla insanlar arasındaki birlik ve beraberlik duygularını da yok eder. İç savaşlar çıkabilir.
10- Faizin yaygın olduğu bir siyasada borçlar vaktinde ödenmediğinde, alacaklı kurum olan bankalar veya şahıslar borçluların mallarını ederinin altında bir değerle ellerinden alarak insanlara zulmederler. Birçok ailenin evsiz barksız kalmasına sebep olurlar. Çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere birçok kimsenin psikolojisinin bozulmasına vesile olurlar. Yaşananlar ömür boyu unutulmayabilir.
11- Faizin yaygın olduğu toplumlarda sermaye, sadece “zenginler arasında dolaşan bir devlet” haline gelir ve buna bağlı olarak toplumsal refahtan herkes adil şekilde yararlanamaz. Ülkenin belirli bir kısmı sadece kapitalistlerin refahı için çalışmış olurlar.
12- Ticari yatırımlarda faiz, maliyeti artırdığı için yatırımların durmasına ve işsizliğin yaygınlaşmasına sebep olur. Böylece sermaye yatırımlara akmak yerine paradan para kazanmaya yönelir. Bu durum zengini yatırımlardan uzaklaştırdığı gibi yeni istihdam alanlarının doğmasını da engeller. Sonuçta işsizlik oranları daha da artar. Ülkemizin büyük iş adamları zaman zaman kârlarını yıllık olarak açıklarken büyük oranları repodan elde ettiklerini söylemeleri bunun kanıtıdır.
Ulemanın hassasiyeti hayattır
Bir kısmını sayabildiğimiz faizin bu maddi zararlarıyla beraber uhrevi zararları ve cezası da çok korkunçtur. Uhrevi zararlarını bilmek isteyenler, Bakara suresinin 275-280 ayetleri arasını okumalıdır. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in konuyla ilgili hadislerini araştırmalıdırlar.
Faizin çok yönlü zararlarını bilen İslam uleması; tasavvuf büyükleri faizle ilgili kurumların ülkemize transfer edilmeye başladığı ilk dönemlerden itibaren çok ciddi tepkiler göstermişlerdir. Bu tepkiler zamanına göre çözümcül nitelikte olmuş ve faiz kurumları yerine, amatör ruhla işleyen yardım sandıkları kurulmuştur. Böylece Müslümanlar faiz batağına düşürülmemiştir. Rabbani ulemanın bu gayretini unutmamak gerekir.
Ulemamız tarafından faizin bireysel, sosyal ve siyasi neticeleri hesaplanarak bir çıkış yolu aranmış ve dar anlamda da olsa bulunmuştur. Çünkü tasavvufi mekteplerin irfan sahibi liyakatli önderleri bir lokma haramın insanı istikametten, emanete liyakatten ve İslâmî terakkiden mahrum edeceğine gönülden inanmışlardır.
Modernitenin ülkemizde kurumsallaşmasına bağlı müzmin iktidar süreçlerinden sonra maalesef birçok tasavvufi kurum ehlileştirilmiş, terbiye edilmiş (!) ve moderniteye entegrasyonu gerçekleştirilmiştir. Artık İslâmî duyarlılık gösterilmemeye başlanmıştır. Dervişler yolcu veya garip gibi yaşamak yerine kendilerinden menkul yorumlarla “Karun” gibi yaşamaya başlamışlardır.
Tasavvufi kurumların dergilerinde, radyolarında, gazetelerinde, sitelerinde ya bankaların ya da “sarıklı faiz kurumları” olan sözde faizsiz (!) finans kurumlarının reklamları yapılmaktadır.
Gelirler, giderler, aidatlar ve yatırımlar banka hesaplarında toplanmakta; daha da ötesi faizsiz kurumlar üretmek üzerine fıkıh yapması kendilerine vebal olan sözde fıkıh otoriteleri modern bankacılık ve onun işleme biçimlerini meşru hale getirmek için tasavvuf dergilerinde yazılar/köşeler yazmakta ve tarikatlara ve bankalara aynı anda danışmanlık yapmaktadırlar.
Ülkemize faizsiz(!) finans kurumları islamizasyon politikalarının sonucu ve takdiri üzerine getirilmişlerdir. Bu getirme eylemini yapanların ciddi anlamda dinle imanla bir ilgileri de yoktu. Hepsi de pragmatist kimselerdi. Amaçları, ekonomik dar boğaza giren kapitalizme yerel ölçekte nefes aldırmak ve buna bağlı Müslümanların tedavülde olamayan paralarını “yastık altından” çıkarıp piyasaya sürmektir.
Getirdiğiniz sistem eğer Müslümanların paralarını piyasaya çekmeyi amaçlıyorsa önce onların ikna edilmeleri gerekir. Bu işi de en iyi ilahiyatçı hocalar (!) yapacağına göre elbette onlardan destek almak şarttır. Burada protestan ahlakı tam anlamıyla devreye sokuldu ve din kullanılmak istendi. Bazı hocalar da bu kurumlara danışmanlık yaparak ortaya çıktılar. Kimileri danışmanlık yaparken dikkatli olmadı. Neticede bir taşla iki kuş birden vurulmuş oldu. Hem paralar tedavüle girdi hem de yıllardır alternatif üretemediklerinden dolayı sıkıştırılan zevat çözümü kucaklarında bulmuş oldular.
Çözüm; dünya finans sisteminin hilesini Müslüman halka dinden delillerle (!) kabul ettirmek…
Faizsiz finansla ilgili hassasiyetler
Faizsiz (!) finans kurumları hakkında fikir beyan eden ilahiyatçı akademisyenlerin birçok eksiklikleri olmakla beraber aşağıda sayacağımız hususlardaki noksanları, söylediklerini daha da tartışmalı hâle getirmektedir:
1- Konuyla alakalı söz söyleme yetkisini kendinde gören ilahiyatçı akademisyenlerimizin tamamına yakını, liberal iktisat sistemi başta olmak üzere dünyadaki ekonomik yapılanmaları, modern bankacılığı, finans kurumlarını, para dalgalanmalarını ve bu kurumların çalışma biçimlerini, dünya ticaret merkezi ile olan siyasal bağlantılarını yeterli şekilde, ayrıntılarıyla, bilmemektedirler. Okuduklarıyla ve duyduklarıyla amel edip çok az bilgiyle çok söz söylemektedirler.
Ekonomi ve iktisatta uzman olmadıkları gibi, İslâm’ın karşı görüşlerini de yeterince bilmemektedirler. Bu eksikliklerini bilerek daha temkinli konuşmaları ve fikir beyan etmeleri gerekir. Sanki akademisyen olmak her şeye cevap vermeyi zorunlu kılıyormuş gibi bir hava estirilmektedir. Maalesef birçok akademisyende “bilmiyorum” diyebilme erdemi yeterince gelişmemiştir.
2- Faizle ilgili ayetlerin tedriciliği hesaba katılmamaktadır. Buna bağlı olarak faiz ayetlerinin nihai hükmü bildirenleri Müslümanların olgunlaşmasına binaen risaletin son yılında gelmiştir. Hazreti Ömer’in beyanına göre bunları yeterince açıklayamadan Peygamber Efendimiz ahirete irtihal etmiştir.
Bu meyanda yapılması gereken, faiz şüphesi olan her şeyi terk etmektir. Fakat doğru karar verebilmek için ise Resulullah’ın söylediği riba’l-fadl ve riba’n-nesie ile alakalı tüm rivayetleri; vürud ortamı ve sebepleriyle, hadisleri sıhhatleriyle, ravileriyle ve kaynaklarıyla bilmek şarttır. Zira hüküm bunlar üzerinden verileceğine göre bu rivayetlerden kopuk konuşmak ilmi olmaz. Görünen ise bu söylenilenin aksinedir. Birçok araştırmacı bu rivayetlere vakıf değildir.
3- Fetva verirken bu kurumların var oluş amaçları ve arkalarındaki çok uluslu şirketlerin siyasal amaçları hesaba hiç katılmamaktadır. Fetvanın illetinin belki de burada aranması gerekir veya fetvada işin bu tarafı da göz önünde bulundurulmalıdır. Değişen şart ve zamana göre faizin haramlığı ile alakalı farklı illetler zuhur edebilir.
Daha doğrusu illet, sebep, şart, hikmet, gaye ve maslahatlar birbirine karıştırılmaktadır. Hikmet veya sebep üzerinden hüküm bina edilince ortaya farklı sonuçlar çıkmaktadır. Böyle vahim durumlarla karşılaşmamak için ilgili zevatın; Arapçanın bütün inceliklerine, fıkıh usulüne/metodolojiye, nasların tamamına, farklı içtihatlara ve yürürlükte olan modern iktisat ve ekonominin kılcal damarlarına kadar hâkim olmak gerekir ki aksi hâlde yanlış kararlar verilir ve sapkınlığa neden olunur.
4- Günümüzde verilen ehliyetsiz ve indirgemeci fetvalar, Müslümanların sorunlarını çözmekten ziyade içinde yaşanılan sistemi ve ortamı rahatlatmaktadır. Yeni proje ortaya koymak yerine, verili durumlar dinden desteklenmek suretiyle kapitalizm meşrulaştırılmaktadır. Yürürlükteki gidişat dini referanslarla (!) payandalandırılarak İslâm adına istismar yapılmaktadır.
Bu yaklaşım İslâm’ı hiçbir zaman alternatif bir sistem hâline getirmez; hayatı belirleyici konuma yükseltmez. “Faiz sistemine karşılık İslâm’ı alternatif hâle nasıl getiririz?” biçiminde birçok ilmi toplantı ve konferansların yapılmayışı veya nadiren yapılması; Müslümanlığa siyasal hâkimiyet alanının açılmayışı oldukça manidardır.
5- Finans kurumlan ve bankalarla ilgili söylenenler Müslümanları, yaşadıkları gayr-ı İslami ortama entegre etmekte ve dirençlerini yok etmektedir. Tikel veya tekil rahatsızlıklar tümele geçişe ya da arayışa sebep olacakken sözüm ona çözümlerle bu arayışlar engellenmektedir. Bu anlamda finans kurumları halkı Müslüman toplumlarda kapitalizmin en önemli sığınma alanlarından birisidir.
Bu kurumlar vasıtasıyla Müslümanlar sermayenin ve dünya finans sisteminin bir parçası yapılmaktadır. Başlangıçta faize düşmanlıktan kaynaklanan sistem karşıtlığı daha sonra Müslümanlar sistemin içinde yer almaya itmektedir. Neticeye bakılırsa bu konuda başarılı da olunmuştur.
6- Fetvaların dayanağı olan naslar yeterince araştırılmamaktadır. Takat kesilene kadar araştırma yerine araştırmacılar ön kabullerine delil olacak çok az bilgiyle yetinmektedirler. Kaynak taramaları yeterli ve ciddi değildir. Şimdiye kadar fikir beyan eden zevatın görüşlerini irdelediğimizde araştırma eksiklerinin çok olduğunu görebiliriz. Bu bilgi eksikliğinin onları daha göreceli hareket etmeye sevk etmesi gerekir. Düşünceleri ve içtihatları mutlaklaştırmak dine karşı din uydurmaktır.
7- Araştırmalarda hadisleri ve sünneti dışlayıcı bir tutum takınmak, alanı daha da daraltmakta ve beyan hakkını kendilerinde gören ilahiyatçı zevata geniş bir keyfilik zemini doğurmaktadır. Bu anlayış dini sürekli tabi olma konumuna indirgemiş ve kapitalist değerleri daha yukarılara taşımıştır.
8- Fıkıhçı akademisyenlerimiz, hükümlerin illetlerini tespitte ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar. Çalışma yapan zevatın birçoğu ciddi bir fıkıh geleneğinden gelmediği gibi bir kısmı da hükümlerin üzerine bina edildiği illet ile şartı, maslahat, sebep ve hikmeti birbirine karıştırmaktadırlar. Bu konulardaki yetersiz usul bilgisi farklı ve yanlış hükümlerin ortaya çıkıp yayılmasına neden olmaktadır. Bazı durumlarda ise fıkıhçılardan ziyade başka alanlardakiler fetvalar vermektedirler. Tefsirci, felsefeci veya din sosyoloğu akademik unvanına sığınarak pervasızca konuşabilmektedir. Bu anlayış her şeyden önce ilme ve emeğe karşı saygısızlıktır.
9- Böyle netameli konularda söz söyleyenler, daha sonraları araştırmalarını derinleştirdiklerinde farklı bir görüşe sahip olacak olsalar bile yeni düşüncelerini toplumla paylaşmamaktadırlar. Fıkıh geleneğimize bakılırsa imamlarımızın değişen toplum, coğrafyaya göre kadim ve yeni görüşlerinin olduğu malumdur.
Değişen durumlarda yeni hükümleri paylaşmak ilmi bir yaklaşımdır. Velev ki hatalı içtihat bile olsa bu diğer insanlarla paylaşılmalıdır. Fetvalarından vazgeçtiklerini çeşitli psikolojik ve siyasi sebeplerden dolayı insanlara deklare edilmelidir. Bazı önemli hocalarımız fetvalarındaki değişimi ölümün kokusunu aldıklarında kısık sesle ifade etmektedirler. O zamana kadar da “Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir.” Sözde fetvayı alanlar iliklerine kadar faize batmıştır.
10- Gazete köşelerinde ve ekranlarda fetva (!) veren bazı kimseler Kur’an’daki “riba” ile bankalardaki faizin farklı şeyler olduğunu söyleyerek demagoji/lafebeliği yapmaktadırlar. Bu kimselerin ciddi anlamda hiçbir kitabi birikimleri yoktur. Rasyonel söylemleri tercih etmektedirler. Dil ile de din ile de aralarının çok iyi olduğu söylenemez. Dille alakalarının zayıflığına yazdıkları mealler ve çevrilerle ilgili onlarca örnek vermek mümkündür.
Bu ehliyetsiz kimselerin çok konuşması halkın kafasını karıştırdığı gibi din alanında boşluğa neden olmakta ve dini söyleme karşı bir itimatsızlık meydana getirmektedir. Böyle bir durum kasıtlı olarak amaçlanmış da olabilir. Buna karşılık birikimli ulemamız (!) ise türbinlerde seyirci olarak oturmaktadırlar. Meydanı ehliyetsiz kimselere bırakmanın vebalini henüz kavrayamadılar. Çünkü akademik hiyerarşi maalesef dinin bile önündedir.
11- Faizsiz finans kurumlarına para yatıranlar paralarının değerlendirildikleri yerleri takip edebiliyorlar mı? Şayet paralar İslâm’ın cevaz vermediği alanlarda değerlendiriliyorsa sermaye sahibinin ortak olarak müdahale etme hakkı var mıdır? Faizsiz kurumlar topladıkları paraları, yatırdıkları büyük bankalardan faiz almakta mıdırlar? Bütün bu durumlarda kapital sahibi ortak pasif kalıyorsa yapılan alışveriş meşruiyetini kaybetmiş olmaz mı?
12- Yatırılan paralar kâr zarar hesabına tevdi edilmesine rağmen kısa vadeli yatırılmışsa verilen kâr oranındaki ölçü nedir? Mutlaka bir kâr payı verilir mi? Bunun ölçüsü nedir? Kısa vadede yatırıma dönüşmediğinden sermayedara henüz işlem olmadığı için kâr verilemeyeceği söylenir mi? Yerine göre hesapların birleştirilmesi aylar aldığında ikinci hesap çalıştırılmasına rağmen kâr payı verilmez ise kul hakkı doğmaz mı?
13- Yatırılan paraların ve lizing borçlanmalarının kar ve geri dönüşüm tutarları niçin banka faizleriyle aynı orandadır? Aradaki çok küçük oranların önemi olmamakla beraber genelde bankaların faiz oranları ile aynı olması akla başka şüpheleri getirmektedir. Ayrıca kredi vermeyen fakat lizing yapan bu kurumlar niçin müşteriden icap kabulle vekalet alarak kendileri ürünü alıp aynı şer’î usulle satış yapmamaktadırlar.
14- Şimdiye kadar bu kurumlar hep kâr mı ettiler? Zarar ettiklerinde ortaklarına zarar bildirerek kâr payı dağıtamayacaklarını ve sermayelerinden bir miktarının alınacağını söylediler mi? Konuyla ilgili yeterli istatistikleri göstererek müşteriler ikna edilmekte midirler?
Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkündür. Bunları dile getirmekten amacımız çaresizlikten bu kurumlara paralarını yatırmak zorunda kalan Müslümanları birazcık da olsa sıkıntıdan kurtarsınlar. Yukardaki tereddütleri ortadan kaldırsınlar. Sistemin içerisindeki kurumları meşrulaştırmak için de kendilerini aşırı zorlamasınlar ve din istismarı da yapmasınlar.
Sonuç olarak
Sonuç olarak; banka kelimesini ağzına alırken “affedersiniz” ifadesini kullanan; ve “Bankanın önünden geçerken çok süratli geçin. Alın terinizin ve ömrünüzün karşılığı olan paralarınızı aman bankalara giderek bozdurmayın.” diyen İslâmî hassasiyet bugün tüketildi. Seyr-ü süluk için dergâha gelenlerin ve bu yolda ciddi mesafe almak için azimet mektebini tercih edenlerin cüzdanlarının içi renkli banka kartlarıyla doldu. Bir Müslüman’ın cüzdanındaki banka kartlarının değil çokluğu, bizzat varlığı onun finans kurumlarının bir parçası olduğunun en önemli kanıtıdır.
Bu yargımız doğru anlaşılıp Müslümanlar tarafından bankamatik kartları hayattan çıkarılmadıkça samimi ve kâmil imandan bahsetmek asla mümkün değildir. Bu söylediklerimiz kapitalizme ve dünya sistemine karşı radikal bir söylemdir. Olayı kurumsal anlamda değerlendirmek erdemli bir davranıştır. Tasavvuf ehlinin bazıları, visa kartı ile alışveriş yapmanın ve kart kullanmanın yanlışlığını ve arka planındaki ekonomik ve siyasal sömürüyü bir türlü kavrayamadılar. Kavrayamadıkları için konuyla ilgili ne görüş beyan ettiler ne de sistemin kalbini durduracak alternatif bir modeli çalışarak veya çalıştırarak yürürlüğe soktular.
Hâlbuki bankalar, kapitalizmin kalbidir. Buralara para bağlamak, dünya sisteminin değirmenine su taşıyarak onun ömrüne ömür katmaktır. Ebu Süfyan’ın, Resulullah’ı vurmak için hazırladığı kervana sermaye vermektir. Bize göre hiç farkı yoktur. Hem ona taze kan ve sermaye verip sonra da yeni bir “Medine” den bahsetmek ikiyüzlülüktür. Cehalettir. Artık onlar da işlerine geldiği gibi konuşmaya başladılar. Kısacası, tuz koktu. Bir şeyin yasaklanmasındaki çok yönlü illeti gereği gibi anlayamadılar. Kur’an ve Sünnet’le de yeterince aydınlanamadıkları için zihinleri kolayca çeldirildi.
Ne banka faizleri, faizli krediler, ne kaskolar, ne de faiz şüphesi olan ticaret şekilleri onları yeterince rahatsız etmedi. Hatta bu konularda teklif sunan ilim ehli dinlenmedi ve reddedildi. Küçümsendi. İlim ehli yerine finansörler tasavvufi kurumların bünyesinde kabul gördü. Her zaman, her şeyin ilimden ibaret olmadığı söylendi. Sonuçta herkes liberalizme adapte ettirilmiş oldu. Hatta faize karşı çıkmayan sağ liberal partilerin ucuz oy deposu oldular. Velayeti bu siyasi kurumlara devretmekten hiç de rahatsız olmadılar.
Bu adaptasyonun itikadi, sosyal, siyasal, iktisadi ve ahlaki boyutlarının dine dolaysız etkisi ciddi şekilde gözlemlenebilirse, kimin Müslüman kalabildiği veya kalamadığı; kimin imanını koruyabildiği veya koruyamadığı o zaman görülecektir. Onun için, imanı modern zamanlarda ve siyasada koruyabilmek “avuçta kor ateş tutmak gibi” zordur.
İslâmî ilimlerde yetişen kimselerden, Müslümanların sorunlarını çözmeleri ve mü’minlere inandırıcı projeler sunmaları istenmiştir. Çünkü İslâm çözümdür. Meydana gelen hadiselere vahiyden çözüm bulmak, dinimizi ütopik bir kurum olmaktan kurtaracaktır. Daha da önemlisi bu tip çalışmalar İslâm’ın, dünya sisteminin alternatifi olduğu mesajını canlı tutacaktır.
“Dinin sadece tarihin bir kesiminde yaşanabildiği” yanlış yargısından genç zihinleri arındıracak olan projeli çalışmalar, İslam’ın istikbalde varlık alanı bulması için de çok önemlidir. Bu sayede ideolojiler Müslümanların hayatından ve karşı din olmaktan çıkarılacaktır. Ümmetin çocukları kitlesel irtidattan kurtulacaktır.
Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem, Müslümanların sorunlarıyla Medine’de uğraşırken ve çözümler sunarken Yahudi din bilginlerinin şahsında duyarsız ulemayı azarlayan ve tehdit eden şu ayet nazil olmuştur:
“Allah’a bağlı bilginler ile din ilimlerinde derinleşen âlimler insanları günah söz söylemekten ve haram mal yemekten sakındırsalar ya! Yaptıkları şey (toplumu uyarmama ve kötülüklere önlem almama) ne kadar kötü bir davranıştır.” (Maide 5/63)
Ayetin evrensel mesajına göre ulema yaşadıkları toplumun şahitleridirler. İnsanlığın fikri gidişatından ve bu fikrin söze ve amale dönüşmüş sunumundan onlar sorumludurlar. Ayetteki “kötü/günah sözün” karşılığı İslâm karşıtı her türlü söylemdir. İdeolojik propagandalardır.
Allah Teâlâ, ulemaya İslâm karşıtı söyleme karşı teyakkuz ve etkilenme durumunda ümmeti koruma görevini vermiştir. Bu görevi yapanlar gerçek âlimdir. Müslümanların yavruları toplumsal sapkınlıklar yaşarken pratik değeri olmayan lüzumsuz tartışmalar yapmak ilim adamının işi ve görevi değildir. Veya ortaya koyduklarıyla kâfirlere bile rahmet okutturacak (!) sapıklıkları din adına topluma deklare etmek Müslüman bir araştırmacının işi hiç değildir.
Yukarıdaki ayet, ümmeti “suht” yemekten âlimlerin uyarmasına da vurgu yapmaktadır. “Suht” kavramının anlam alanına her türlü haram ve haksız kazanç girdiği gibi, insan organizmasına zararlı olan yiyecek ve içecekler de girmektedir. Eğer böyle geniş bir perspektiften olaya bakarsak ulema, gıda maddelerinin imal yerlerinden tutun da halka arz yollarına kadar ilgilenmek zorundadır. Gıda maddelerindeki tüm katkı maddelerini çalışmak ve çıkan sonuçları insanlarla paylaşmak onların asli görevlerindendir. Sadece gıda maddeleriyle uğraşmak ve her türlü haram gıdaları, zararlı yiyecekleri tanıtmak bile başlı başına bir iştir.
Bankacılık sistemi dâhil finans kurumlarının nasıl çalıştığını ümmete öğretmek, paranın kaynağının ve akış yollarının temiz olmasının mücadelesini vermek ulemanın en öncelikli çalışma alanıdır. Dolayısıyla ulemanın görevi zordur.
Kısacası; faizle ilgili yasaklayıcı ayetleri bin defa okumak yerine faizsiz kurumlar inşa edip müminleri her türlü faizden ve şüpheli kazançtan kurtarmak daha da evladır. Eğer bu kurumlar İslâmî hareketin onayına ve fıkhına göre inşa edilirse meşruiyet kazanır.
İslamizasyon/münafıklık politikalarının gereği ithal edilen bugünkü sözüm ona faizsiz bankalar(!) böyle bir hareketten neşet etmedikleri için sisteme nefes aldırıp Müslümanların liberalizmle barışık yaşamalarını sağlamaktan başka bir anlam ifade etmemektedirler. Hatta Müslümanların nazarlarında meşruiyet kazanıp sermaye elde edebilmek için kendilerini uyarmayan ve kendilerine tepki göstermeyen ilahiyatçıları danışman almaktadırlar. Onlarda parayı verenin düdüğünü çalmak uğruna kurumları rahatlatacak her şeyi söylediler.
Çalışma biçimi olarak faizli bankaları örnek alan finans kurumları, kesinlikle var olan veya var olmakta olan bir İslâmî hareketin parçası değildir. Müslümanların paralarını “yastık altından çıkararak” piyasaya sürmeyi hedefleyen ve dünya sistemi zora düştüğünde onu rehabilite ettiren işbirlikçi bir yaklaşımın ürünleridir. Bu nedenle finans kurumları üzerinden fikir yürüterek İslam iktisadı; genelde de İslam’ın dünya görüşünün aleyhinde düşünce üretmek doğru bir yaklaşım değildir.
En önemli ibadet ve zikir, bu faizsiz yapılanmayı uygulanabilir bir proje olarak İslam’ın kendi dinamikleri ve ölçüleri içerisinde hareket fıkhının bir parçası şeklinde gerçekleştirebilmektir. Faizsiz bir dünyayı; dar’ü-l İslâm’ı yeniden kurabilmektir.
Faizsiz bankaların (!) gördüğü işlevi çok iyi fark eden diğer bankalar da pastadan paylarını artırmak için kendi bünyelerinde finans kurumları oluşturma kararı aldılar. Artık bu yarış büyüyecektir. Müslümanlar daha geniş bir alanda, saklı sermayelerini tedavüle sürecekler, onlar faizsiz (!) kazanmanın doymuşluğunu yaşarlarken dünya sisteminin ağaları da dindarlık adına Müslümanları sömürmeye devam edecektir.
Eğer âlimlerimiz (!) ve mürşitlerimiz (!) görevlerini hakkıyla yapacak olurlarsa oyun bozulacak ve Müslümanlık alternatif bir sistem olma; dünya sistemiyle hesaplaşma yarışını sürdürecektir.
Faize ve faiz kurumlarına meşruiyet hakkı verenler ve hakikat karşısında susup konuşmayanlar dinimizi, dünya sisteminin karşısında alternatif olma yarışından diskalifiye edenlerdir…
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.