Toplumu kaynaştırmak görevimiz…

Boyabat ilçesinin yakınındaki bir köy Alevi köyü olarak bilinir. Rahmetli babaannem 60’lı yıllarda büyük bir ameliyat geçirir ve bu köyden Kuru Hüseyin namıyla bilinen birisinin evinde ameliyattan sonra üç ay misafir kalır. Kuru Hüseyin babamın ticaret yaptığı zamanlardan ortağıdır ve yaşlı babaanneme onun evinde çok iyi bakılır.

Rahmetli babaannem çocukluğumda o günleri anlatır ve onlar hakkında; “Çok iyi insanlar” diye söylerdi. İlk kez “Alevi” kelimesini o zamanlarda duymuştum. Tabi biz Alevi ne demek diye merakla büyüklerimize sorardık. Genelde “Hazreti Ali’yi sevenler” derlerdi. Ya da onlar hakkında; “kimisi namaz kılmaz” derlerdi.

Bir Ramazan günü

80’li yıllarda Boyabat merkezde İmam iken Müftü Efendi tarafından Ramazan’ı Şerif’te bir gün o köydeki camiye görevlendirildim. O gün İngiltere’de bir milli maçta olay çıkmış ve 48 kişi ölmüştü. Boyabat merkez Beyazıt Camii imamı Hafız Cevdet Maşalı Hocam da Kur’an kursuna yardım toplamak üzere o köye gelmişti.  

Teravih namazı öncesi sohbet yapıldı. Teravih namazı sonrasında Cevdet Hocam Kur’an Kursu için yardım talep ettiklerini söyledi. Toplanan meblağı az bulan genç köy muhtarı; “Hocam kusura bakmayın. Bu miktar bizim köye yakışmadı. Keşke daha önce haber verseydiniz de maç seyretmek için gelemeyenleri de camiye davet ederdik. Ama ben size bunun haricinde kendim yardım yapacağım” deyip yüklü miktarda bir yardımla bizi göndermişti.

Köylerinde çok güzel bir cami ve Diyanet’in de bir imamı vardı. Hatta o köyden bir İmam Hatip müdürü Recep Hocamı çok iyi hatırlıyorum. Babası rahmetli, benim yaptığım vaazları çok sevdiğini söyleyerek; “Osman Hocamı bana getir” diye Recep Hocama söylermiş. O da bizi köyüne davet etmişti. Hakikaten çok güzel bir karşılama ve ikramla bu Hacı Abimizin evinden memnuniyetle dönmüştük.

Başım gözüm üstüne       

Biz Alevi kardeşlerimizde hep bu güzellikleri gördük. Kur’an kursuna az para toplandı diye üzülen ve daha fazlasını veren bu kardeşlerimizin hatırasını paylaşmak bugün benim için bir vazifedir. İlerleyen yıllarda da Alevi kardeşlerimizle hep çok güzel iletişimlerimiz oldu. Yurt dışı görevim esnasında yaşadığım bir hatırayı sizlerle paylaşmak isterim.

2016-2018 yılları arasında Frankfurt’a bağlı Beerfelden’de imamlık yaparken bir cenaze namazı öncesi yaptığımız kısa sohbetten etkilenen bir kardeşimiz yanıma gelerek; “Hocam ben Alevi bir vatandaşım. Kur’an-ı Kerim öğrenmek istiyorum. Aynı zamanda manasını da çok merak ediyorum. Bu konuda bana yardımcı olabilirseniz size derse gelmek istiyorum” dedi.

 “Tabi” dedim; “Değerli kardeşim başım gözüm üstüne. Biz buralara kadar sizlere hizmet etmek için geldik. Sizin ile birlikte Kur’an-ı Kerim çalışmaktan çok mutlu olurum.” Kardeşimiz bu sözlerimden çok memnun oldu. Fakat halinde bir endişe seziyordum. Fazla sürmedi, neden endişelendiği anlaşıldı. “Hocam eğer benim sizden ders aldığımı bizim buradaki alevi toplumu duyacak olursa, bana tepki gösterirler. Ama ben yine de bunu göze alarak size derse gelmek istiyorum” dedi.

Anladığım kadarı ile Sünni bir imamdan ders alırlarsa asimile olmaktan endişe ediyor olabilirlerdi. Zannediyorum bundan dolayı kardeşimiz böyle bir endişesini dile getirmişti. Ben de; “Belki de tepki göstermezler, bu güzel davranışınız örnek olur. Neticede Kur’an-ı Kerim bütün Müslümanların ortak kitabıdır. Onu öğrenmek ve hayatımıza onunla yön vermek hepimizin görevidir” tarzında bir şeyler söyledim.  

Derslere başladık

Elifba cüzünden başlayarak kardeşimizle ders okumaya başladık. Kısa sûre ve duaları da yavaş yavaş tekrar ettirerek ona öğrettim. İstekli bir şekilde derslerimize geldiğini görünce ben de seviniyor ve onu takdir ediyordum. Bu derslerimiz esnasında herhangi bir şekilde tartışmalı bir mevzuya girmedik. Gayet hoşgörülü ve dostane bir şekilde iletişimimiz saygı sevgi çerçevesinde tahakkuk etti.

Bu kardeşimiz sağ olsun bir gün beni evine davet etti. Davete icabet etmek Sünnet olduğu için evine misafir olarak gittim. Hakikaten kütüphanesinde Alevilikle ilgili geniş bir kitaplığı bulunuyordu. Oradaki kitaplardan bazı pasajları okuyarak kendi dünya görüşlerini bana anlattı. Ben de Hazreti Ali’yi ve Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’i sevmenin bizler için inancımızın bir gereği olduğunu anlattım.

Hatta bana Alevilik külliyatını hediye olarak vereceğini söyledi. Derslerimiz sohbet ve ders şeklinde memlekete dönene kadar devam etti. Pandemi öncesi birkaç sefer de telefonla görüştük, pandemiden sonra maalesef şu ana kadar bir görüşme imkânımız olmadı. Ben bir imam hatip olarak Alevi kardeşimle bu şekilde güzel bir iletişim kurabiliyorsam, bu güzel bir örnektir diye düşünüyorum. Birçok Alevi kardeşimin de Sünnilerle çok güzel iletişim kurduğunu biliyorum.

Toplumumuzda yüz yıllardır Aleviler ve Sünniler bir arada yaşamışlardır. Bunları birbiriyle çatıştırmak isteyenler, ancak bu ülkeyi bölmek isteyen vatan hainleridir. Ben bir imam isem toplumu dini hususlarda aydınlatmayı ve insanları Kur’an’la buluşturmayı kendime bir görev biliyorum. Aynı zamanda toplumu kaynaştırmak ve toplumsal barışa katkı sunmak da benim görevimdir.  

İlginç bir hatıra

Geçmişten beri tanıdığım Alevi kardeşlerimizle iyi ilişkiler kurarken bazı bilgisiz kimselerin bu kardeşlerimizi yanlış yönlendirmeye çalıştığına da şahit oldum. Bununla ilgili ilginç bir hatıram var.

2004-2008 yılları arasında Almanya Frankfurt Alsfelt Kasabası’nda görevliyken Erzincanlı bir kardeşimizle çok iyi görüşüyorduk. Kendisi Alevi olduğunu söyler ve Cami işlerinde yardım etmekten de geri durmazdı.

Mustafa Abimiz ailece görüştüğümüz ve muhabbet ettiğimiz çok tatlı bir kimseydi. Mustafa Abi bir gün bizim kasabaya 28 kilometre uzaklıkta Statallendorf şehrindeki Cemevi’ne Türkiye’den bir doçentin geleceğini ve bir konuşma yapacağını söyleyerek bizi oraya davet etti. Bizim düşüncemizde önyargı ile toplumdan kaçmak yoktur, kaynaşmak vardır, tabi ki davete icabet ettim.   

Mustafa Abi, dernek başkanımız ve ben eşlerimizle birlikte o toplantıya katıldık. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyesi olan bu kimse biz gelmeden sohbete başlamıştı. Diyanete ve devlete zehir zemberek sözler söylüyordu. “Verdiğimiz vergilerle Diyanet imamları ne hakla görev yapar? Hakkımızı helal etmiyoruz” diyordu.

Akıl almıyor

Konuşması esnasında çok tuhaf şeyler de anlatıyordu. Nevruz gününde kımız içmek yerine rakı içmenin daha güzel olacağını söylemesi üzerine ön tarafta oturan bir genç delikanlı; “Sayın hocam biz kökten Aleviyiz ve benim her akşam bir duble şarabım var. Eğer rakı bizim için kutsal ise ben bundan sonra şarap yerine rakı içeyim. Ama bugüne kadar siz hariç hiçbir dededen böyle bir şey duymuş değilim. Sözünüzün bir kaynağı var mı?” dedi.

Bunun üzerine ortamdaki hava birden bire elektriklendi. Doçent kendince bir şeyler söyledi ama tuhaf şeyler anlatmaya devam etti. “Nevruz günü içtiğiniz rakının arta kalanını Nevruz ateşine atarsanız günahlarınız da yanar ve bu şekilde sevap işlemiş olursunuz” dedi. Bunun üzerine ortalık daha da bir buz kesti. Oturumu yöneten Alevi dedesi oturuma yarım saat ara verdi.

Ara esnasında Mustafa Abimiz; “Böyle bir durum olacağını bilseydim buraya sizi davet etmezdim” diyerek üzüntüsünü belirtti. Ben de; “Senin bir kabahatin yok Mustafa Abi, olur böyle şeyler” diyerek onu teselli ettim. O misafir doçent ise bir köşeye çekilmiş yanında birisiyle sigara tüttürüyordu. Belli ki kafası epey dumanlıydı. İnsanları bu kadar yanlış yönlendirmesine hayret etmiştim.  

Bir tanışalım

Mustafa Abi’ye dedim ki; “Mustafa abi! Doçent Bey’i buraya davet etsen de bir tanışsak.” O da onun koluna girerek bizim bulunduğumuz mekâna getirdi. “Hoş geldiniz, ben Diyanet İşleri Başkanlığı Aslfelt din görevlisiyim” dedim. Nezaketen hal hatır sorduktan sonra bir şekilde tepkimi göstermem gerekir diye düşünerek ona şöyle dedim:

“Mustafa Abimiz sizin geleceğinizi söyleyince cami dernek başkanımız ve eşlerimizle birlikte buraya sizi dinlemeye geldik. Ama hayal kırıklığına uğradık. Siz siyasal bilgiler fakültesinde valiler yetiştiren, kaymakamlar yetiştiren, emniyet müdürleri yetiştiren değerli bir kurumda devletimiz tarafından görevlendirilmiş ve maaşını da hepimizin verdiği vergilerle alan bir memursunuz. Niçin bu kadar Diyaneti kötülediniz? Toplumu bu kadar germeye gerek var mı?

Nice büyük savaşlarla bu vatanı birlikte savunduğumuz halde, birlikte can ve kan verdiğimiz halde, bu vatanı elimizde tutmamız gerekirken neden insanları sen ben kavgasına tutuşturmak için böyle bahaneler öne sürüyorsunuz. Yazık ediyoruz birbirimize… Biz de Hazreti Ali’yi seviyor, Hazreti Hüseyin’i ve Hazreti Hasan’ı seviyoruz. Onlar Sevgili Peygamberimizin ciğerpareleriydi. Hazreti Hüseyin’in başına gelen menfur olayları bizler de kınıyoruz.”

Bu şekilde nezaket sınırlarını da aşmadan gayet yumuşak bir edayla tepkimi belirttim. Fazla bir şey söyleyemedi, kem küm tarzı cevaplar verdi. Fakat oradaki Alevi dedelerinden birkaç kişi; “Hocam haklısınız. Biz bunun anlattığı gibi Alevi değiliz. Bunlar gibi Aleviliği de kabul etmiyoruz” dediler. Hatta o doçenti getirdiklerine de pişman olduklarını söylediler.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.