Allah Teâlâ’yı bilmek ve O’nun emrettiği iman alanıyla ilgili diğer konular Kur’an-ı Kerimin önceli konularıdır. Tüm Kur’an ayetlerinin dörtte üçünü bu alan oluşturur. Allah celle celaluh’a kulluğun ve tüm salih amellerin kabulü iman alanındaki mutlak tasdike bağlıdır. Allah muhafaza bu alandaki yetersizlik, bilgisizlik ve imanın gereklerine karşı ilgisizlik ani bir kimlik değişimine neden olabilir.
Hatta kişi bazı İslâmî gerekleri yerine getirse bile, İslâm ile ilgisi kalmayabilir. Abdullah bin Amr radıyellahu anh bu durumu şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar için öyle bir zaman gelecek ki mescidlere doluşacaklar fakat içlerinde mü’min olmayacaktır.”1 Bu söz her hangi bir kimseyi tekfir etmeye yönelik aşırı bir söylem değildir. İnsanlığın gidişatı ve iman alanını yüzdelemekten doğacak olan sonuçlarla ilgili ferasetli bir tespittir.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in şu uyarısını düşünürsek Abdullah bin Amr’ın bu sözünü daha iyi anlarız: “Salih amelleri yapıp çoğaltmakta acele ediniz. Kıyamet öncesinde karanlık geceler gibi fitneler olacaktır. Kişi, mü’min olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlayacak; mü’min olarak akşamlayıp kâfir olarak sabahlayacaktır. Bazı insanlar dinlerini ve şahsiyetlerini az bir dünyalık uğruna satacaklardır.”2 Peygamber Efendimiz, şahsiyetlerini ve dinlerini pazarlık konusu yapmayacak insanların; “Kalplerini, Allah’ın ilimle ihya ettiği âlimlerin” olduğunu müjdelemiştir.”3 “Böyle bir âlim, şeytana, bin abidden daha zor gelir.”4
İmanı yenileyin
Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimizin sünnetinde ilim öğrenmek teşvik edilmiştir. İnsanın kendisine yetecek kadar ilmihâl bilgisi öğrenmesi -ki bunun içerisinde Akaid ilmi başta gelir- farz-ı ayndır. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem tüm bu teşvik çalışmalarıyla birlikte, imanın muhafazası hususunda Allah Teâlâ’dan yardım talebinde bulunmuştur. Şu duayı her namazın arkasında tekrarlayarak bize örnek olmuştur: “Ey Allah’ım! Kâfirlikten, fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım.”5
Resulullah, sabah akşam Allah celle celaluh’a ellerini açmış ve “İslâm fıtratı, ihlas kelimesi (olan tevhid) ve Hazreti Muhammed’in getirdiği din ve İbrahim milleti üzerine sabahladık”6 diye ikrarda bulunmuştur. Akşam olunca da aynı duayı “akşamladık” biçimiyle dilinden düşürmemiştir. İmanın gönülde pörsümemesi, canlı kalıp sahibine tevhidî bir bilinç ve sorumluluk yüklemesi için yenilenmesi gerekir. Bu da ancak bilinçli bir şekilde anlamına vakıf olarak kelime-i tevhidi çokça zikretmek ve bu zikirle ezeli misak arasında ilgi kurmakla mümkün olur.
Bu nedenle Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “La ilahe illallah sözünü çokça söyleyerek imanınızı yenileyin”7 buyurmuştur. Biz de Allah Resulü’nün bu buyruğunun anlamına ererek her an (zikr-i daimle) imanımızı yenileyelim. “Kalbinizdeki iman da elbisenin eskimesi gibi eskir. Yüce Allah’tan gönlünüzdeki imanın yenilenmesini isteyiniz”8 buyruğu çok önemli bir mesajdır. İmanı eskiten şeyin; cehalet, atalet, sorumsuzluk, ideolojik takıntılar, şirk, zulüm, kötü velayet-siyasal şirk ve günahlar olduğunu hiçbir zaman unutmayalım.
Murakabe bilinci
Kelime-i tevhide ve onun anlam alanına iman eden bir mü’minde kâmil bir murakabe bilinci oluşur. Bu süreçte hayatın merkezinde sadece Allah celle celaluh vardır. İnsan davranışlarının en basitinden en karmaşığına kadar yön veren tek varlık Allah Teâlâ’dır.
Müslüman bir kimse yemesini, içmesini, evlenmesini, boşanmasını, ticaretini, eğitimini, öğretimini, hukukunu, siyasetini vb yaparken murakabe bilincini zihninde her an canlı tutup kendine ve topluma bu doğrultuda biçim vermelidir. Böyle bir anlayışın imanda samimiyetin bir sonucu olduğunu Peygamberimiz şu hadisi ile ifade buyurmuştur: “İmanın en efdali, nerede olursan ol Allah’ın (her an) seninle olduğunu bilmendir.”9
Müşrikler, ya Allah’ın aşkınlığını buharlaştırmaktan veya O’nu “ilk muharrik” kabul edip hayata müdahale ettirmemekten dolayı, “uzak ilah” anlayışına sahip olmuşlardır. Bu çarpık anlayış şirkin ortaya çıkış nedenlerinden biridir. Buna binaen Allah celle celaluh, müşrikler nazarında hayata müdahale etmeyen, uzak tanrıdır. Modernite de pratikte Allah’ın hayata müdahale etmesini inkâr ederek inanç bağlamında şirkin yanında saf tutmuştur.
Kur’an-ı Kerim tüm bu sapkın anlayışları “Allah’ı hakkıyla takdir edip bilememe” çerçevesinde ele almış ve Yüce Allah’ın kullarına olan yakınlığına şu ayetlerle vurgu yapmıştır: “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.”10 “Allah içinizden geçenleri bile bilir.”11 “Kullarım, beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm.”12 “Biz insana şah damarından daha yakınız.”13
Bu ayetler, müşriklerin Allah Teâlâ ile ilgili “uzak ilah” anlayışlarını çürütmektedir.14 Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem de Allah’ın kullarına olan yakınlığını mü’minlerin daima hissetmelerini istemiş ve bu çerçevede “ihsan bilincini” önermiştir. Böyle bir bilinç hâli insanı “müşahade”ye götürür. Eser ile müessir arasındaki ilgiyi hakiki anlamda görebilen bir kişi; varlıklar üzerinde Allah’ın ehadiyetini her an temaşa eder.
Tevhidî duruş
Kevnî tutarlılık ve düzeni müşahade eden bir mü’min Yüce Allah’ın ehadiyetinin toplumsal yapıda da tecellisi için gayret eder; etmek zorundadır. Cüneyd-i Bağdadi müşahadeye dayanmadan “Allah” diyen bir kimsenin bu sevgi ve inancında samimi olmadığını şu sözüyle dile getirmiştir: “Kalp müşahade ve tasdik için, dil ise müşahade edileni ifade ve ikrar içindir.”15
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Allah’ı görüyormuşçasına bir şuur içerisinde kelime-i tevhidin kalben tasdik edilip sonra da dille ikrar edilmesini canla başla istemiştir. Başlangıçta, tevhidî bir murakabe istenen biçimde oluşmasa da, Allah’ın varlık ve birliğini ikrar etmek Müslüman olmak için şart koşulmuştur.
Resulullah Safa Tepesi’ne çıkıp Allah’ın birliğini ve vahyin hakikatini tüm Mekkelilere duyurmuştur. Şuara Suresi’nin; “En yakın akrabalarını uyar”16 ayeti gelince de tüm akrabalarını çağırmış ve onlara “Kendisine yakınlıklarına güvenmemelerini; ahiret için iman ve salih amel eksenli hazırlık yapmalarını” emretmiştir.17
Kur’an-ı Kerim’in beyanına göre Peygamber Efendimiz tevhidi anlatıp hayata hâkim kılma konusunda çok yoğunlaşmış ve anını bile değerlendirmiştir. Evlere koşmuş, yollara düşmüş ve panayır (fuar)ları gezip şu duyuruyu yapmıştır: “Ey İnsanlar! La ilahe illallah deyin ve kurtulun!”18 Çünkü ahirette mü’minlerden başkası kurtulamayacak19 ve “Mü’minlerden başkası cennete giremeyecektir.”20
Kâfirlerin cennete giremeyeceğini21 birçok hadisinde ilan eden Resulullah Kur’an-ı Kerim vasıtasıyla da şu duyuruyu yapmıştır: “Andolsun, Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kesinlikle kâfir olmuştur. Oysa Mesih şöyle demişti: ‘Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti kesinlikle haram kılmıştır. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”22 Kabul ettikleri inanç sistemine göre Allah tarafından cennetin kendilerine haram kılındığı Yahudileri ve Hıristiyanları “cennet ehli” diye takdim etmek sapıklık değil midir?
Nitelikli tebliğ
Tevhidin bireysel ikrarı insana dünyada da bir dokunulmazlık alanı kazandırır. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem insanların hem dünyada dokunulmazlık alanı kazanmaları hem de ahirette cehennemden azat olmaları için nitelikli aile toplântıları yapıp onlara ziyafetler vermiş, arkasından Allah’ın varlığını ve birliğini tebliğ etmiştir.
Sadece bununla kalmamış bütün yerleşim yerlerine haberler gönderip yöre halkının Müslüman olmalarını istemiştir. Kendisi de Taif’e kadar gidip İslâm’ı tebliğ etmiş ama kabul görmemiştir.23 Toplumun bütün kesimlerini kapsayan böyle nitelikli bir çalışma, konuyla ilgili sünneti ihyadır ve insanlığın bu ihya hareketine ihtiyacı vardır.
Resulullah, İslâm’ı tebliğin başlangıç döneminde (Mekke’de) şerî tekliflerden ziyade, Allah’ın birliğini ikrar etmeyi teşvik etmiş ve bu bağlamda birçok müjdeler vermiştir: “Ben öyle bir kelime biliyorum ki herhangi bir kul onu kalbinden hakkıyla söyleyecek olursa, Allah Teâlâ ona cehennem ateşini haram kılar”24 buyuran Efendimiz, tevhidî kararlılığı bir ömür boyu devam ettirip bu ikrar üzerine Allah’a kavuşmayı şu hadisinde de önemle vurgulamıştır: “Her kim ki Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna kalbinden sıdk ile inanarak ölürse o mutlaka cennete girecektir.”25
Çünkü bu kelimeyi söyleyen bir insan, Allah’a imanın bir gereği olarak O’na mutlak anlamda teslim olduğu için hayatının tüm alanlarının seyrinde Allah’tan bağımsız veya O’na rağmen bir iş yapmayacaktır. Bu anlayışa sahip bir insan politeist/ çok tanrıcı bir hayat anlayışından şiddetle uzaklaşacak ve dünyanın gidişatına da seyirci kalmayacaktır. Yani, Allah’ın ulûhiyet ve rububiyetine karşı beşerî bir tecavüz varsa, mü’min bir insan tevhidin bir gereği olarak bu tecavüze karşı tavır koyacak ve bir hareket plânı başlatıp uygulayacaktır.
Bu durumu Akabe biatlarında sezen Abbas bin Ubade El Ensari, Peygamberimize iman ettiklerini bildiren Hazreçlilere şöyle demiştir: “Ey Hazreç halkı! Siz bu adama (Resulullah’a) ne üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz? Ona tevhit üzerine biat etmek kızıl ve kara ile (herkesle) savaşı göze almak demektir.”26 Zira Allah’ın varlık ve birliğine bilinçle iman eden bir kimse hukukullahın çiğnendiği bir dünyada hakkı yerine koymak için ilkeli ve daimî bir mücadele verecek; bu mücadeleyi de son nefesine kadar sürdürecektir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Tahavi, Müşkil’ül Asar, I / 205.
2 İbni Hanbel, Müsned, III / 452; Müslim, İman, 51, h. no: 186, I / 110.
3 Darimi, Sünen, I / 109.
4 Tirmizi, es’Sünen, 19, İlim, h. no: 2681, V / 48.
5 İbni Hemmam, Musannef, VII / 89.
6 İbni Hanbel, Müsned, III / 407.
7 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 8695), c. XVI, s. 289.
8 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 52.
9 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 60.
10 Hadid 57 / 4.
11 Hadid 57 / 6.
12 Bakara 2 / 186.
13 Kaf 50 / 16.
14 Yüce Allah’ın kullarıyla sürekli ilgilenip onlara yakın olmasıyla ilgili ayetler için
bak: Bakara 2 / 186, 235, 284; Âl-i İmran 3 / 5, 29; Maide 5 / 8; En’am 6 / 3, 59; Yunus 10 / 21, 61; Hud 11 / 5, 123; Hicr 15 / 23; Rad 13 / 9, 10, 38; Furkan 25 / 58; Neml 27 / 93; Lokman 31 / 16; Ahzab 36 / 54; Hucurat 49 / 1; Kamer 54 / 52, 53; Mücadele 58 / 7; İnfitar 82 / 11, 12; Fecr 89 / 14.
15 Kelâbâzî, et-Ta’arruf, s. 156.
16 Şuara 26 / 214.
17 Buharî, 65, Tefsir, 2, VI / 17; Müslim, İman, 89, h. no: 351, I / 192-193; Nesai, Sünen, Vesaya, IV / 239.
18 İbni Hanbel, Müsned, c.IV, s. 240.
19 Bak: Mü’minun 23 / 1.
20 İbni Hanbel, Müsned, III / 349; Buharî, 64, Megazi, 38, V / 75; Nesai, İman, VIII / 104.
21 İbni Hişam, es-Siretü’n Nebeviyye, IV /189.
22 Maide 5 / 72.
23 Hamidullah, İslâm Peygamberi, II / 116.
24 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 15.
25 İbni Hanbel, Müsned, V / 229.
26 Hazin, Lübâbu’t-Te’vîl, I / 298.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
Allah razi olsun. Gelin İmanımızı Yenileyelim yazısı için çok teşekkür ederiz hocama. Gerçekten doğru. İşleyen demir ışıldar sözünde olduğu gibi, Allah diyerek işleyen kalp de ışıldar ve ışığını etrafa saçar. Allah dostlarının kalbi böyledir. Allah’a dost olan ya da olacaklar etrafındaki ışıktan haberdar olur ve onlara yakın olurlar. Zira onların sözleri artık kimya gibidir. Ölü kalplerin dirilmesine de vesile olurlar. Allah cc onların sayılarını çoğaltsın ve bizleri de onlardan müstefid olanlardan eylesin.