Tesettür hutbesi neden ilgi gördü?

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Hoca cuma hutbesinde, Müslümanların davranışları ve kıyafeti hususunda Kur’an-ı Kerim’in emirlerini beyan edince, cahil bir adam çıkıp hadsiz açıklamalarda bulundu. Şu ifadeleri kullandı: “Kadınların yüz, el ve ayakları hariç örtünmesi gerektiğine, kadınların gençlerin erken yaşta evlenmesi gerektiğine dair bir şeyler saçmalamış.” Oysa ki Ali Erbaş Hocamız Araf Suresi 26 ve Nur Suresi 31. ayetlerinde emredilen örtünme emrini naklediyordu. Yani kendi görüşlerini değil, Allah’ın emrini açıklıyordu.

Peki bu konuda Rabbimiz bizden ne istiyor, buyurun beraber okuyalım: “Ey Âdemoğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.” (A’râf, 26) “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar.” (Nur, 31)

Rabbimiz emrediyor

Madem Rabbimiz bize giyinmek için elbise vermiş, o zaman giyinmeyi unutarak sokağa çıkan kardeşlerimize bu nimeti hatırlatamayacak mıyız? Bu ülkede bırakın hocaları, Diyanet İşleri Başkanı’na bile bu uyarıları çok görüyorsanız çok ayıp ediyorsunuz. Bir mü’min Rabbimizin emir ve yasakları karşısında ancak teslim olabilir. Müslümanların Allah ve Resul’ünün emirleri karşısında bundan başka yapabileceği hiçbir şey yoktur. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, mü’min erkek ve kadına işleri konusunda tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse elbette apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur.” (Ahzab,36)

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “tesettür” konusundaki bu hutbesinden sonra sosyal medyaya bir baktım ki herkes Ali Erbaş Hocamızın hutbesini paylaşıyor. Bu hutbe hiçbir hutbede olmadığı kadar ilgi gördü. Neden kardeşlerimiz bu konuya bu kadar ilgi gösterdiler; hiç düşündünüz mü? Damarında Müslüman kanı olan herkes sokaklardaki gayri ahlaki kıyafetlerden rahatsız.

Kadınlar hayayı, erkekler kıskanmayı kaybettiler. Bu ne acı bir felakettir. Biz farkında olmadan ülkemiz istila ediliyor. Zalimlerin 200 yıllık planları neticesinde ülkemiz değerlerini günden güne kaybediyor. Bu topraklarda yaşayan insanlar yüzyıllarca insanlığın huzuruna vesile olmuşlar. Maalesef bugün ülkemiz elimizden alınmışçasına kadınımızı- erkeğimizi, kızımızı- oğlumuzu kaybetmeye başladık.

Ulu Cami mahzun

Geçenlerde Bursa Ulu Camii civarına gittim, camiye girmeden evime döndüm. Oralardaki çirkin manzaraları görünce çok üzüldüm. O camiyi yapan ecdat, caminin etrafındaki insanları görseydi; “Burası Bursa olamaz” derlerdi. Allah aşkına Müslümanların kutsal mabetlerinin hiç mi değeri yok? Avlusuna kadar bu insanların bu şekilde girmesine nasıl müsaade ediliyor? Müslümanların ibadethaneleri hiç mi saygıyı hak etmiyor?

En çok da zoruma giden tesettürlü kadınların kollarına taktıkları kızlarının o çirkin kıyafetleriydi. Çocuklarınız elbiselerini çıkarıp banyoya gidercesine evden çıkarken gücünüz yetmiyorsa, hiç olmazsa onları kolunuza takıp da çirkin manzarayı göstermeyin. Düşman ülkemizi istila etseydi ancak o kadar başarılı olurdu. Ülkemizde son zamanda öyle felaketler oluyor ki, başımıza gelen felaketleri de anlamaz hale geldik. Allah bizden yaşadıklarımızı anlayıp ders alma nimetini de aldı.

Daha açıkçası şuurumuzu da kaybettik. Bakıyoruz görmüyoruz, işitiyoruz duymuyoruz… Dilimiz var, hakkı konuşmuyor… Artık felaket çeşitlerini sayamaz olduk. Depremler, seller, yangınlar, mevsimlerin değişmesi; sayın saya bildiğiniz kadar… Son zamanda felaket çeşitleri cüzdana vurunca feryatlar yükselir oldu. Faizin zirve yapması… Enflasyon denen mikrobun yükselmesi… Hayat pahalılığı… İnsanların kanaatsizliği… Eline fırsat geçenlerin başkasını ezme adına menfaat düşkünlüğü…

Hayasızlık zirvede

Şimdilerde artık hayasızlığın zirve yaptığı bir zamandayız… Tramvayda genç kız erkeğe sarılmaya çalışıyor.
Erkek yüzünü çeviriyor, kız denen hayasız yine saldırıyor. Komşumuz yaşlı insan; “Yeter artık Allah aşkına, sizde hiç mi haya yok” diyor. Az önce yüzünü çeviren erkek; “Yeter artık siz de dağdan inin dağda yaşamayın” diyor. Evet kimin dağda yaşadığı, kimin şehirde yaşadığı artık birbirine karıştı. Yani karşında babası yaşındaki insana yabani görgüsüz demek istiyor.

Bu toprakları ona hediye eden babasına, dedesine, ecdadına “dağda yaşıyor” diyor. Dağda yaşamak ne demek, şehirde yaşamak ne demek acaba? Eğer insani ilişkileriniz yoksa, sizde büyük, küçük, saygı, sevgi kavramları yoksa, bırakın dağda şehirde yaşamayı, nefes alan canlılar olmuşsunuz. İşin daha kötüsü de etraftaki insanlar sanki dillerini yutmuşlar, kimsenin sesi çıkmıyor. Haya, edep nedir bilmiyorsanız, dağda yaşasan ne olur, şehirde yaşasan ne?

Gönlümde olanı yazmak istemiyorum fakat zor da olsa yazacağım. Felaket tellallığı yapmayı sevmiyorum, fakat bu gidişat ile bugünleri çok ararız. Başına gelen musibetlerden ders almayanların imtihanları farklı olur. Artık bundan sonraki felaketler mevsimler, yağmurlar, yağışlar gibi olacağını zannetmiyorum. Yaşadıklarımız küçük felaket kalabilir belki onun yanında…

Bilmem söylesem mi?

Hele şu hale bakın; okulları çoğalttık, okutarak çocukları cahil bıraktık. Okul bitir, okul bitir derken gençliği bitirdik. Çocukları yarış atı gibi diploma uğruna koşturduk, fakat secdelerini ihmal ettik. Öyle bir nesil yetiştirdik ki milletine, din görevlisine, alimlerine, tesettürlü insanlara başka bir gözle bakmaya çalışan tipler türedi.

Bu insanlarla nereye gideceksiniz? Cenabı Hak Enfal Süresi 25. ayette; “Öyle bir fitneden sakının ki, sadece kötülere değil hepinize birden gelir” buyuruyor. Ders alacak olanlara sadece bu ayet yeterlidir. Bunca felaketler varken peki biz ne yapalım? İnanın bu yazıları yazarken yazsam mı yazmasam mı diye düşünüyorum. Sohbet ederken sohbetten zevk almaz oldum…

Yeryüzündeki ümmeti Muhammed’in izzeti, şerefi ayaklar altına alınmışken sohbet etmenin, yazı yazmanın, umreye gitmenin bir anlamı kalmadığı gibi yapılacak bir şey de yok. Sadece Filistinli şu çocuğun sözüyle kendimize teselli buluyoruz: “Ben sabah sapan taşıyla taş atarım, ama tankları devirecek olan Allah’tır.” Ben de aciz bu halimle; “Belki bir faydam olur” diye konuşma yapıyor, yazılar yazıyorum, inşallah hidayet Allah’tandır. Allah’ın selamı üzerimize olsun.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Ali Ulvi Kurucu’nun hicreti….

1930’lu yıllarda Ali Ulvi Kurucu Bey’in babası İbrahim Efendi mahalle camiinde imamlık yapmaktadır. Din eğitiminin …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.