Namaz, “din” ve “iman” şeklinde Kur’an’da verildiğine göre Müslümanlar bu ibadeti vaktinde ve muntazaman eda hususunda daha titiz olmaları gerekir. “İman amelden bir cüz/ parça değildir” ilkesini mutlak hâle getirip imanı besleyen başta namaz olmak üzere ibadetlere gevşek davranmak akıllı Müslümanların yapacağı bir iş değildir. Bu hükme inanan imamlar, böyle bir yargıya Müslümanları ibadetlere soğuk davransınlar diye varmamışlardır.
Namazı terk etmenin hükmü ile alakalı en ciddi çalışmalardan birini Hanbeli Mezhebinin müçtehid imamlarından İbni Kayyim el-Cevziyye diye bilinen Şemsüddin Muhammed bin Ebî Bekir yapmıştır.1 İbni Kayyim bu çalışmasında namazı terk ile ilgili tüm nasları, terk edenlerin küfrüne kail olanların ve olmayanların görüşlerini ortaya koymuştur. Cemaate katılmanın ve huşu ile namaz kılmanın önemiyle alakalı bahisler açmıştır.
Sakındıran bir kitap
Şunu belirtmekte yarar görüyoruz; insan bu kitabı okuduğu zaman namazı terk etmekten ve ciddiyetsiz namaz kılmaktan korkuyor. Namazlarına bir disiplin getiriyor. Elbette bu yönüyle önemsiyoruz bu tip çalışmaları.
İbni Kayyim, kitabının daha başlarında şöyle bir değerlendirme yapmış; “Müslümanlar, farz bir namazı bilerek terk etmenin günahların ve kebirenin en büyüğü oluşunda hiçbir ihtilafa düşmediler. Allah katında namazı terk etmenin günahı insan öldürmekten, zinadan, hırsızlıktan ve içki içmekten daha büyüktür…”2 Aynı bahiste namazı terk edenlerin küfre düştüğüne kail olan fakihlerin isimleri verilmiş, Hanefi imamlarından Abdullah bin Mübarek de bu grupta anılmıştır.3
Fıkıh usulüne göre lafızları ve fetvaya medar olan kavilleri biliyoruz. Bu konuda farklı düşüncelerimiz de olabilir. Sadece hatırlatmak istediğimiz, sonuçlar içtihadidir. Şayet küfre kail olmayanlar görüşlerinde isabet edememişlerse durum tehlikelidir; Müslümanlar namazı eda etmekte gevşek davranmasınlar, namazı terk edenlerin küfre düştüğüne inanan müçtehitler doğruya isabet etmiş de olabilirler. O zaman, namazı terk edenler kendilerini cehennem azabından nasıl kurtaracaklar.
Bu insanlara gevşeklik verenlerin sorumlulukları olmayacak mı? Bunları paylaşmak Harici bir yaklaşım da değildir. Bu yaklaşımları en çok eleştirenlerdeniz. Üzüldüğümüz, namazla hiç alakası olmayan adamları(!) zoraki kurtaracağız diye bu kadar malumatı paylaşan insanlara dil uzatan; pozitivist bir imana sahip kişilere yaranmak için samimi Müslümanları rencide edenlerin zavallılığıdır. Namazsız adamları kurtarmak adına bu kadar özür dileyici üslup kullanılırsa ülkede sadece namazı terk edenlerin sayısı artmış olur.
Namazı terk etmenin hükmünü ayrıntılı bilmek isteyenler gerek fıkıh kitaplarına gerekse konuyla alakalı yazılmış müstakil çalışmalara bakabilirler. Biz bu konuyu Abdurrahman el-Cezerî’nin el-Fıkh alâ mezahib’i-l erbea adlı çalışmasının ilgili bölümünden kısa bir alıntı ile bitireceğiz. Cezerî, kitabında Hanefi, Maliki, Şafi ve Hanbeli mezheplerinin görüşlerini tek tek açıklamıştır.
Daha sonra da Peygamber Efendimizin; “Kul ile küfür arasında namazın terki vardır”4 hadisi hakkındaki yorumları vermiş ve şunları paylaşmıştır: Namazı terk edene kâfirlere verilen ceza takdir edilir. Bu ceza namazın farz oluşunu inkâr edenlere de hamledilebilir. Namaz kılmayan kimse kâfirlerin amelini sergilediği için onların küfürlerine de atfedilebilir. Namaz kılmayan kimsenin ölümünden sonraki hükmü ise Müslüman bir kimsenin hükmü gibidir. Ancak öldükten sonra yıkanmaz, kefenlenmez, üzerine namaz kılınmaz, Müslüman kabristanına gömülmez, onun değersizliğinden dolayı mezarı dümdüz yapılır; tümsek yapılmaz…”5
Namazın terk edilmesinin vahim sonuçlarını ayet ve hadisler çerçevesinde ele aldık. Arzumuz kimseyi yersiz tekfir etmek değildir. Layık olmayanları tekfir etmenin manevi ve hukuki sonuçlarını bilenlerdeniz. Naslarla Müslümanları karşılaştırarak namaza müdavim olmalarını sağlamak için böyle bir yol takip ettik. Konuyla ilgili mezheplerin görüşlerine fazlaca dalmadık. Bunun nedeni konuyu daha çok uzatmamak içindir.
Namazın kazası meselesi
Terk edilen namaz kaza edilir mi? Edilmez mi? Konusu da münakaşa edilmiş ve farklı görüşler serdedilmiştir. Peygamber Efendimiz, bilerek asla namaz geçirmemiştir. Hendek Savaşı’nda Müslümanlar düşmanla karşılaşıp onların hendeği geçmek için zorladıkları bir zamanda ikindi namazlarını vaktinde kılamayıp akşamdan sonra kılmışlardır. İkindinin vakti geçtiğine göre bu namaza eda demek mümkün değildir. Başka bir vakitte kılmışlardır ve kılınan namaz kaza namazıdır. Peygamberimiz, “sahib-i tertip” olduğu için, akşam vaktinde de olsa önce ikindi namazını kılmış, sonra da akşam namazını kılmıştır. Bu olay olmasaydı fıkhi ihtilaflar büyürdü. Bu örnek çözüm sayesinde derin ihtilaflar olmamıştır.
Müsned’de zikredilen bir hadiste Resulullah; “Her kim ki namaz kılmayı unutur veya uyur da namazı geçirirse o namazın kefareti hatırladığında onu kılmasıdır.”6 Unutulan veya uyuyarak geçirilen bir namazın vakti çıkmış olabilir. Vakit çıkınca kılınan namaza eda denilemeyeceğini daha önce belirtmiştik. Aynı hadisin başka bir ifadesi de Müsned’in III. Cilt, 269. Sayfasında geçmektedir. Her iki râvi de Enes bin Malik’tir. “Eğer bir kimse unutarak namazı terk eder ise ona kaza gerekir.”7
Peygamber Efendimiz, hadiste görüldüğü üzere kaza ifadesini kullanmıştır. Zorunluktan ifa edemediği Hendek Savaşı’ndaki ikindi namazının ve bir sefer dönüşünde yorgunluktan uyup kaldıkları, nöbetçinin de uyuduğu için kaldıramadığı bir sabah namazının8 dışında Peygamberimiz’in kaza namazı yoktur. Müslümana bilerek namaz geçirmek yakışmadığı için Peygamberimiz hadislerinde, “unutmak” ve “uyumak” kelimelerini kullanmıştır. Bütün bunlara rağmen geçirilen bir namaz varsa onun da kaza edilmesi şarttır. Hanefi âlimleri bu görüştedir.
Günümüzde bazı akademisyenler namazın kaza edilemeyeceğini çeşitli mekânlarda dile getirmektedirler. Bu dile getiriş metodik değildir. Herhangi ciddi bir usul alt yapısı oluşturularak söylenmiş de değildir. Hanefi ve Hanbeli hukukçularının sentezi yapılmıştır. Şöyle ki “namazın kazası olmaz” diyen kişiler, namaz kılmayanın küfre düşmediğine inanırlarken, Hanbeli Mezhebindeki “namazın kaza edilmeyeceği” içtihadını esas almaktadırlar. Hâlbuki Hanbeli Mezhebinde “bir vakit namazı bilerek terk eden küfre gider.”
İnsan tekrar namaza başlayacak olursa yeniden Müslüman olur. Namaz kılmadığı ara dönemde mürted olduğundan; mürtetlerden de Müslüman olmadıkları için namazın vücubiyeti kalktığından dolayı namaz kaza edilmez. Bu görüş mezhep içerisinde gayet tutarlı ve bir usule/ metoda dayanmaktadır. İbni Kayyim, “es-Salatü ve Hukmü Târikihâ” adlı çalışmasında bu konudaki bütün radikal fetvaları ve görüşleri toplamıştır.
Namaz kaza edilmez diyen akademik çevreler ise namazın kılınmadığı ara dönemlerdeki itikadi durum veya namaz kılmayanların imanlarını normatif bir şekilde ele alamamışlardır. Cesaretleri de yoktur. Onlar, yıllarca namaz kılmayan insanlar kaza namazı kılacak olurlarsa namazdan soğurlar; hiç olmazsa kaza yoktur diyelim de namaza alışsınlar şeklinde de düşünmüş olabilirler. Eğer böyle bir savunmaları varsa görüşlerini delilleriyle ortaya koymaları ve bir metot dâhilinde konuşmaları gerekir. Aksi hâlde yaptıkları sadece kafa karıştırmak ve kendilerinin egolarını tatmin etmektir.
Sünnet yerine kaza mı kılmalı?
Medya organlarında vaizlik yapan bazı şahıslar kendi mezhep taassuplarını propagandaya dönüştürerek, “vakit namazlarının sünnetlerini kılmak yerine kaza namazı kılmak gerekir” diyerek, halkın kafasını karıştırmaktadırlar. Şunu unutmayalım ki vakit namazı borcu olan, borçlarını ödemeye yoğunlaşmalı. Nafilelere fazla dalarak kaza namazlarını ihmal etmemeli.
Şu husus da hatırdan çıkarılmamalı; vakit namazlarının çoğunluğu müekked sünnettir. Resulullah bunları çok nadir terk etmiştir. Onun sünnetinin bağlayıcılığına inanan Müslümanlar, bu nafilelere devam etmelidir. Bunlar çok vakit de almazlar. “Kulun kıyamet gününde hesaba çekileceği ilk amel namazdır. Namazı tam olursa sevabı da tam olarak yazılır. Eğer farz namazları eksik olursa (Yüce Allah şöyle) buyurur; “Kulumun namazlarına bakınız, nafileleri var mıdır?” farzlardan zayi ettikleri nafilelerle tamamlanır…”9
Hadisi, nafile namazların boşuna gitmediğinin delilidir. Peygamber Efendimiz, “Namaz kılan bir kimsenin farzları tam gelmediğinde nafilelerle tamamlanır”10 buyurarak, nafilelerin de teşvikini yapmıştır. Biz de biliyoruz ki hiçbir nafile farzların yerini tutmaz. Farzların önünde veya sonunda kılınan ve birkaç dakikalık bir zaman alan bu sünnetleri terk ettirmek doğru bir yaklaşım değildir. Farzlar mutlaka kılınsın, kazaya namaz bırakılmasın, kalan varsa tekrar kılınsın ama Resulullah’ın kolay kolay bırakmadığı vaktin sünnetleri de ihmal edilmesin; hafife alınmasın.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 İbni Kayyim, Şemsüddin muhammed b. Ebî Bekir, es-Salatü ve Hukmü târikihâ, 2010, Mısır.
2 İbni Kayyim, Şemsüddin muhammed b. Ebî Bekir, es-Salatü ve Hukmü târikihâ, s. 14.
3 İbni Kayyim, a.g.e, s.14
4 Ebu Davud, 34, Sünnet, 15, had. no: 4678, c.V, s. 58.
5 Cezerî, Abdurrahman, el-Fıkh alâ mezahib’i-l erbea, Beyrut, c.V, s. 458.
6 Ahmed, Müsned, c. III, s. 100.
7 el-Hanbeli,İbni Recep, Cami’u-l Ülum, c.II, s. 367.
8 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.I, s. 332
9 Nesai, Salat, had. no: 9, c. I, s. 233.
10 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.I, s. 291.
İslam İlmihalimiz ↗
Dini sorularınıza güvenilir kaynaklardan cevaplar bulmak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.