Bendeniz, merhum Üstad Necip Fazıl’ı hayli erken bir yaşta tanımaya başladım. Daha ortaokul ve lise yıllarında hem kitaplarıyla, hem gazete yazılarıyla tanıştım. “Büyük Doğu” okuyarak ve tabii ki, “Işık Doğu’dan gelir” diyerek üstadı sevenler kafilesine katıldım. “Çerçeve” başlığıyla kaleme aldığı yazıları neredeyse çerçeveletip asacak hale geldim. Hangi mahlasla, nerelerde yazdığını bildiğim için yazılarını kaçırmamaya çalışıyordum. Haftaları iple çekerek “Büyük Doğu”ları okumayı ve biriktirmeyi sürdürdüm. Beş altı cildi bulan “Büyük Doğu”lar bugün de kütüphanemi süslemeye devam ediyor.
Yüksek tahsil için İstanbul’a gelince gıyaben tanıdığım Üstad’ı vicahen de tanımanın mutluluğunu yaşadım. Kendisini Erenköy’deki evinde, Cağaloğlu’ndaki iş yerinde ziyaret ettiğim gibi, konferanslarını da mutlaka takip ettim. En çok Milli Türk Talebe Birliği’ndeki sohbetlerine katıldım. Ahmet Kabaklı hocamızın önayak olmasıyla kendisine “Sultân-ı Şuarâ”unvanının verildiği programa da katıldım.
Bu mukaddimeyi üç gün önce gördüğüm bir rüyayı sizinle paylaşmak için yaptım. Geçen çarşambayı perşembeye bağlayan gece sabaha karşı saat 6 ila 7 arasında Üstadı rüyamda net olarak gördüm.
Bir-iki cümleyle anlatayım.
Bir sahaf dükkânında karşılaştık. Dükkânın tanıdığım sahibi yok, sadece ikimiz içerideyiz. Üstad, üzeri kitaplarla dolu masanın sandalyesini çekerek oturdu. Ben de hemen yanı başına iliştim ve sahafiye kitapları karıştırmaya başladım. Sayfaları hafif dağınık, küçük bir kitap dikkatimi çekti. Baktım, kapağında eski harflerle “Fezâilü’n-Necip Fazıl” yazıyordu. Ve bu, Necip Fazıl’ın Faziletleri demek oluyordu. Hem çok şaşırdım, hem de çok sevindim. Hemen imzalaması için Üstad’a uzattım ama bu arada bir gaf yaptım, kitabı verirken, lütfen adımı soyadımı yazarak imzalayın dedim. Üstad, şöyle bir yüzüme bakıp istediğim gibi imzaladı, kapaktaki eski yazılı bazı cümleleri de okuttuktan sonra elime verdi. Fakat bu arada aklıma geldi.
Canım, Üstad vefat edeli yıllar oldu, bunu sana nerede, nasıl imzaladı diye sorarlarsa, ne cevap vereceğim dedim. Kendi kendime, sorarlarsa, Üstad, bunu bana rüyada imzaladı, derim.
Mademki söz rüyadan ve kitaptan açıldı, müsaadenizle bu konuyla ilgili birkaç cümle daha söylemek istiyorum. İlim irfan sahibi bazı şahsiyetlerin, hatta bir takım hükümdarların gördükleri rüyaları mektuplaştırdıklarını, hatta kitaplaştırdıklarını biliyoruz. Mesela, asıl adı “Kitabü’l- Menâmât” olan “Sultan III. Murad’ın Rüya Mektupları” tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından neşredildi. 376 sayfalık bu kitapta bu Osmanlı padişahına ait “câlib-i dikkat” rüyalar yer alıyor.
Beş ciltlik “Sefine-i Evliya”nın müellifi Hüseyin Vassaf merhumun da rüyaları, “Keşif Günlüğü” adıyla “Büyüyen Ay Yayınları”nın “tasavvuf” serisinden çıktı. Osmanlıca’sının da yer aldığı bu kitapta tam 68 “vâkıa” bulunuyor. İnsanın ruh dünyasında cennet rüzgarları estiren bu metinleri ben de Osmanlıca derslerimde okutmuştum.
Birinci vakıayı teberrüken aşağıya alıyorum:
“Bir gece gördüm ki, zümrüd-âsâ ovalardan, dağlardan tayy-ı merâhil ederek Medine-i Münevvere’ye vasıl oldum. Ravza-i Itırnâk-i Muhammediye’yi ziyaret şerefine nail olmakda istical gösterdim. Refikim, ‘Acele etmeyiniz’ dedi. Derd-i aşkıyla yanıp kavrulduğum Server-i Âlem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri’nin hâk-i pây-i hâcet revasına rû-mal olmak (yüz sürmek) saadeti için istical lazımdır, diye dahil-i ravza-i muattara oldum. Ferrâşin, süpürmekle meşgul idiler. Ortada Nur-u Âlem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri’ni müşahede şerefine mazhar oldum. Arz-ı selam eyledim. Selamıma mukabele buyurdular. Salat-u Selam ile meşgul oldum. Mübarek yed-i enverlerini (nurlu ellerini) göğüslerine götürerek ‘Senden hoşnudum’ diye üç kere, tenezzülen izhar-ı âsâr-ı kerem ve merhamet buyurdular. Neşe-i kâmile müstağrak olduğum halde uyandım. Gözyaşlarımdan yastığım ıslanmış idi.”
İşte bu Hüseyin Vassaf Efendi’nin hakkında “Kemâlü’l-Kemâl” adıyla büyükçe bir kitap yazdığı İbnülemin Mahmud Kemal’in de gördüğü rüyaları kaleme aldığını bilâhare öğrendik. Rahmetli Taha Toros’un o zengin arşivinin Şehir Üniversitesi’ne intikal ettiğini öğrenince hemen gidip İbnülemin’le ilgili çeşitli evrak arasında merhumun eski harflerle kaleme aldığı bu rüyalara da ulaştım. Kitap halinde de yayımlanan bu rüyalar dizisini –inşallah ben de– hazırlamakta olduğum biyografinin üçüncü cildine dercedeceğim.
Biliyor musunuz, rüyalarını kaleme alanların arasında bazı hanımlar da var. Mesela bunlardan biri de, Âsiye Hatun isminde bir dervişedir. 17. yüzyılda Üsküp’te dünyaya gelen bu hanım, Ebubekir Efendi adında bir zatın kızıdır. Önce Velid Dede diye bir şeyhe intisap ediyor, sonra Şeyh Muslihiddin Efendi’ye bağlanıyor. Bilâhare bu şeyhini rüyasında görüyor, işte ondan sonra “Rüya Mektupları” ortaya çıkıyor. Bu kitap da yayımlandı.
Gözlerden uzaklaşınca dünyâ
Binbir geceden birinde gûyâ
Başlar rüyâ içinde rüyâ
Dursun Gürlek/ Yeni Şafak