On dördüncü yüzyılda Ankara’nın Çubuk Çayı kenarındaki Solfasol köyünde doğan Hacı Bayram-ı Veli, talebelik döneminin ardından medrese hocası olarak meslek hayatına başladı. Ankara’daki Kara Medrese’de, bir rivayete göre de Bursa’daki Yeşil Medrese’de müderrislik yaptı. İlmi metotlarıyla tanınan ünlü bir âlim oldu. Şöhreti Anadolu’da günden güne yayıldı.
Şöhretini duyanlar arasında, dönemin gönül erlerinden “Somuncu Baba” olarak da bilinen Hamidüddin-i Veli de vardı. O dönemde Kayseri’de bulunan Somuncu Baba, halifesi Şeyh Şûca Karamanî’yi, Hacı Bayram’la görüşmesi için Ankara’ya gönderdi. Genellikle müritler şeyhlerini ararken bu sefer durum öyle olmamış, Somuncu Baba talebesini çağırmıştı.
Ankara’ya gelen Şeyh Şuca, Hacı Bayram’ı buldu ve ona Somuncu Baba’nın kendisini Kayseri’ye davet ettiğini söyledi. Gül yüzlü Pir huzura çağırırdı da koşup gidilmez miydi? Davet erişir erişmez büyük bir sevinç ve heyecanla yollara düştü. Onun huzuruna ulaştığında bir Kurban bayramı günüydü. Onu görmekle aynı günde çifte bayram yaşamış oldu. Artık; “Bayramî imdi Bayramî imdi/Bayram ederler yar ile şimdi.” deme zamanıydı.
Somuncu Baba, o gün asıl adı Numan olan bu güzel talebesine Bayram ismini verdi. Somuncu Baba, bu saf ve özü pak şakirdini mânâ âleminden zaten tanımaktaydı. Hacı Bayram ise sanki üflenmek üzere bir köz parçasıydı. Her ne kadar mürşidi onu arayıp bulmuş olsa da o da sanki yıllardır hep bu anı bekliyor gibiydi.
Bu ilk buluşmada kendisi de eski bir müderris olan Somuncu Baba, Hacı Bayram’a tasavvufî terbiye almayan âlimlerin hâlleri ile bu terbiyeyi alan âlimler arasındaki farkları anlattı. Birlikte tasavvufî yönüyle bilinen bir âlimin mezarını ziyaret ettiler. Orada Hacı Bayram’ın gönlü huzurla doldu. Somuncu Baba talebesine; “Öldükten sonra senin de mezarındaki hâlin huzurlu olsun ister misin?” dedi ve şunları ekledi: “Şayet istiyorsan tasavvufî yolda nefis terbiyesi ile meşgul ol, aksi hâlde Ankara’ya git ve ölene kadar kendi hâlinde yaşamına devam et.”[1] Bunun üzerine Hacı Bayram hocası Somuncu Baba’dan her kande giderler ise refik ve şefik ve yar-ı sadık olmayı istirham etti ve bu isteği de olumlu karşılık gördü.[2]
O ana kadar zahiri ilimlerde âlim olan Hacı Bayram-ı Veli, gül yüzlü Pir’ine kavuşmasıyla birlikte, gönül şehrine adımını atmış oldu. O şehirde, üstadının rehberliğinde ilm-u ledün sırlarına vakıf oldu. Hacı Bayram-ı Veli bu gönül şehrini ileride; “Çalab’ım bir şar yaratmış.” diyerek tasvir edecekti.
Bu şiirinde Hacı Bayram, Sevgililer Sevgilisi’nin iki dünya arasında bir şehir yarattığını, bu şehrin bir gönül şehri olduğunu, O’nun tecellisinin ancak bu şehirden görülebileceğini, bu şehre bakıldığında onun sürekli bir yapılanma içinde olduğunu, kendi gönül şehrinin de bir gönül yapıcısı usta tarafından yapıldığını, mürşidin bu gönül şehrini yaparken taş yonttuğunu yani kalp ve ruhu temizlediğini, bunu yaparken de Mevla’nın adını andığını söylüyordu.
Şiirin devamında; “Ol şardan oklar atılır.” diyerek bu şehre her gün yağmur gibi bela oklarının yağdığını, bu okların kendi sinesini de deldiğini, bu şehrin pazarında âşıkların canlarının satıldığını, bir sebil gibi akan âşık kanlarının bu şehirde Dost’a feda edildiğini ifade ediyordu.
Şiirin son bölümünde ise bu sözleri ancak ariflerin anlayabileceğini, cahillerin sözlerinden ötürü kendisini ayıplayıp iftiralar atacaklarını dile getiriyordu. Fakat buna rağmen o şehrin minaresinden bu hakikatleri ilan etmeye devam edeceğini ilave ediyordu.
Hacı Bayram-ı Veli gönül şehrinin imarı için bir ustaya, bir üstada ihtiyaç olduğunu, bu imarın onun gözetiminde manevi olarak yapılacağını kavramıştı. Zira dünya sebep-sonuç ilişkilerine uygun olarak yaratılmıştır. Bu sebepler dünyasında her sanat ve her ilim için bir ustaya yani bir sebebe ihtiyaç vardır. Tasavvuf yolunda da üstada duyulan ihtiyaç bu sebeptendir.[3]
Bu bilinçle bir müddet Kayseri’de mürşidiyle gönül alışverişinde bulunan Hacı Bayram, kısa sürede hocasının samimi bir bendesi oldu. Öyle ki o nereye giderse gitsin onunla gidebilecek kadar sıkı bağlanmıştı ona. Hocası da ona teveccüh göstermiş ve Bursa’ya giderken onu da yanında götürmüştü.
Böylece Somuncu Baba ve Hacı Bayram’ın Bursa günleri başlamış oldu. Bu günler Somuncu Baba’nın o meşhur Cuma hutbesine kadar devam etti. Somuncu Baba Bursa’da kaldığı bu dönemde fırında somun pişiriyor, onları caminin önünde; “Mü’minlere somun!” diyerek satıyor ve geçimini bu şekilde temin ediyordu.[4]
Tasavvufî neşveyi babası Şeyh Musa’dan alan ve Kayseri’nin büyük âlimlerinden ciddi bir ilim tahsili gören Somuncu Baba gerek ilmi derinliğini gerekse tasavvufi kimliğini halktan gizlemeye alabildiğince dikkat ediyor, sıradan bir somuncu gibi davranıyordu. Sırrını sadece birkaç samimi derviş, bir de Emir Sultan gibi bakışı kuvvetli Allah sevgilileri biliyordu.
Menkıbeye göre Somuncu Baba o sıralarda inşaatı sürmekte olan Ulu Camii’nin önüne geliyor ve inşaatta çalışan işçilere yaptığı somun ekmeklerden ikram ediyordu. Yine böyle bir gün ekmek dağıtırken caminin kapısının önünde duran bir zatı, kısa bir süre sonra diğer kapının önünde de gördü. Bu kadar hızlı hareket edebilen birisinin ancak Hızır (a.s.) olabileceğini düşündü. Onunla sohbet etmek için yanına gitti. O zat Hızır olduğunu kendisinden gizlemedi. Somuncu Baba ondan her gün bir vakit namazını Ulu Camii’nde kılmasını rica etti. Hızır (a.s.) bu ricayı kabul etmekle birlikte hangi vakitte geleceğini ona söylemedi. Bu menkıbeye bağlı olarak halk arasında Hızır (a.s.)’ın bu camiye her gün bir defa geldiğine ve “vav” hattının önünde namaz kıldığına dair bir inanış vardır. Bu “vav” yeşil renkli olan ve üzerinde lale motifi bulunan “vav”dır.
1400 senesinin mart ayında Ulu Camii inşaatı sona erdi. Yıldırım Bâyazîd, caminin açılışında damadı Emir Sultan’dan ilk hutbeyi okumasını rica etti. Emir Sultan; “Şehrimizde Somuncu Baba gibi büyük bir zat varken bunu benim okumam uygun düşmez” dedi. Somuncu Baba padişahın ve bu gönül sultanının hatırını kırmamak için onların isteğini kabul etti.
Açılış günü mübarek Cuma geldiğinde Somuncu Baba hutbede bir zuhurat hâli ile Fatiha Suresi’ne birçok anlamlar verdi. O an orada bulunan Molla Şemseddin-i Fenarî gibi âlimler bu ilmin inceliğine hayran kaldılar ve hayranlıklarını da gizlemediler. Molla Fenarî bu hutbeyi şöyle özetliyordu: ”İlk verdiği mânâ herkesin bildiği, ikinci verdiği mânâ bir kısım insanların bildiği, son verdiği mânâ ise kimsenin bilmediği bir mânâydı.”[5]
Hutbeden sonra somun dağıtan bu pir-i faninin boş olmadığını anlayan Bursalılar ona büyük bir teveccüh göstermeye başladılar. Melami meşrebe sahip Somuncu Baba bu derece iltifatın yoluna zarar vereceğini düşünerek, Bursa’dan ayrılmaya karar verdi.[6]
Her ne kadar Bursa halkı gitmemesi yönünde çok ısrar ettilerse de Somuncu Baba “Dua Çınarı”nın önünde, bereketli ve yeşil olması için son bir kez Bursa’ya dua ettikten sonra, yanına talebesi Hacı Bayram’ı da alarak bu güzel şehre veda etti.
Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi
DİPNNOTLAR
1 Cebecioğlu, Edhem, Hacı Bayram-ı Veli, Ankara, 1994, s. 16.
2 Özköse, Kadir, Hacı Bayram-ı Veli ve Yaşadığı Döneme Tesiri, Tasavvuf, Yıl 5, sayı 12, Haziran 2004, s. s.55.
3 Cebecioğlu, a.g.e., s. 104.
4 Cebecioğlu, a.g.e., s. 19.
5 Cebecioğlu, a.g.e., s. 21.
6 Özköse, a.g.e., s. 55.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Rabbimiz razı olsun Aydın Bey hocam. Gönül şehirlerimizin imarı için, bu güzel insanların hatırlanıp örnek alınmasına çok ihtiyacımız var. Güzel ve canlara tesir eden bir yazı olmuş.