Mustalıkoğulları savaşından alınacak dersler… 

Gelin, Asr-ı saâdet’e gidelim ve hicretin beşinci yılında cereyan eden Mustalıkoğulları savaşını ve sonrasında cereyân eden olayları hep birlikte izleyelim. İyice izledikten sonra olup bitenlerden ders ve ibret alalım. Üç seri halinde yayınlayacağımız bu yazı dizisinin tamamını okumayı ihmal etmeyin lütfen.

Bedir savaşında yenilen, Uhud savaşında da istedikleri neticeyi alamayan Mekke müşrikleri, Kızıldeniz sahilinde oturan Mustalıkoğullarını Medine üzerine baskın yapmaya kışkırttılar. Peygamber Efendimiz, kabile reisi Hâris bin Ebî Dırâr’ın baskın hazırlığını haber alınca, durumu araştırmak için Bureyde bin Husayb’ı görevlendirdi.

Ani bir baskın

Haberin doğru olduğunu öğrenince, Zeyd bin Hârise’yi Medine’de yerine vekil bırakarak Şâbân 5// Ocak 627 tarihinde büyük bir kuvvetle yola çıktı. Gayeleri ganimet elde etmek olan kalabalık bir münafık gurubu da bu orduya katıldı.

Peygamber Efendimiz, hedefi gizli tutarak düşmanı şaşırtmak maksadıyla bir süre Suriye’ye doğru yol aldı. Gün bitiminde konakladı. Ertesi gün asıl hedefine yönelerek düşmana âni bir baskın yaptı. Mustalıkoğulları fazla bir varlık gösteremeden teslim oldular.

Bu savaşta düşman tarafından on kişi öldü. Kaçanlar kaçtı, kaçamayanlar esir alındı. İslâm ordusundan ise sadece bir mücâhid yanlışlıkla düşmandan biri sanılarak bir Müslüman tarafından şehid edildi. Mustalıkoğullarından esir alınanlar iki yüz kişi kadardı. Çok sayıda deve, sığır ve davar ganimet olarak alındı.

Esirler arasında kabile reisi Hâris’in kızı Cüveyriye’de vardı. Hâris bir müddet sonra esirlerin fidyesini vermek ve kızını kurtarmak için Medine’ye geldi. Peygamber Efendimiz’i ve Müslümanları yakından tanıdı; gerçekleri gördü ve Müslüman oldu. Eşi bu savaşta öldüğü için dul kalan Cüveyriye de Peygamber Efendimiz ile evlendi.

Ashâb-ı kirâm da; “Peygamber Efendimiz’in eşinin yakınlarını esir olarak tutmak bize yakışmaz” dediler ve esirlerin hepsini serbest bıraktılar. Bu esirler arasında sadece yüz tane kadın vardı. İşte bu sebepten dolayı Hazreti Âişe radıyellahu anha der ki: “Ben, kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı, daha mübârek bir hanım bilmiyorum”1

Hazreti Âişe annemizin dediği gibi Cüveyriye gerçekten hayırlı ve mübârek bir hanımdı. Bir günde, esir iken hem Peygamber Efendimiz’e eş olma şerefi ve saâdetine erdi, hem de kavminin esâretten kurtulmasına sebep oldu. Cüveyriye’nin Peygamberimize eş olduğunu ve esirlerinin karşılıksız serbest bırakıldığını duyan kabile mensupları da toptan Müslüman oldular.

İki büyük problem

Münâfıklar bu savaşta iki büyük problem çıkardılar. Birincisinde az daha Ensâr ile Muhâcirleri birbirine düşürüyorlardı. İkincisinde de Hazreti Âişe’ye iftira ettiler. Bu savaşın iki adı vardır. Karşıdaki düşman kabilenin adından hareketle Mustalıkoğulları savaşı denildiği gibi, savaşın cereyan ettiği yerdeki su kuyusundan hareketle de Müreysî savaşı denilmiştir.

Şimdi biz, münâfıkların kuyu başında çıkarmak istedikleri fitneyi ve devamını izleyelim. Asr-ı saâdet’te Peygamber Efendimiz’in başının en büyük belası olan münâfıklar, tarih boyunca İslâm ümmetinin de başının en büyük belası olmuşlardır. Mustalıkoğulları savaşına münâfıklar da Müslümanların safında katılmışlardı.

Gördüğünüz gibi bu savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Medineli münâfıklar, öteden beri fitne çıkarmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için fırsat kolluyorlardı. Bu fırsatı işte bu savaşın sonunda yakaladılar. Savaştan sonra Peygamber Efendimiz ve İslâm ordusu, Müreysî kuyusunun yanında konakladı ve istirahate çekildiler.

Fitne ateşi

İşte bu sırada Hazreti Ömer’in ücretli işçisi olarak çalışan Cehcah bin Mes’ûd ile Hazrec’in eski müttefiklerinden bir aileye mensup olan Sinan bin Veber arasında kuyudan su çekme sırasıyla ilgili bir tartışma çıktı. Tartışmanın boyutu büyüdü ve kavgaya dönüştü. Cehcâh ve Sinân birbirlerine vurmaya başladılar.

Sinân tek başına Cehcâh’ı alt edemeyeceğini anlayınca; “Yetişin ey Ensar topluluğu!” diye bağırıp Medineli Müslümanlardan yardım istedi. Münâfıkların başı olan Abdullah bin Ubey ile birlikte kuyu başındaki kavgayı seyreden Ensar’a mensup bazı Müslümanlar; “Koşun, adamınıza yardım edin!” diyen Abdullah bin Ubey’in teşvikiyle Sinân’ın yardımına koştular.

Ensar’dan bazılarının Sinan’ın yardımına koşması üzerine Cehcâh da; “Yetişin ey Muhâcirler!” diye bağırarak Mekkeli Müslümanları yardımına çağırdı. Orada bulunan bazı Muhâcirler de Cehcâh’a yardım etmek için kuyu başına koştular. Her iki taraf, kendisini çağıranın yanında toplandı. Böylelikle Muhâcir ve Ensar’dan bazı kimseler kavga için karşı karşıya gelmiş oldular.

Aralarındaki sözlü sataşmalar kısa sürede hakarete dönüştü. Hatta bazıları silahlarını çektiler. Kanlı bir çatışma çıkmak üzereydi. Durumdan haberdar olan Peygamber Efendimiz, koşarak gelip iki topluluğun arasına girdi. Çok öfkeliydi. Şahitlerin ifadesine göre Peygamber Efendimiz’i o güne kadar hiç böyle öfkeli görmemişlerdi.

Cahiliye davası

Birbirleriyle vuruşmak için toplanmış iki topluluğun arasına giren Peygamber Efendimiz, öfke ve sitem dolu bir üslupla “Müslüman olduktan sonra da câhiliye dâvâsı ha, öyle mi? Hâlâ câhiliye dâvâsını sürdürüyorsunuz ha!” diye çıkıştı ve şöyle buyurdu: “Artık bırakın şu câhiliye dâvâlarını; bu pisliktir, kötülüktür. Câhiliye dâvâsı güden cehenneme atılır.” Müslümanların bazı ileri gelenlerinin de araya girmesiyle iki taraf yatıştırıldı, Cehcâh ile Sinân barıştırıldı ve kalabalık dağıldı.2

Yaşanan olay, küçük çaplı bir çatışma girişimi gibi görünüyorsa da gerçekte hiç de öyle değildi. Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’in tepkisinden de anlaşılacağı üzere bu, çok ciddî bir problemdi. Bunca yıldır Müslüman olanlar, omuz omuza onlarca savaşa giren ve bu savaşlarda canlarını, kanlarını verenler, İslâm için mallarını harcayanlar, hâlâ İslâm karşıtı bir dâvânın gereğine göre davranabiliyorlardı. Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’in “câhiliyet dâvâsı” ve “pislik” olarak tanımladığı kavmiyetçilik dâvâsına kapılabiliyorlardı.

Rasûlullah’ın kızdığı şey de işte bu idi; kabul etmediği, anlamakta zorlandığı taraf burasıydı. İslâm, iman kardeşliğini her çeşit bağın üstünde tuttuğu, iman kardeşliğine rağmen başka hiçbir bağın daha olumlu anlam ifade etmeyeceğini sürekli bildirdiği halde, Müslümanların İslâm’ın aşağılayıp reddettiği kavmiyetçilik dâvâsını sürdürmelerini ve bu dâvâ için birbirlerine silah çekmelerini kabullenememişti.

Kavmiyetçilik dâvâsı gereği, Medineli Müslümanların sırf Medineli oldukları için birbirlerini destekleyip Mekkeli Müslümanlarla, Mekkeli Müslümanların da sırf Mekkeli oldukları için birbirlerini destekleyip Medineli Müslümanlarla kavga etmelerini, hatta birbirleriyle savaşmaya kalkışmalarını izah etmek mümkün değildi.

Bu, her şeyi alt üst eden bir durumdu; inşâ edilen iman topluluğunun darmadağın olmasını ateşleyecek bir kıvılcımdı. İşte bunun anlaşılır, kabul edilir tarafı yoktu ve her iki taraf hatalarını anladılar ve birbirlerinden özür dilediler.

Prof. Dr. Mustafa Ağırman/ İlkadım Dergisi

DİPNOTLAR

1 İbn Hişâm, es-Sîre, III, 308; İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 177.
2 Buhârî, Tefsir, 63; Müslim, Birr, 64.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İslamî metinlere fil gibi giriyorlar…

Mealcilik diye bir bidat türedi. Her şeyi inkar ediyorlar ve meal yeter diyorlar. Bunu ispat …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.