Efendimiz sallellahu aleyhi ve selem’în davet ve irşad metotlarını incelediğimizde, onun davet sisteminin başkalarının olumsuzluklarını eleştirmek suretinde olmadığını görürüz. Kişilere veya olaylara takılmadan çok daha üst bir perdeden meselelere yaklaştığını müşahede ederiz. Onun çoğu zaman müşriklerin eleştirilerine cevap vermemesi ve konuyla ilgili vahiy gelinceye kadar susarak beklemesi de olaylara yaklaşırkenki serinkanlılığına işaret etmektedir.
Nefsanî yaklaşımlarda ise problem hemen şimdi halledilmelidir ve hiç vakit kaybedilmeden karşı tarafın ağzının payı verilmelidir. Karşı tarafa cevap verdikten sonra da “nasıl da cevabını verdim” diyerekten yenme duygusu pekiştirilmeli hatta gerekirse zafer çığlıkları atılmalıdır. Oysa konuşmayı veya tartışmayı bir müsabaka gibi algılayan insanlar ancak yenmek ve yenilmekten bahsederler. Bu tür insanların takım tutarmış gibi kendi meşreplerinin doğrularını ısrarla savunmaları ve sürekli kendi dışındakilerin yanlışlarını dillerine dolamaları da aynı bakış açısının sonucudur. Bu durumun en acı neticelerinden birisi de cemaat veya her hangi bir grubun taassubu içinde olmaktır.
Cemaat taassubu
Cemaat taassubu olan insanların, kendi doğrularından ziyade başkalarının yanlışları üzerinde durmaları söz söylerken saldırgan bir hale bürünmelerine sebebiyet verir. Oysaki başkalarının hataları bizim doğru yolunuza zarar verecek değildir. Onları eleştirmenin ve menfi yanlarını sayıp dökmenin de bizi her zaman sonuca götürdüğünü söyleyemeyiz. Bu tür bir üslup belki nefsi emmaremizi bir nebze tatmin edecektir fakat söz söylemekten murat asla bu olmasa gerektir. Söz söylemek ancak “Ya hayır söyle ya sus” tavsiyesi gereğince bir hayır murat edilerek usulünce söylenmelidir. Yoksa hiçbir menfaati olmayacağını bile bile, deveye hendek atlatmaktan daha zor bir laf anlatma sürecine girmenin bir âlemi yoktur. Şayet böyle bir üslup doğru olsaydı Efendimiz uygun zamanı kollayarak yaptığı kısa ve öz konuşmalardan ziyade uzun uzun ikna turlarına çıkmayı tercih ederdi.
Eleştirerek doğrultulmaz
Genellikle söz söylemede tartışma metodunu tercih edenler, üzüm yemekten ziyade bağcıyı dövmekle tatmin olurlar. Söz söylerken haşin bir üslubu benimseyen doğrucu tavırlı kimselerin hiçbir kimsenin gönlüne girmesi ve sözünü kabul ettirebilmesi de düşünülemez. Tartışma ve itirazın egemen olduğu bir sohbette, feyz ve bereket adına bir rahmetten de söz edilemez. Eleştirerek doğrultmanın mümkün olacağına da inanmıyoruz.
Mümin denilince aklımıza daima olumlu düşünen, müsbet hareket eden ve imanını nefsaniyetin önüne geçiren kimse gelmektedir. İnsanlara verdiğimiz örneklerde bile olumlu olanın arayışına girmemiz, sözlerimizdeki feyz ve bereket adına bir zarurettir. Zira daima olumsuzluklardan konuşmak ve her zaman olumsuz örnekleri tercih etmek sağlıksız bir ruh halinin yansımasıdır. Kaldı ki bunu yapanlar her ne kadar insanları uyarmak ve doğru yolu göstermek niyeti ile de yapsalar menfilikler üzerinden bir yerlere varmak mümkün değildir. Sürekli menfi olaylardan bahsetmek insanın başta kendi kalbini daha sonra da dinleyenlerin kalplerini karartır. Bunca karanlık içre iken doğru yol göstermek ise ancak bir iddiadan öteye geçemez.
İnsan teşvik edilmelidir
İnsanların kötü taraflarını sayıp dökmek, çoğu zaman bir cevap verme psikolojisini harekete geçireceğinden, karşı taraf için kendi hatalarını daha çok savunmaları yönünde tahrik edici bir durumdur. İnsanların çoğunun hata kabul etme olgunluğunda olmamalarından dolayı hatalarının yersiz bir şekilde söylenmesi onları iyi ve güzel davranışa teşvik etmekten ziyade onların düşmanlık hislerini coşturacak bir durumdur.
Efendimiz’in uzun müddet hizmetkârlığını yapan Hazreti Enes radıyellahü anh onun kendisine bir sefer bile olumsuz bir cümle söylemediğini ve hatalarını daima affettiğini söyleyerek, onun bu konudaki örnek vasıflarını ortaya koymuştur. Eğer bir insanı iyiye yönlendirmek istiyorsak onun iyi taraflarını teşvik etmek ve müsbet tavırlarını takdir etmek sureti ile bunu yapmalıyız. Yaramaz çocuklara bile “benim oğlum ne kadar akıllı” denildiğinde bu onun akıllı olması için bir teşvik olur. Bunun tersi “sen ne kadar çok yaramazsın” diyerek yaklaşıldığında muhatabın hırçın tavırlarında bir artma söz konusu olacaktır.
Bediüzzaman’ın bir katkısı
Zannedersem Bediüzzaman Said Nursi’nin İslam düşüncesine en güzel katkılarından birisi de risalelerinde sürekli “müsbet hareket etme” düsturundan bahsetmek suretiyle, İslam’ın bu yönüne dikkat çekmesi ve eğitim anlayışını bu temel üzerine kurmasıdır. O şöyle der:
“Benim nur ahiret kardeşlerim. Ehvenüşşer deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler, daima müsbet hareket etsinler, menfi hareket vazifemiz değil… Çünkü dahilde hareket menfice olmaz.” (Emirdağ Lahikası, 2006, s. 877)
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.