Cemaatin arasında öyle birisi vardı ki…

Boyabat İmam Hatip Lisesi‘ndeyken bir hocamız; “Evladım, bulunduğunuz görevin yahut yaptığınız vazifenin hakkını verin” demişti bizlere… Bu söz öylesine benliğimde yer etti ki hayatımın her döneminde canla başla çalışıp İslam davası adına bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm. Bu düşünceyle bilhassa gençlik çağımda kendimi daha fazla geliştirip insanlara Allah’ın dinini en güzel şekilde anlatabilmek için bir takım gayretler içerisinde oldum.

İmamlığa yeni başladığım 198o’li yıllarda neler mi yaptım? Mesela o yıllarda çıkan bütün İslamî dergilere abone oldum. Dergilerde reklamı yayınlanan tüm eserleri alıp okumaya başladım… Her gün belli sahifede kitap okumayı rutin olarak kendime mecbur kıldım. Her hafta okuduğum kitaplardan çıkardığım notlarla vaaz ve hutbelerimi bizzat kendim hazırladım.

Dergi ve kitaplar

O zaman televizyon yoktu, bana engel olur diye radyo da almadım… Tüm boş zamanlarımı dergi ve kitaplarımla haşır neşir olarak geçiriyordum. Seyyid Kutub‘un “Fizilalil Kur’an Tefsiri” ve İmam Gazali‘nin dört ciltlik İhya‘sını notlar alarak cemaatle okuyup bitirdik. Diğer taraftan ilmihal ve fikir kitaplarını da yutarcasına okuyor, hiç bir zaman boş bir vakit geçirmiyorduk.

Cemaatime sözümün tesir edebilmesi için kendimi onlara sevdirmem gerektiğinin bilincindeydim. Onların ufak tefek işlerinde onlara yardımcı olarak gönüllerini kazanmaya çalıştım. Harman zamanında cemaatin harmanına uğrar bir sat yardım eder; “Bereketli olsun” deyip evime gelirdim…

Artık ben onlardan biri olmuştum. Henüz evlenmemiştim ama hiç kimseye de yük olmamaya gayret sarf ederdim. Onlar kendilerinden bir şey ummadığımı görünce beni daha da çok sahiplendiler.

Vaazlara hazırlandım

Vazife yaptığım köy camiinde verdiğim vaazlara çok ehemmiyet gösterirdim. Her hafta Cuma günleri, ezandan kırk beş dakika önce vaaz vermeye başladığımda ilk günlerde vaaza başladığımda pek kimse olmazken, zamanla cemaat bu derslere erkenden gelmeye başladılar.

Cemaatim Allah’a hamd olsun vaazlarımı büyük bir dikkatle dinliyor ve hatta namazdan sonra da evlerde sohbetlerimiz mütemadiyen devam ediyordu. Hususi soru soranlara, izahat isteyenlere neredeyse bir saat kadar meseleleri uzun uzadıya anlattığım da olurdu.

Dersler, vaazlar, sohbetler, kitaplar, dergiler derken öyle tatlı bir koşuşturmacanın içindeydim ki yaşamanın gayesini idrak ettiğimi düşünüyordum. O günleri hatırladıkça, bugün dahi olsun kendi kendimi motive ederim.

İlk büyük vaazım

Pazartesi günleri Boyabat‘ın pazarı kurulurdu. Köylüler yetiştirdikleri meyve, sebze, peynir, yoğurt, tavuk ve yumurta gibi ürünlerini pazarda satar, şehirden kendine lazım olan öteberileri alarak akşama köylerine dönerlerdi. Pazartesi günleri köylüler pazara geldiği için merkez camilerinde cemaat çok olur, bundan dolayı da her hafta vaazlar olurdu..

Bir pazartesi günü daha önceden hazırladığım bir vaaz konusuyla İlçe Müftümüz’ün yanına gittim. “Eğer müsaadeniz olursa bugün merkez camiinde vaazı ben vermek istiyorum” dedim… Müftü Bey elimde notların olduğunu görünce, “Tabi memnuniyetle” dedi ve ilk defa merkez camiinde çok kalabalık bir cemaatin karşısında bir vaaz vermiş oldum. Vaazın sesi merkezi sistem ile bütün köylere veriliyordu.

Tabi bir taraftan da heyecan içerisindeydim. Acaba yüz akıyla bu işi tamamlayabilecek miydim? İmam Hatip Lisesi’ndeyken Hitabet hocamız bizlere; “Kalabalık cemaatlere hitap edeceksiniz, o zaman heyecanlanmamanız için karşınızdakileri birer taş olarak kabul edip öyle hitap edin” demişti. O an hocamızın bu sözü kulaklarımda çınladı.

Az sonra ilk defa Boyabat’ın Beyazıt Camii kürsüsüne çıkma şerefine nail olacaktım. Cüppeyi sarığı giydim, ayaklarım titreyerek de olsa kürsüye çıktım…

O imam benim oğlum

İşin ilginç tarafı cemaatin içerisinde merhum babacığım da vardı. Rahmetli babam şehre on km mesafedeki Çarşak Köyü‘nde imam idi.. Benim vaaz edeceğimi duyunca koşarak merkez camiine gelmiş, ben daha fazla heyecanlanmayayım diye de üst katta arkada bir oda var; oraya girip saklanmış.

Her ne ise, elhamdülillah Rabbimin yardımı ile herhalde güzel bir vaaz ettim ki namazdan sonra her gelen boynuma sarılıyor, tanıyanlar tebrik ediyor, tanımayanlar; “Hocam siz kimlerdensiniz?” diyerek  tanışmaya çalışıyordu.

Bunlara şahit olan rahmetli babacığım; “O benim oğlumdur, o imam benim oğlumdur” diyerek gözleri dolu dolu bir şekilde memnuniyetini ifade ediyordu. Babama bu güzelliği yaşattığım için halen dahi Allah’a milyonlarca şükürler ediyorum.

Namazdan sonra müftü bey de bizi tebrik etti. Bir iki noktada hatırlatma yaptıktan sonra, ne zaman istersem kürsüye çıkabileceğimi söyledi… Tabi müftü beyin bu teklifi benim yükümü biraz daha zorlaştırdı… Çünkü kendimi daha fazla geliştirmem ve bilgilerimi sürekli tazelemem gerekecekti, öyle de oldu…

Osman Hocam!

Ayda bir defa merkezde vaaz etmeye başlamıştım. Yine bir Ramazan günüydü. O hafta vaaz için hazırlığım falan yoktu, müftülükte bir işim vardı. Katipler odasına yöneldiğimde arkamdan Müftü Bey seslendi;  “Osman Hocam buraya gel!”

Ben de selam verip makamına girdim, baktım genç bir misafiri vardı yanında. Müftü Bey o genç arkadaşımızın Ankara’dan gönderilen Ramazan vaizi olduğunu söyledi bana. Bizi tanıştırdıktan sonra bana; “Bugün merkez camiinde sen vaaz edeceksin” dedi. Ben de; “Bugün için hiç bir hazırlığım yok efendim özür dilerim” deyince sinirli bir şekilde “Osman Hocam” dedi; “Bugün vaazı sen vereceksin.”

“Peki efendim baş üstüne” deyip odadan çıktım… Katipler odasından bir kağıt kalem alarak konferans salonunda alelacele bir vaaz planı yaparak kısa bir müddet sonra vaaza çıktım. Elhamdülillah korktuğum gibi olmadı, Rabbim in yardımıyla öyle güzel bir vaaz oldu ki ben bile şaşırdım… Belki hazırlansam bu kadar güzel vaaz edemeyecektim. Namazdan sonra yine her zamanki gibi tebrik ve teşekkürler geldi.

Namaz sonrası Müftü Bey de o gün odadaki vaiz kardeşimiz genç olduğu için, bizi örnek göstererek onu vaaz hususunda cesaretlendirmek istediğini söyledi. Merkezden yapmış olduğum bu vaazlardan dolayı kadromun olduğu Engilekin Köyü‘nde bu durumlar sevinçle karşılanıyor, bana karşı sevgi ve saygıları bir kat daha artıyordu. Çocuklar ayrı, gençler ayrı, yaşlılar ayrı camimiz cıvıl cıvıl olup, dolup taşıyordu.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.