
Son günlerde Mutezile’nin Ehl-i Sünnet’in organik bir parçası olduğuna dair garip iddialar öne sürülüyor. Mutezile’yi Ehl-i Sünnet olarak görmek mümkün müdür? Bu iddialara nasıl cevap verilmelidir? Prof. Dr. Adnan Memduhoğlu Hocamız bu sorulara şöyle cevap veriyor:
“Ehl-i Sünnet” tabiri, “Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile ashab cemaatinin dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler” anlamında kullanılır. Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdığı temel kaynaklarda Şîa gibi Mu‘tezile de Ehl-i Sünnet dışında ve bidat mezhepler kategorisinde yer alır. Başta ilâhî sıfatlar, kader, insan fiilleri, büyük günahlar gibi iman anlayışı konularında Ehl-i Sünnet’ten ayrıldığı için, klasik kaynaklarda “Ehl-i bid‘at” veya “fırak-ı dâlle” (sapmış fırkalar) arasında sayılır.
Ehl-i Sünnet’e göre Allah’ın sıfatları ezelîdir ve zatıyla kaimdir; Mu‘tezile ise sıfatları reddederek Allah’ı yalnızca “bilinmeyen bir zat” haline getirmiştir. Yine Ehl-i Sünnet, kulların fiillerini yaratma bakımından Allah’a, kesb bakımından kula nisbet ederken; Mu‘tezile fiilleri tamamen kula isnat ederek ilâhî kudretin mutlaklığını sınırlamıştır. Bu yaklaşım, hem Kur’ân’ın “Allah dilediğini yaratandır” (Âl-i İmrân 3/47) ilkesine, hem de kader anlayışına ters düşmektedir.
Ayrıca büyük günah işleyen kimseye “ne mü’min ne kâfir” hükmü vermeleri, Ehl-i Sünnet’in “günah imanı ortadan kaldırmaz” anlayışıyla bağdaşmaz. Bütün bu görüşler Mutezile’yi Ehl-i Sünnet’in ana akaid çizgisinden uzaklaştırmıştır. Bu sebeple Ebû Hanîfe, Nesefî, Teftâzânî, Tahâvî gibi otoriteler, Mu‘tezile’yi “ta‘til, kader inkârı ve iman anlayışında bid‘at ehli” olarak nitelendirmişlerdir.
Mutezile maddesi
DİA’daki değerlendirmeler de bu klasik çizgiyi teyit eder: Mu‘tezile, İslâm düşüncesine eleştirel ve aklî bir katkı sunmuş olsa da, Ehl-i Sünnet’in itikadî bütünlüğü içinde yer almamış, onun dışında kalan bağımsız bir kelâm ekolü olarak kalmıştır.
DİA’daki “Mutezile” maddesinde mezhepteki beş esasın tamamının Ehl-i Sünnet’in itikadî çizgisine aykırı olduğunu belirtilir. Özellikle Allah’ın sıfatlarını inkâr eden anlayışları sebebiyle, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından “ta‘til ehli” olarak nitelendirilmişlerdir (Bkz. DİA, c.31, s. 492-500, Metin Yurdagür) s. 497).
el-Fıkhu’l-Ekber şerhinde, Ehl-i sünnetin dışında görülen Mu‘tezile’nin temel görüşleri açık biçimde reddedilir. (Bkz. Şerhu Fıkhi’l-Ekber, nşr. Zâhid Kevserî, s. 49, 52). Ebu’l-Muîn en-Nesefî, eserinde Mu‘tezile’yi açıkça Ehl-i Sünnet dairesi dışında görür (Bkz. el-Akâid, s. 12-13, nşr. A. el-Kavârimî)
Sa‘deddîn et-Teftâzânî, Nesefî’nin metnine yaptığı şerhte Ehl-i Sünnet’in dışında gördüğü Mu‘tezile’yi sistemli biçimde eleştirir. (Mesela Bkz. Şerhu’l-Akâid, nşr. Sâbûnî, s. 57 İmam Ebû Ca‘fer et-Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye’de Ehl-i Sünnet’in itikadını özetlerken, dolaylı biçimde Mu‘tezile’nin görüşlerini reddeder. (Bkz. Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Kahire, 1971, s. 218)
En geniş şemsiye
Bu arada şunu da ifade etmekte yarar var. Ehl-i Sünnet, İslam ümmetinin inanç ve düşünce birliğini temsil eden en geniş şemsiyedir. Ancak bu güzel kavramı kendi dar düşünce kalıplarına hapsedip onu başkalarını kötülemek için bir kılıç gibi kullanan az sayıdaki mutaassıp kimseler (isimleri önemli değil), farkında olmadan İslâm’a ve Müslümanlara zarar vermektedir. Aynı şekilde, Ehl-i Sünnet’in ana çizgisiyle uyuşmayan bazı bid‘at akımlarını illa bu çatıya dâhil etmeye çalışmak da doğru değildir.
Hiç şüphesiz, sağlam inanca ve köklü bir ilim geleneğine sahip olan İslâm âlimleri tarih boyunca Mu‘tezile’den Zâhiriyye’ye kadar farklı düşünce ekollerinin ilmî birikimlerinden faydalanmaktan çekinmemişlerdir. Ellerindeki “ilim eleği”, faydalı olanı alıp zararlı olanı ayıklamalarına imkân tanımıştır. Bu yönüyle farklı görüşlere açık olmak, ilme canlılık ve derinlik kazandırmıştır.
Ancak bu konuda temel prensip yani Nebevi vasiyet açıktır: “Size sünnetimi ve benden sonra gelen râşid halifelerin sünnetini tavsiye ederim.” (Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sünne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6.) Bu yol selefi sâlihinin yolu, yani Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin yoludur. Ehl-i Sünnet inancının değerini ve önemini idrak eden âlimler, bu saf ve temiz inanç etrafında birleşmiş Müslümanları koruyup kollamaya gayret ederler.
Onlar, “Ehl-i kıble tekfir edilmez” ilkesini düstur edinir; Ehl-i Sünnet şemsiyesini mümkün olduğunca geniş tutarlar. Bununla birlikte, bu ana caddeden sapmaya çağıran akımlara karşı da önce hikmet ve güzel öğütle nasihat eder, gerekirse ilmî ve fikrî mücadeleyle hakikati savunurlar. Niyeti hâlis, akidesi sahih ve ameli sâlih Müslümanlar olmak, işte bu çizgiyi muhafaza etmektir.
İstifade edilebilir
Zemahşeri gibi bazı Mutezile alimlerinden istifade etmek konusuna gelince bunu kendi çevremizden bir misalle açıklamak isterim. Allah afiyet içinde uzun ömürler versin. Şu an 105 yaşlarında olan Molla Bedreddin Hocamız. Ebdeu’l-Beyân tefsirinde Ehl-i Sünnet âlimlerinin tefsirlerinden faydalandığı gibi Mutezili âlim Zemahşeri’nin Keşşaf’ından da epey yararlanmıştır.
Ben bu tefsiri bizat kendisinden okurken merak edip sorardım. Ölçüsü şuydu: Biz Ehl-i Sünnet mensupları olarak, kendisini Müslüman gören ehli kıble kimseleri tekfir etmediğimiz gibi, tarih boyunca Ehl-i Sünnet dışında Mutezile gibi mezhep âlimlerinin yazdığı eserlerden de istifade ederiz. Bunu yaparken faydalı yönlerini alır, Ehl-i Sünnet inancına uymayan görüşlerini kabul etmez ve buna dikkat çekeriz.
Bazı eserlerinden faydalanmamız onları Ehl-i Sünnet içinde addetmeyi gerektirmez. Bu iki durumu birbirine karıştırmamak lazım.
Prof. Dr. Adnan Memduhoğlu/ İrfanDunyamiz.com
Doğrusu Nedir? ↗
Bilgi kirliğine karşı güvenilir kaynaklardan doğru bilgileri okumak için tıklayın.
İlim Hazinem↗
Önemli konularda yazılmış ilmi yazıları okumak için tıklayın.
İrfan Dünyamız Kendi İrfanımızı Keşfet!

