
Sosyolojinin, psikolojinin, pedagojinin projektörleri ile İslam’a bakıyoruz. Olması gereken ise İslam’ın projektörleri ile sosyolojiye, psikolojiye, pedagojiye ve diğer bilimlere bakmak. Siz İslam’ı anlam dünyanızın öznesi yapacaksanız bunları nesne yapmak durumundasınız. Bugün, sosyolojinin, psikolojinin, felsefenin, iktisadın verileri modernizmin kavram ve kalıpları üzerine üretilmiştir.
Televizyonda dikkat ediyorum ailevi meseleler üzerine konuşan psikologlar, insan davranışlarını Freud ve Adler’in düşünceleri ile açıklıyorlar. Böyle bir şey olmaz, bu bir cinayettir… Freud, id, ego, süper ego diye ayrımlarda bulunuyor ve insanın bütün yapıp ettiklerini insanın cinsel dürtüsüyle açıklamaya çalışıyor. Siz bunun üzerine kurulmuş bir psikoloji bilimi ile Müslümanlara ne anlatabilirsiniz?
Somut bir örnek daha verelim. Freud “ödül kompleksi” diye bir şey söylüyor. Nedir bu? Baba ile oğul arasında aynı cinste olmaktan doğan bir çatışma olduğu iddiası. Bir insan evleniyor oğlu olduğu andan itibaren oğluyla cinsellik temelli bir çatışma yaşıyor diyor. Biz Müslüman olarak bir baba oğul ilişkisini bu temelde açıklayabilir miyiz? Bunu böyle kabul edebilir miyiz? Modern psikoloji bütün bunlardan hareket ederek konuşuyor, biz bunu alıyoruz, kendi sorunlarımızı çözecek bir bilgi olarak kullanıyoruz. Bu olacak iş değil.
Her bilgi masum değildir
Her bilgi masum değildir. Ve her bilgi Müslümanların babasının malı gibi kullanabilecekleri bir bilgi değildir. Biz gerçekten de biraz bedavacılığa alıştık. Batıda üretilenleri burada tüketmeye çalışıyoruz. Biz uzak doğunun Taocu, Şintoist yani müşrik toplumlarından değiliz. Her şey bize uymaz. Tevhidi temsil edenler için her bilgi öyle masumca alınıp kullanılabilecek bir bilgi değildir. Tevhit eksenli bir bilgi biraz daha endişesi olan bir bilgidir. İslam’ın bilgisi insanları ahlaklı yapma, iyi bir mümin ve mümine yapma endişesi taşır.
İslam’ın bilgisinin temelinde bu vardır, modern bilginin böyle bir kaygısı yoktur. İlkokuldan üniversiteye kadar verilen bilginin böyle bir kaygısı yoktur. Olsaydı zaten bilimsel bilgi olmaktan çıkardı. Bilginin İslam’ın kendi hakikatine uygun ve kendi usul geleneği içinde üretilmesi gerekiyor. Bunun yapılabilmesi için üç önemli kavram ön plana çıkıyor. Bilgi, usul ve medrese kavramları…
Modernlikle mukayese ettiğimizde şöyle bir durum karşımıza geliyor: alimin yerini entelektüel alıyor, dini bilginin yerini bilimsel bilgi alıyor, dini hakikatin yerini de pozitivist gerçeklik alıyor. Kutsal kitaba bağlı kalınarak üretilmiş bir bilginin yerini aklın tabiattan ürettiği bir bilgi alıyor. Onun için bazı batılı bilginler Rönesans’tan sonrasını paganizme dönüş olarak görmüşleridir. B
ilginin niteliği değişince ortaya yeni aktörler çıktı, bilim adamı ya da entelektüeller dediğimiz aktörler çıktı. Dini bilginin yerine bilimsel bilgi geçince bunun müessesi olarak da “üniversite” kuruldu.
Medrese olmayınca
1960’lardan itibaren topluma önderlik eden âlimin yerine entelektüel geçti. Özellikle de mühendis nitelikli, teknolojik bilgiye sahip entelektüeller… Hani İslamcıları ilim ve fennini alalım dediği o tip çıktı ortaya… O zaman onların söylediği diğerlerinden daha değerli olmaya başladı. Böyle olunca da toplumsal önderlik bir bakıma onların ellerine geçti. Onların ürettiği bilgi de bizi kirletti. Bu bilgi yüzünden ben dünyaya Müslümanca bakamıyorsam, ya da arızalı bakıyorsam, o halde ben dünyaya Müslümanca yeniden nasıl bakabilirim? Yaşadığım sorunlara Müslümanca çözümler nasıl üretebilirim? Bunu düşünmeliyim.
Müslümanların batının metodolojisinden farklı bir usul geleneği var. Mesela kilisenin eskiden beri uyguladığı hermonotik usulü var. Siz bunu alıp uygulayamazsınız. Size kim söyledi İslam’ın usullerinin yetersiz olduğunu? Medrese sıradan bir yer değil, kendi usulü içerisinde bilgi üreten yerdir. Bu konuda mürekkep yalayanlarımız medresenin çürüdüğünü ifade ediyorlar. Üniversite denilince aklınıza hiç çürümüş üniversite gelmiyor. Ya da kıytırık üniversite gelmiyor. Müslüman bir toplumun tarihsel akış içerisinde karşılaştığı sorunları Müslümanca bir tavırla çözmeye imkân verecek yerdir medrese…
Tıbbın perişanlığı…
Bugün medrese gibi bir mekanizmamız olmadığı için her alanda sorunlar yaşıyoruz. Mesela tıp bu Müslümanca düşünceye sahip kimselerin ürettiği bilgileri sunmamaktadır. Onun için hastalığımı dinlerken beni ölümle tehdit etmektedir. Bak bunu kullanmazsan kanser olursun, bunu kullanmazsan ölürsün. Bunlar aslında insanın zaafıyla oynamaktır. Ölümle onu korkutmaktır. Modern tıp bu korku üzerine kurulmuştur.
Müslümanların bir tarih algısı da yoktur. Biz geçmişe nasıl bakacağımızı bilmiyoruz. Hatta modern tarih algısını da anlayamadık. Kur’an’dan nasıl bir tarih algısı çıkartacağımız konusunda ciddi handikaplarımız vardır. Modernliğin tarih algısına benzer bir tarih algısıyla düşünüp, konuşuyoruz… Modern tarih algısı ilkellikten mükemmele giden bir zaman algısı üzerine kuruludur.
İlerlemecilik fikrinin gerçekten bir zaman ve tarih felsefesi olduğunu çok zaman anlamak istemiyoruz. Çünkü ilerleme demek insanoğlunun kökenine ilkelliği koymak demektir. Zamanın da mekânın da daima mükemmele gittiğini kabul etmek demektir. Yani ilerleme fikri, biz teknolojimizle buluşlarımızla mükemmele doğru gideceğiz, hatta hastalıklara çare bulacağız, dünyada rahat bir hayat kuracağız düşüncesidir.
Eğer biz bu ilerlemeci algıyı kabul edecek olursak Hazreti Âdem ve Hazreti Havva’yı ilkelliğin ilk basamağı olarak görmek durumunda kalırız. Bu Müslümanın kabul edebileceği bir tarih ve zaman algısı değildir. Sosyolojinin bilgisi bunun üzerine kuruludur. Psikolojide de bu algının izleri vardır. Mesele modern psikoloji insanın ilkel duyguları olduğunu söyler. Oysa Müslümanlar bunlara fıtrat olarak bakarlar ve bunun ilkellikle ilgisi yoktur. Şu halde şu “ilerleme” fikrini yeniden düşünelim.
Terakki nedir?
Ben İslamcıları eleştirmiyorum, sadece olan durumu tespit ediyorum. İslamcılığın üzerinde kafa yorduğu üç şey vardı; ilim, fen ve terakki… “İslam terakkiye mani midir değil midir” bu konu üzerinde İslamcılar bilhassa çok durmuşlardır. Bunun en dikkat çeken nedeni oryantalistlerin bitmek bilmeyen suçlamalarına cevap verme düşüncesidir. İslamcılar bir nefsi müdafaa yapma durumunda kalmışlardır. İslamcıların ilerlemeci tarih algısı üzerinden konuşmaları batının kavram ve kalıpları kullanılarak olmuştur.
İslam’ın terakkiye mani olmadığını savunulurken “terakki”nin ne olduğu konusu batının kalıpları içerisinde değerlendirilmiştir. Terakki teknik teknolojik bir olgu olarak algılanmıştır. Bugün Müslümanlar da terakkiyi böyle algılıyorlar. Dolayısı ile Müslümanlar burada onların kalıpları içine farkında olmadan girmiş oluyorlar. Peki bunun ne sakıncası var.
İlim ve fennin arkasında ne var?
Buraya dikkat buyurun. İlim ve fenne bakalım. Burada İslamcılar bunları alıp nefs-i müdafaada bulunmak istediler. Fakat bunların arkasında onu beseleyen bir felsefe bir düşünce bir dünya görüşü olduğunu dikkate almadılar. Bunu eleştirmek için söylemiyorum. O günün İslamcıları çok mübarek kahraman insanlardı. İslam’dan taviz vermemek için çok fedakârlık ettiler. Nefislerinden, zevklerinden feragat ettiler.
Fakat ortam bir tusunami ortamıydı, bu ortamda ilim ve fennin arkasında ne olduğunu düşünemediler. Onların görevi gelen dalgaya set tutmaktı, bunu yaptılar. Allah hepsinden razı olsun. Tusunami geldi vurdu, dedik. Tusunaminin geldiği ortamda da biz geldik büyüdük. Artık onu tanıyoruz, onun dünyasında yetiştik. Elbette kendi dünyamıza da bu arada yabancılaştık. Şimdi biz bu tusunami içinde Müslümanlığımız koruyabiliyor muyuz? Bizim birinci derecede meselemiz budur.
Bugün biz artık ilim ve fennin arkasında neler olduğunu görebiliyoruz. Bugün biliyoruz ki bu ilim ve fennin arkasında, teknolojinin arkasında bir dünya görüşü vardır, bir hayat tarzı modeli ve bir gelecek endişesi vardır. Ve bu unsurlar masum değildir. Bizim görevimiz bunları analiz etmek. Biz bugün file yukarıdan bakma imkânına sahibiz. Bizim görevimiz onların arkasındakileri deşifre etmek.
Ellerinden alındı
Eskiden bir sahne vardı, oyuncular vardı, oynan bir oyun vardı. Bunların hepsi iyi kötü bize aitti. Sonra oyuncuların üstündeki elbiseler değişti, dekorun bir kısmı değişti bir gün baktık ki bütün dekor, aktör, giyim, oyun hepsi değişti. Biz şuan böyle bir sahnede İslami bir anlam arıyoruz. Yani başkasına ait olan sahnede İslam’ı yeniden çağırıyoruz.
Bizim şimdi hedefimiz senaryosuyla, oyunuyla, sahnesiyle, aktörüyle her şeyi geri getirmeye çalışmak. Bu geçmişe dönmek değil, istesek de dönemeyiz zaten. Allah bizi varlıkla, iktidar ve imparatorluk sahibi olmakla imtihan etti. Bugün ise bu halimizle imtihan ediyor. Şimdi burada bizim önceliğimiz ne olmalıdır? Onlar gibi iktisadi olarak güçlenmek mi yoksa Müslümanlığımızı ön plana koyarak ona göre düşünmek mi?
Not: Bu yazı Abdurrahman Arslan’ın Ocak 2012 Tarihinde AKV’de yaptığı konuşmanın çözümlenmesi ile oluşturulmuştur.
Abdurrahman Arslan/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.