İyiler herkesi iyi sanır

Yıllar önce bir Eyüp Sultan ziyareti esnasında emekli bir imam efendi ile tanışmış ve beş dakika kadar kendisi ile sohbet etmiştim. Hayatımda bir defa gördüğüm bu hocamızdan dinlediğim bir hatıra var ki hüsn-ü zan ve sûi zan konusu açıldığında hep aklıma gelir ve anlatırım. Buyurun olayı kendisinden dinleyelim:

 “Bir gün camide namazı beklerken, bir beyefendi kızgınlıkla yanıma geldi ve bir hışımla ‘Hocam bu sakallılardan nedir çektiğimiz? Ne varsa bu hacı amcalarda var’ dedi. ‘Hayırdır ne oldu, bir sorun mu var?’ deyince şöyle dedi: ‘Hocam caminin şadırvanında sakallı bir Hacı Amca musluğu sonuna kadar açmış, yavaş yavaş abdest alıyor, suyu israf ediyor. Bu hacılar yok mu, hep böyleler, lafa gelince Müslüman ama Allah’tan korkmuyorlar.’

Beraber aşağı kata indik ve musluktan abdest alan Hacı Amcamızın yanına gittik. Aynen adamın anlattığı gibi yaşlı amcamız sonuna kadar açık bir musluktan yavaş yavaş abdest alıyordu. ‘Amca musluğu niçin bu kadar açtın?’ diye sorduğumda Hacı Amca şu cevabı verdi: ‘Hocaefendi bu musluk bozuk, kapatmaya çalıştım kapanmadı, ben de su israf olmasın diye diğer musluğu açmadım, üstüm başım ıslandığı halde bu tazyikli suda abdest almaya çalışıyorum.’ Bunu duyan adam az önce söylediklerinden çok utandı.” Bu hatıra zannedersem sûi zannın insanı düşürdüğü durumu çok güzel ifade etmektedir.  

Güzel dinimizde iyi niyet beslemeye, hüsn-ü zan denilmektedir. Dinimiz mü’min kardeşlerimize hüsn-ü zan beslememizi ve onlar hakkında sûi zandan kaçınmamızı emretmiştir. Bu konuda Cenab-ı Allah şöyle buyurur: “Ey îmân edenler, zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın çoğu günahtır. Tecessüste de bulunmayın!” (Hucurât, 12)  Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur: “Şu üç şeyi taşıyan Müslümanın kalbinde hıyanet ve kin bulunmaz, Allah için ihlaslı amel, bütün Müslümanlara karşı iyi niyetli ve nasihatçi olma ve fikir ve amelde Müslümanlarla birlik olma.” (İbn Mâce, Mukaddeme, 18)

İmam Birgivi Hazretleri konunun fıkhi boyutu hakkında şunları söyler: “Müminler hakkında hüsn-ü zan beslemeye gelince, müminlerin kesin bilgi bulunmayan doğru ve yanlış olması muhtemel işleri hakkında hüs-ü zan beslemek mendubdur. Bilhassa adaletli olduğu aşikâr olan bir Müslüman hakkında kötü olduğuna dair sû-i zanda bulunmak haramdır. Salihliğine ve iyiliği hakkında hüsn-ü zanda bulunmak ise müstehabdır.” (İmam Birgivi, Tarikat-ı Muhammediye, s.350)

Bir menkıbe

Hüsn-ü zannın güzelliği ile ilgili olarak şöyle bir menkıbe anlatılır: İbrahim bin Edhem bir grup arkadaşıyla birlikte idi, gündüzleri çalışıp onlara harcardı. Akşamleyin oruçlu olarak bir yerde toplanırlardı ve İbrahim bin Edhem her seferinde işten geç dönerdi. Arkadaşları bir akşam birbirlerine: “Gelin bu akşam da iftarı onsuz yapalım, geldiğinde kendisine yiyecek bir şey kalmadığını görür ve bundan sonra zamanında gelmeye çalışır” dediler. İbrahim Bin Edhem dönünce arkadaşlarını uyur vaziyette buldu. Kendi kendine: “Zavallılar, herhalde yiyecek bir şey bulamadılar” dedi. Ve oradaki undan bir miktar alıp yoğurdu.

Fırının ateşini yaktı ve yoğurduğu çöreği fırına attı. Tam dirseklerini toprağa koymuş ateşi üflerken arkadaşları uyandılar ve ne yaptığını sordular. Arkadaşlarına: “Kendi kendime, ‘bunlar herhalde akşam yemeğini bulamayıp uyudular’ dedim. Çörek hazırlanana kadar da sizi uyandırmak istemedim” dedi. Arkadaşları mahcûb bir vaziyette birbirlerine; “Bir bizim yaptığımıza bakın, bir de onun yaptığına” dediler. (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 3. Cilt, 271. Sayfa, Erkam Yayınları)

Bu menkıbeden de anlaşılıyor ki iyi niyetli insanlar, fıtratlarının bir gereği olarak her şeyi iyiye yorarlar; bu onların tabiatıdır. Kötü düşünceli kimseler de her şeyi kötüye yorarlar; bu da onların tabiatıdır. İyi niyetli insan, kalitesini, seviyesini, farkını her yerde gösterir. Girdiği ortama huzur katar, çıktığı ortamdan da huzurla çıkar. Kalbi katılaşmış içi fesat dolu kimseler ise hüsn-ü niyet sahiplerinin hallerinden anlamayabilirler.

Mü’min mazeret arar

Hikmet ehli, insanların herkesi kendileri gibi sandıklarını söylerler. Kimi insanların her şeyin arkasında bir pürüz aramaları, kimi insanların da her şeyi iyeye güzele yormaları bu yüzdendir. İslam âlimlerimiz birbirinden etkileyici anlatımlarla ve çok veciz ifadelerle bu hakikati ifade etmişlerdir. Endülüslü bilge İbn Hazm bu konuda şöyle der: “Tabiatı pis olana hikmet kâr etmez. O herkesi kendisi gibi pis tabiatlı zanneder. Ben bir kavim ile karşılaştım, tabiatları düşük ve pis, nefislerinde bütün insanların kendileri gibi pis tabiatlı olduğunu tasavvur ediyor.” (İbn Hazm, Nefislerin Tedavisi, Tercüme: Selahaddin Kip, s.72)

Muhammed Hadimî Hazretlerinin şu müstesna öğüdü de bu konuda oldukça manidardır: “Bir çocuk gördüğün zaman, bunun günahı yoktur, benim günahım vardır; binâenaleyh bu çocuk benden daha faziletlidir. Bir yaşlı Müslüman gördüğün zaman, bu benden daha fazla ibadet eylemiştir; binâenaleyh benden daha faziletlidir. Bir İslâm âlimi görünce, ben cahilim, bu benden ziyade âlimdir, öyle ise benden daha faziletlidir. Bir cahil görünce, bu bilmeden günah işler fakat ben bilerek işlerim, öyle ise bu benden efdaldir. Bir kâfir görsen, olur ki, dünyadan îmân ile gider; benim imanla gidip gitmeyeceğim ise belli değildir, diye düşünmelisin!” (Muhammed Hadimi, İslam Ahlakı, s.131)

İmam Gazali Hazretlerinin de çok veciz bir sözü vardır, der ki: “Kötüler herkesi kötü bilirler. İnsanlara su-i zanda bulunan ve kusur araştıran bir kimseyi gördün mü bilmiş ol ki bu adam kötü bir insandır… O başkasını kendisi gibi görür. Zira mümin mazeretler arar ve kabul eder. Münafık ise kusur arar durur. Mümin bütün insanlar hakkında kalbi temiz olup iyilikten başka bir şey düşünmeyen kimsedir.” (İmam Gazali, İhyâü Ulûmi’d Din, c.3, s.82)

Münafıklık alameti

İmam Gazali Hazretlerinin sûi zan ile kusur aramanın bir münafık âdeti olduğu yönündeki tespiti oldukça calib-i dikkattir. Ebû Mes’ûd el-Bedrî el-Ensârî radıyellahü anh’ın bizzat şahit olduğu şu olay bunun bir ispatıdır. Ebû Mes’ûd şöyle anlatıyor: “Biz Peygamber’in ashabı sadaka vermekle emrolunduğumuz zaman, ücretle arkamızda yük taşır, kazancımızdan bir kısmını sadaka verirdik. Ebû Akîl de bir gün sadaka olarak yarım sâ’/ bir buçuk kg. hurma getirmişti. Durumu iyi olan başka biri de ondan daha çok miktarda sadaka getirmişti.

Orada bulunan bazı münafıklar: ‘Şübhesiz Allah zengindir, bu birinci adamın getirdiği sadakaya muhtaç değildir. Şu çok sadaka getiren kimse de ancak gösteriş için getirmiştir’ dediler. (Buhârî, Zekât 10; Müslim, Zekât 72) İşte bunun üzerine şu ayet inzal oldu:

‘Müminlerden, içlerinden geldiği gibi yüklü miktarda sadaka verenleri (bunlar gösteriş yapıyorlar diye) ayıplayanlar, çekiştirenler ve dişinden tırnağından artırdıkları azıcık şeylerini verenleri de (Allah’ın bunların bir avuç hurmasına mı ihtiyacı var diye) alaya alanlar var ya, asıl Allah onları alaya almıştır. Onlar için çok acı bir azap vardır.’” (Tevbe, 79)

Aydın Başar/ Altınoluk Dergisi

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. Ibrahim+Emiroğlu

    Zihnimize, kaleminize sağlık kardeşim. Örneklerle anlatmak çok etkili oluyor. Rabbim öğüt alanların sayısonı artırsın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.