Adam, adam gölgesinde yetişir…

Çeşme başı boş kalmaz derler, yeşili de bol olur. Ahmet Kabaklı Hoca’nın da etrafı kıymetli insanlarla öyle dolar taşardı. Edipler, mûsıkîşinaslar, üniversite hocaları, yazan-çizen, düşünen, fikir imal eden kim varsa. Elbette öğrencileri ve okuyucuları da… Adam, adam gölgesinde yetişir.

1972 yılından itibaren kendisine mektuplar yazdım, kartlar attım. Hepsine cevap verdi. Hâlâ o günlere ait el yazılı, imzalı kartları bende saklıdır. Elazığ’dan yanına gelip gittim. 1980 yılında da İstanbul‘a yerleştim ve Türk Edebiyatı Vakfı‘ndaki Çarşamba Sohbetleri‘nin müdâvimi oldum. Hiç aksatmadım.

Şimdi Vakfın yönetimindeyim. Onur duyuyorum, rozetini madalya gibi göğsümde taşıyorum.

Sohbet ehli

Ahmet Kabaklı Hoca’mızın yanında kimleri görüp tanımadık ki? Kimleri dinlemedik ki? Ne sahneler canlanıyor gözümde. Ama biri vardı ki, bende yeri başkaydı. Müstesnaydı. Bugün dahi hatırasını gönlümün en mümtaz bir köşesinde tutar, hayırla yâd ederim. Amca gibi, dayı gibi…

Prof. Dr. Ayhan Songar. Psikiyatri Ana Bilim Dalı’nın kurucusu, Yeşilay Derneği Başkanı, mûsıkîşinas, koleksiyoner, sohbet ehli, gönüldaş…

Ahmet Kabaklı ile yakın dost idiler. Arada bir salondakileri gülümseten tatlı, iç açıcı atışmaları olurdu. Doyumsuz anlardı. Dil nezâheti nedir, nükte nasıl yapılır, söz ustalığı sohbete ne katar, farkettirirlerdi. İkisi arasında gidip gelen yumuşak esintiler, incelikler ve zarif tavırlar insanı alıp götüren cinstendi.

İş yerim yakındı, çarşambayı iple çekerdim. Ahmet Kabaklı ve Ayhan Songar‘la birlikte diğer zevat-ı kiramı da zaman zaman buraya, bu sohbet bağdaşına misafir edeceğim inşallah.

Ahmet Kabaklı

Işıltılı bir yüz

Şimdi 5 Ekim 1983 tarihine geri dönüyorum: O günkü konuşmacı sözlerini bitirince, Kabaklı Hoca’da çok kısa, belki 3- 5 dakikalık bir yorum yapmıştı. Soru cevap faslına geçilmişti. Ne olduysa, söz nereyi dolanıp geldiyse ön sırada oturan Ayhan Songar kürsüye alındı.

Bilenler bilir, Ayhan Songar‘ın ışıltılı bir yüzü vardı. Parlak ve ferah bakışları, tebessümleri, mimikleri, kendisini sempatik ve güvenilir kılıyordu. Diksiyonu çok düzgündü. Bakımlıydı. Tıraşsız, ütüsüz, kravatsız olarak asla insan önüne çıkmazdı.

“Hiç bir şey göründüğü gibi ve göründüğü kadar değildir. Mutlaka bir arka plân vardır. Bunu unutmayın!” diye söze girdi. Sonra insan ruhunu, insanın naturasını, mizacını, telâkkilerini bir ruh hekiminin penceresinden izah etti.

Sanki yeni bir konferans başlatmıştı ama asla yorulmuyorduk, bilâkis saatlerce dinleyebilirdik. O konuşuyor, bizim ruhumuz dinleniyordu.

“Size bir hatıramı nakledeceğim” der demez pür dikkat kesildik. Ağzının içine bakıyoruz. Biliyoruz ki, mutlaka bir güzellik sunacak:

Mazhar Osman

Terzi dükkanı

“Efendim, ben Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi‘nin kurucusu ve başhekimi Prof. Dr. Mazhar Osman‘ın öğrencisi ve asistanıydım. Mazhar Bey dünyaca tanınan bir ruh hekimiydi. Hakkında kitaplar yazılmıştır. Herhalde Türkiye’de onun adını duymayan yoktur. Çünkü hikâyeleri dört bir yana yayılmıştır.

Çok zeki, nüktedan, disiplinli, titiz, merhametli olmak gibi daha nice haslet ve özellikleri vardı. Takdir edersiniz ki, böyle bir âlimin öğrencisi olmak hiç kolay olmasa gerek.

Bir gün beni yanına çağırdı. Bir zarf uzattı. Üstünde yazılı adresteki kişiye bizzat teslim edip oyalanmadan dönmemi istedi. Zarfı alıp yola koyuldum. Kadıköy’den daha ileriye gidecektim.

Vapurla karşıya geçtim, minibüse binip indim ve nihayet sora sora, adrese ulaştım. Ama oraya kadar içim içimi yedi. Ağustos ayının başındayız. Öğle sıcağı göz açtırmıyor, güneşin harı kavuruyor âdeta. Hele nem; boğuyor insanı, her yanımız vıcık vıcık.

Vapur neyse de minibüste, yollarda bunalmış insanların sürtünmeleri yedi bitirdi beni. Şart mıydı bugünün sıcağında bu mektubu götürmek? Ne var içinde, devlet sırrı mı, sıkı sıkı da kapatmış!.. Postaya ver, daha genç, tıfıl birini bul, kanun mu benim götürmem?

Bir yandan da içimden geçenlerden utanıyorum. Hoca’ya saygım var. Ama sıcakla şeytan arkadaş olmuş bırakmıyorlar yakamı. İçimdeki kavgayla adrese geldim. Köşe başında bir terzi dükkanı. Orta yaşın üzerinde görünen bir adam boynunda asılı mezrusu, büyükçe masada kumaş ölçüp biçiyor. Genç kalfası dikiş makinasında çalışıyor.

Selâm verdim, mektubu uzattım, daha otur demeden ahşap sandalyeye çöktüm bile. Terzi aceleyle zarfı açıp okumaya başladı. Okudukça gözlüğünün üstünden muzipçe beni süzüyor. Kuvvetli bir hıımm çektikten sonra yanıma geldi, ölçümü alacak.

Meraklı bakışlarımdan olup bitenden habersiz olduğumu anladı, gevrek gevrek gülüyor. Meğer Hocam yazmış ki; bu gelen genç, sevdiğim ve çalışkan bir öğrencimdir. Mükafatı hakkediyor. Beğendiği en kaliteli kumaştan bir takım elbiselik kes, hesabıma yaz. Aman ha, bana gösterdiğin titizliğin fazlasını göster. O elbiseyi tez zamanda öğrencimin sırtında görmek istiyorum.

Sustum. Ne konuşabilirdim ki? O gün o terzi dükkanında gözlerime yaşlar hücum ederken Allah’a şükür ve insana olan şükran duygularım daha da çoğaldı, kavileşti. Sözümün başında, hiç bir şey göründüğü gibi ve göründüğü kadar değildir demiştim ya, işte öyle… Bazen azar, nazardandır.

Şerif Aydemir/ İrfanDunyamiz.com

BENZER İÇERİKLER

Şunlara Gözat

Celalettin Ökten Hoca sade yaşardı…

Bu yazımda size, Türkiye’de İmam-Hatip Okullarının açılması için gece-gündüz çalışan, yani cihad eden ve neticede …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.