İman sadece bir temenniden ibaret değildir. Ödenmesi gereken bir bedeli vardır. İman etmenin bedeli de vahyin hayatın tüm boyutlarına hâkim olması; tüm davranışların Allah Teâlâ’nın iradesine arz edilmesidir. O’nun iradesine uygun amellerin meşruiyeti vardır. Kur’an’da, insanın dini uğrundaki ödemesi gereken bedele atfen dört ayet vardır. Bunlar; Bakara Suresi 214. ayet, Âl-i İmran Suresi 142. ayet, Tevbe Suresi 16. ayet ve Ankebut Suresi 2-3. ayetlerdir.
Hayatın çilelerinden yorulan Müslümanların Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den rahat bir ortam talep etmelerine karşılık Yüce Allah şu ayeti indirerek cevap vermiştir: “Yoksa siz ey iman edenler, sizden önceki ümmetlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden, öyle kolayca cennete girebileceğinizi mi sanıyordunuz? Sizden önceki ümmetler öyle zorluklarla, öyle sıkıntılarla karşılaşmış, öylesine çetin imtihanlarla sarsılmışlardı ki (nihâyet o zamanki) Peygamber ve onunla birlikte inananlar, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hâle gelmişlerdi. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır!”1
Sabırla yola revan
Rivayet kitapları “Allah’ın yardımı ne zaman?” sorusunu soranların Mekkeli Müslümanlar ve özellikle de Habbab bin Eret olduğunu belirtirler. İşkence görmekten vücudunda tırnak ucu kadar bile doğal renk kalmayan bir adamın genişlik ve ferahlık talebine Allah celle celaluh yukardaki cevabı vermiştir.2
Buna göre, Müslümanlardan sızlanmamalarını ve sabırla yola revan olmalarını istemiştir. Yukardaki ayetin Medenî olduğunu düşünürsek ayetin nüzul sebebi bizim kanaatimize göre şu olaylardır: Resulullah ve arkadaşları Medine’ye hicret ettiklerinde mallarını, evlerini ve yurtlarını terk ettikleri için şiddetli zorluklarla karşılaştılar. Bir yandan Yahudiler düşmanlıklarını açıkça ortaya koyarlarken, diğer yandan münafıklar gizli düşmanlık gösterdiler.
Bütün bu güçlükler devam ederken Hendek savaşında tüm Arap kabileleri tarafından kuşatıldılar, Beni Kureyza’nın ihanetine uğradılar. Deyim yerindeyse canları boğazlarına gelip “Allah’ın yardımı ne zaman” demeye başladılar ki bu ayetler nazil oldu.3 Bazı müfessirler ise ayetin Uhud Savaşı sırasında Müslümanlar arasında fitne çıkarmak isteyen münafıkların ayartması üzerine indiğini söylemişlerdir.4 Tüm rivayetlerin ortak noktası, tarihte peygamberler ve yollarından giden Müslümanlar çilelerle denenmişlerdir; Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem ümmeti olarak sizler de deneneceksiniz, unutmayın ki çilesiz zafer olmaz.
Benzeri bir ayet de Uhud Savaşı sonrasında gelmiş ve imanın ödenmesi gereken bir bedelinin olduğu vurgulanmıştır. Uhud Savaşındaki verilen şehidler ve gaziler imanlarına karşılık bedel ödeyen kahramanlardır. Gazilik ve şehadetin mukaddemi olan cihad, iman-ı kâmilin işaretidir. Cihad ve sabır olmadan ne imana bedel ödenir, ne de cennete gidilir. Bu konudaki ayet gayet sarihtir: “Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri ve (yolunda yılmadan) direnenleri/ sabredenleri seçip ayırmadan cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz?”5
Cihadsız bir din tasavvuru olmaz
Cihada soğuk bakan ve taşıdığı riskten dolayı onsuz bir din tasavvuru düşünen kişiye Peygamber Efendimiz’in yaptığı şu uyarı çok önemlidir: “İbni Hasasiyye radıyellahu anh, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e gelip İslâm’ın emirlerinin zorluğu ve kolaylığı üzerinde yorum yapmış; sonra da “zekâtsız ve cihadsız bir din” tasavvurundan bahsetmiştir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, İbni Hasasiyye’yi şiddetle sarsmış ve “Allah yolunda sadaka ve infak yok, cihad yok, o zaman sen ne ile cennete gireceksin?”6 demiştir.
Müslümanlar cihadı terk edip korkakça davranırlar ve mal biriktirme tutkusuna kapılırlar, sonra da konforizmin etki alanına girecek olurlarsa dünyayı amaç haline getirirler. Dünyada ebedi yaşama ve cenneti de dünyada arama sapıklığına düşerler. Ayrıca Müslümanlar cihadın aleyhindeki kara propagandadan etkilenirler ve cihadı terk ederlerse bireysel ve toplumsal zillete/ alçaklığa düşerler.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, böyle bir düşüşe ve alçalmaya neden olan durumları şöyle tespit etmiştir: “(Faizli bir muamele olan) ıyne alış verişi yapar, öküzün kuyruğuna sarılır, ziraata razı olur (tarlanızdan başka bir şey görmezseniz) ve cihadı da terk ederseniz Allah Teâlâ size zillet musallat eder ve tekrar dininize dönene kadar o zilleti üzerinizden geri almaz.”7
Hadisteki “öküzün kuyruğuna sarılmak ve ziraata razı olmak” ifadeleri deyimdir. Güncel dille anlam verirsek; herkesin dünyalık peşinde koşup dinini ciddiye almaması, işini ve kazancını Allah’ın emirlerinin önüne geçirmesidir. İtibarı, konumu, lobisi, formasyonu, yakınları, kazancı ve kapitali gider endişesiyle hayatın İslâm’a dönüşümünde görev yüklenmemesi; kariyerini hesap ederek hakkı zamanında ve yerinde söylememesidir.
Yaşadığımız fiili durum bu ve daha beteridir. Şu anda elimizde o kadar “öküz kuyruğu” var ki hiç birini bırakmak istemiyoruz. Yani maddi çıkarlarımızı dinin önünde tutuyoruz. Cihada karşı çıkanların tamamı, dünyalık tercihlerini din kabul edenlerdir. Dünyalıklarını din kabul edenler tarihte de Peygamber Efendimiz’e karşı çıkarak ilk nifak hareketini başlatan ilk münafıklardır. Münafıklardan başka kim cihada karşı çıkabilir ki… Zira cihadla ilgili yaklaşık 600 ayet varken…
Mü’min cesurdur
Cihad ibadetiyle bu ibadeti yapan kimsenin kazanmış olduğu nitelik arasında büyük bir ilgi vardır. Cihad insana şecaat/ yiğitlik, yüreklilik, cesaret, kahramanlık ve şehadet kazandırır. Bu nedenle, denilebilir ki şecaat tüm peygamberlerin temel niteliklerindendir. Allah celle celaluh, korkak insanlardan peygamber göndermemiştir. Peygamberlerinin sıfatlarıyla ahlaklanan ümmeti de, peygamberlere varis olan âlimleri de, Peygamber’e niyabeten ümmeti yöneten hakka Müslüman siyaset adamları da korkak olmamalıdırlar.
Kim peygamberleri model almaz ve “Gücü yettiği halde, yanında zelil düşürülen mümin bir kardeşine yardım etmez ise, kıyamet gününde bütün mahlukatın gözü önünde rezil edilecektir” 8uyarısını yapan Peygamberimiz, bu asli görevi yapmamayı kişinin kendini küçük düşürmesi/alçalması olarak9 dile getirmiş ve yeterli izahatı yapmıştır.
İmanının bilincinde olan hiçbir Müslüman korkak olamaz. Hangi türü olursa olsun korkaklık kâfirlerin ve münafıkların ortak sıfatıdır. Zira onlar cenneti dünyada arayıp buldukları için ahiretten korkarlar ve bu korkaklıkları hayatlarına yansır. Mü’minler için ise ahiret, vuslatın başladığı gerçek hayattır.
En zor şartlarda insanların direncini kırmak ve ölüm endişesiyle onlara korkaklığı öğütlemek, münafıkların ve kâfirlerin davranış biçimi olduğu için Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, ümmetine şu uyarıyı yapmıştır: “Kim cihad etmez ve cihad etmeyi içinden bile geçirmezse, o kişi münafıklıktan bir şube üzerine ölür.”10 Çünkü münafıklar, korkak oldukları gibi Müslümanları da korkutarak kendilerine benzetmek isterler.11
Korkaklık münafıkların iliklerine işlemiştir. Müslümanların aldığı İslâmî eğitime göre; “Allah celle celaluh yolunda bir deve sağımı kadar cihad eden kişiye cennet vacip olur.”12 Aynı bağlamda Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem “Allah’ın rızasını kazanmak için çalışıp gayret ederken ayakları tozlanan kimseye cehennem ateşinin haram olacağı; dokunmayacağı”13 müjdesini vermiştir. Ayrıca insanın, niyetini halis hâle getirmek suretiyle “Allah yolunda yaptığı bir sabah veya akşam yürüyüşü, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”14 buyurmuştur.
Kesintisiz ibadet
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in cesaret timsali olduğunu söyleyen Hazreti Ali radıyellahu anh, savaşlarda korktukları zaman onun arkasına gizlendiklerini ifade etmiştir. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, herkes korkar cesaretini kaybederse, dünyaya kötülerin egemen olup hayatın anlamsız hâle geleceğini biliyordu. Bunun için, “İslâm’da, kesintisiz –ruhbaniyet15 derecesinde- tek uğraşı cihaddır.”16demiştir.
Böyle temel bir ibadeti yapmaktan Müslümanlar sorumludurlar. Özellikle de farz-ı ayın olma durumlarında bütün Müslümanlar toptan cihadla görevlidirler. Cihad yaparken, kimseden korkmamayı ve çekinmemeyi öğütleyen Resulullah, cihattaki muhatabın, yapılan cihadın büyüklüğünü belirlediğini ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Cihadın en faziletlisi zalim yöneticiler karşısında hakkı söylemektir.”17
İnsanlardan korkup çekinmenin kişiyi hayrı ve doğruyu söylemekten men etmemesini şu şekilde açıklamıştır: “İnsanlardan korkmak ve çekinmek, sizden birisini, gördüğü veya bildiği bir hakkı söylemekten engellemesin. Çünkü söylemiş olduğu bu hak sebebiyle ne (belirlenmiş) eceli yaklaştırılır, ne de rızkı uzaklaştırılır.”18 Bu rivayetle Peygamber Efendimiz, Müslümanların zaferini engelleyen iki hastalığa; ölüm korkusu ve rızık endişesine dikkat çekmiştir.
Kendinizi küçük düşürmeyin
Cesareti övüp korkaklığı yermesi bakımından şu hadis oldukça önemlidir: “Peygamber Efendimiz bir defasında sahabilerine, ‘Sizden biriniz kendini küçük düşürmesin.’ deyince arkadaşları da ona ‘Kendimizi nasıl küçük düşürür, alçaltırız?’ sorusunu yöneltmişlerdir. Bunun üzerine Resulullah; “Kişi, Allah için konuşması gereken bir yerde konuşmazsa, Allah Teâlâ ona kıyamet gününde, konuşması gereken yerde konuşmadığının nedenini sorar, o da ‘İnsanlardan korktum” der, Yüce Allah da o kişiye: En çok korkman gereken ben değil miydim?”19 buyurur.
Hak uğrunda konuşmamanın neticesi, hadis-i-şerifte hem şahsiyet zaafı hem de kıyamet gününde tüm insanların önünde mahcubiyet olarak tanıtılmıştır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “İnsanlar korkak davranır ve her türlü ahlaksızlığa kayıtsız kalırlarsa, içlerinde çok mükemmel insanlar da olsa yine de ilahî cezanın gelebileceğini”20 belirtmiş ve herkesi şu sözleriyle uyarmıştır:
“Bir toplumun içerisinde (aleni olarak) Allah’a isyan içeren davranışlar işlenir ve gücü yeten kimseler de bunlara engel olmazlarsa, Allah celle celaluh umumi bela ve musibetler verir.”21Aynı gemide yaşayan insanlar22 kötülüklere, ahlaksızlıklara, fuhşa, uyuşturucuya, öldürme ve yaralamalara göz yumarlarsa “gemi su alır”23 ve bela da ortak olarak herkese birden gelir. Bu belalardan kurtulmanın yolu, her Müslüman’ın cesaretini kuşanarak en yakınından başlayıp24 komşularına doğru açılmak suretiyle İslâm’ın güzelliklerini duyurmalarıdır.25
Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem gibi cesaretli olmak; hakkın ve haklının yanında olmak ve yaşanabilir bir dünyayı kurabilmek için gayret etmektir. Zalimin adresini önemsemeksizin zulme karşı olmak, Muhammedî duruştur. Kimseyi tahrik etmeden ve kargaşaya meydan vermeden, millet olmanın güvenlik alanlarını garantiye almak için insan olmanın sorumluluğunu yerine getirebilmek, gerçek ve bilinçli şecaattir.
Korkunun ecele faydası yok
Allah celle celaluh’ün mahlûkatı için tayin ettiği bir ecel vardır ve korkunun da ecele faydası yoktur. Ecel konusunu daha net kavramak için ecel konusu ile ilgili ayetlerin hepsini bir araya getirip konulu bir çalışma yapmak bile, insanın ruhen olgunlaşmasına ve Allah yolunda fedakârlık yapmasına vesile olur.
Bu konuyu burada vurgulamamızdaki sebep; dünyadaki İslami hareketlerin ecel/ ölüm ve rızık konusunda üyelerini yeterince aydınlatamadıkları için zayıflamaya başladıkları gerçeğidir. Aynı zayıflık halinin daha kötüsü coğrafyamızın Müslümanlarında da vardır.
Eğer biz bu hastalığı Kur’an ve Sünnet kaynaklı olarak çözemezsek karşımıza şu iki korkunç hastalık çıkacaktır: Birincisi; insanlar inançları uğrunda fedakârlık yapamayacaklar, ikincisi de; dünyaya tapan korkak bir nesil yetişecektir. Yüce Allah celle celaluh insanın dünyaya olan meylini bildiği için onlara Mekkî surelerde sık sık ölümü hatırlatmış, cihadın türevi olan mukatelenin emredilmesiyle beraber, mü’minlerin savaş alanlarından kaçmamaları için de Medenî ayetlerde ecelin tekliğini, değişmezliğini de bu konuya eklemiştir.
Ecel konusunda bir gecikmenin olmayacağını Kur’an şu buyruğunda olduğu gibi tüm insanlığa ilan etmiştir: “Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiç kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdar olandır.“26
Ölümden korkmayın
Günümüzde, ecelin çift olmasından hareket ederek ayetler üzerinde fikir jimnastiği yapan insanlar bilerek veya bilmeyerek ümmeti korkaklığa sevk etmektedirler. Hayat içerisinde aktivitesini kaybeden insan cihad gibi bir temel farizayı yapmadığında daha çok yaşayacağına inanırsa, sonunda mutlaka korkak olacaktır. Kur’an, ölüm korkusuyla ümmeti korkutmayı nifak alameti olarak belirtmiş ve kıyamete kadar zihnimizde canlı tutmamız gereken şu evrensel duyuruyu yapmıştır:
“Ey iman edenler, küfre sapanlar ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: ‘Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi’ diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.”27
Ayeti kerimede kınanan insanlar, mü’minleri çalışmaktan alıkoymak isteyen küfür ehli veya; “Bize itaat etselerdi ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyerek ecel korkutmasıyla müslümanların cihad ruhunu kırmak isteyen münafıklardır.28 Birilerinin canını korumak gibi bir iyi niyeti paravan olarak kullanmayı da ihmal etmiyor münafıklar. Ayeti kendi yaşadığımız atmosferde düşünürsek esefle belirtmek gerekir ki can korkusu ve olgunlaşmamış “evlâd-ü iyal” sevgisi birçok insanın nifak ahlakıyla ahlaklanmasına ve cihad ibadeti üzerinde hiç düşünmemesine sebep olmuştur.
Oysa Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisi bu soruya cevap vermiş ve mü’minleri şecaatle donatarak korkaklık hastalığından kurtarmaya çağırmıştır: “De ki: “Eğer evlerinizde de olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti…“29 Allah’ın dini uğrunda mücahede eden herkes ölecek diye bir kayıt yoktur, bilakis; kimin eceli geldiyse o ölür.30
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Bakara 2/214
2 İbni Kesir, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l Azim, c. I, s. 238.
3 Vâhidî, Esbab-ı Nüzul, s. 57-8.
4 Mukatil, Tefsir, c. I, s. 112.
5 Âl-i İmran 3/142
6 Hakim, Müstedrek, had no: 2421, c. II, s 89-90;Heysemi, Zevâid,C.I,s.42
7 Ebu Davud, Büyu, Had.no:3462,c.III,s. 274
8 Heysemi, Zevaid, c.VII, s.267.
9 Bak: İbni Mace, Fiten, h.no: 4008, c.II, s.1328.
10 Nesai, Cihad, Had. no: 2, VI, 8.
11 Konuyla ilgili bkz: Âl-i İmran 2/154, 156, 168.
12 Nesai, 25, Cihad, Had No: 25, VI, 25, Abdurrezzak, Musannef, no: 9534, V, 253.
13 Ahmed, Müsned, III, 367; Nesai, Cihad, 25, Had. no: 9, VI, 14.
14 Abdurrezzak, Musannef, Had. no: 9542, V, 259; Müslim, 33, İmare, 30, Had. no: 1881, II, 1500; Nesai, Cihad, 25, Had. no: 11, VI, 15.
15 Burada ruhbanlığa bir övgü yoktur. Cihadın devamlılığı bir benzetmeyle anlatılmıştır. Dille ilgili bir anlatım biçimidir.
16 Ahmed, Müsned, III, 266.
17 Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h.no: 18850) c.VI, s.266.
18 İbn Mace, Fiten, 20, Had. no: 4007, II, 1328; Ahmed, Müsned, III, 51.
19 Ahmed, Müsned, IV, 268.
20 Malik, 56, Kelam, 8, II, 991.
21 İbn Mace, Fiten, Had. no: 4009, II, 1329.
22 Aynı gemi örneği Müslümanları bozuk ve kaptanlarının kendileri olmadıkları gemilere razı olmaları anlamına gelmez. Müslümandan istenen gemiye sahip olmaları, dümeni ellerine almaları ve hain saldırısından kendi gemilerini kurtarıp gemiyle ilgili kuralları da kendilerinin koymalarıdır.
23 Ahmed, Müsned, IV, 268.
24 Şuara 26/214.
25 İbn Kesir, Camiu’l-Mesanid, Daru’l-Fikr, Beyrut trsz, I, 36.
26 Münâfikun 63/11
27 Âl-i İmran 3/156.
28 Taberî, a. g. e, c. III, s. 489.
29 Âl-i İmran 3/134.
30 Taberi, a.g.e., c. III, s. 489.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.