Pek muhterem Dr. Ebubekir Sifil Hocamız, geçmişten günümüze kadar gelen ilmî müktesebatımıza değer verme ve âlimlerimizin kıymetini bilme anlamında birçok fazilete sahip örnek bir âlimimiz. Geçmiş ulemayı ve onların aktardıkları ilimleri bir çırpıda silen, “varsa yoksa benim dediğim” diyenlerden değil. Ebubekir Sifil Hocamız, geçmiş ulemamızı gözden düşürmeye çalışan, “Kur’an böyle diyor” diyerek de aykırı görüşlerine kılıf uyduran bir takım kimselere karşı, yaptığı ilmî çalışmalarıyla ve konferanslarıyla Müslümanları uyarma vazifesini en güzel bir şekilde yerine getiriyor. Müslümanların geçmişten günümüze kadar oluşturdukları ilmî birikime küçümser tavırlarla bakanlara seviyeli bir şekilde gerekli cevabı veriyor. Her platformda insanlara sürekli; “Geleneğinizden ve âlimlerinizden bu kadar çabuk şüphelenmeyin” mesajı veriyor. Çünkü âlimlerin bizi Asr-ı Saadet’e ve Efendimiz aleyhis sâlatü vesselâm’a bağlayan sağlam köprü olduğunu ve onlar sayesinde sahih din anlayışının nesillere aktarıldığını söylüyor.
Ocak 2013’te Ebubekir Sifil Hocamız, Sümbül Efendi Camii’nin yanındaki İSBEK’te akşam saatlerinde bir seminer verdi. Bu seminerde bizim için hayati öneme sahip olan Kur’an ve Sünnet bütünlüğü konusunda önemli açıklamalarda bulundu. Ümmet-i Muhammedin bu asırda insanlığa sunabileceği pek çok hakikat varken, enerjimizi birbirimizin görüşlerini çürütmekle harcadığımızı ifade eden Ebubekir Hoca, üzerinde yüz yıllardır tartışmalar yapılmış birtakım meseleleri yeniden tartışmamızın, Amerika’yı yeniden keşfetmemizin kimseye bir yararı olmayacağını söyledi. Âlimlerin ilgilenmesi gereken meselelerin halka arz edilmesinin de sağlıklı olmayacağını ifade eden Ebubekir Hoca, konuşmasına şöyle devam etti: “İlmî kitaplar sokaktaki insan okusun, düşünsün ve kafasını meşgul etsin diye yazılmaz. Sıradan insanın kafası çetrefilli ilmî meselelerle meşgul edilmemelidir. O insanın zihni, beyni bulandırılmamalıdır. O insan saf bir şekilde, düzgün bir şekilde inanmalı ve yaşamalıdır. İlmî meseleler ise âlimler arasında oturulup tartışılmalıdır. Bunu halka indirdiğiniz zaman bazı öngörülemeyen yıkımlara sebebiyet veriyor. İnsanlar kendi inançlarından, dininden şüphe duyar hale geliyorlar.”
Son dönemlerde hadisler üzerinde şüphe bulutları üretmeye çalışan kimselere karşı da uyarılarda bulunan Ebubekir Hoca, şunları söyledi: “Bizim hadislerin sıhhatinden şüphe duymamız için elimizde gerçekten sağlam, geçerli bir delilimizin olması lazım. Ama bunun için bir delilimiz yok. Efendimiz aleyhis sâlatü vesselâm’ın sünnetini, örnekliğini, kılavuzluğunu bir kalemde çizip atmayalım. Biz Sünnet’e zarar veremeyiz, o yapı devam eder, biz kendimize zarar veririz. Allah Teâla nurunu tamamlayacaktır. Biz kendimizi o nurdan mahrum bırakırız, mesele budur. Aman dikkat edin, kafanız bu kadar kolay karışmasın, itikadınızdan, imanınızdan bu kadar kolay şüphe etmeyin.”
Kur’an ve Sünnet üzerinde yüzyıllardır araştırmalar yapıldığını ve ilmî bir birikimin ortaya çıktığını söyleyen Ebubekir Hoca, insanların bu birikime katkı sağlayabileceklerini, ancak bu birikimi tümden reddederek insanları bu birikimden soğutmaya haklarının olmadığını söyledi. Bu tarz bir yaklaşımın oryantalistlerin yaklaşımı olduğunu ifade eden Ebubekir Hoca, oryantalistlerin varlık amacının bu milleti kendi aidiyetlerinden koparmak, bu milletin zihin kodları ile oynamak, onları zihnen kendileri gibi düşünen uydular haline getirmek olduğunu söyledi.
Halkın yeni gibi zannettiği bir takım aykırı düşüncelerin aslında yeni olmadığını söyleyen Ebubekir Hoca, bunların bir yerlerden aşırma görüşler olduğunu şöyle anlattı: “Ortaya koydukları yaklaşımlar geçmişte ortaya konulanların aslında kötü birer taklidi, tabiri caizse karikatürü. Eskiden bu meseleler daha ciddî bir şekilde tartışılıyordu. Farklı ekollerin kaynakları bugün elimizde. Mesela uzun yıllar Ehl-i Sünnet ile Mutezile arasında bir tartışma olmuş. Kaynaklardaki bu tartışmalara baktığınızda bir ciddiyet, bir derinlik olduğunu görüyorsunuz. Mesela bugün Kur’an ve Sünnet’in tarihsel olduğunu söyleyen bir ekip var. Hüküm bildiren ayet ve hadislerin özellikle yedinci yüzyıl Arabistan’ına mahsus olduğunu söyleyen bir akım. Kendilerini Mutezile gibi bir fikir akımı ile desteklemek gibi bir gayret içindeler. Mutezile’nin temsilcileri bugün yaşıyor olsalardı günümüzdeki tarihselcileri kapılarından kovarlardı.”
Bazı kimselerin kendi görüşlerini her şeyin önünde tutarak onları İslam’ın doğruları olarak lanse ettiklerini söyleyen Ebubekir Hoca, bu konuda şunları söyledi: “Bugün birileri ortaya çıkıp tarihte kalması gereken bir meseleyi yeniden gündeme getirip; ‘Bu âlimler, bu kitaplar sizi yüzyıllar boyunca aldatmış, Allah’ın kitabından uzaklaştırmış; ben şimdi sizi hakikate götüreceğim’ gibi bir iddia ile ortaya çıkıyorsa bunlara karşı da dikkatli olmamız gerekir. Bu kimseler kendi şahsi ilmî maceraları olarak bu meseleleri araştırabilirler, bunda bir mahsur yok. Ama kendince elde ettiği neticeyi insanlara İslam’ın doğrusu diye sunmamalılar. Bu ümmeti 1400 yıldır üzerinde yürüdüğü yoldan, kendi aidiyetlerinden, kimliğinden uzaklaştıracak şekilde bunu söylememeliler.”
Ebubekir Sifil Hoca son dönemlerde daha fazla dillendirilen yanlış anlayışları net ve çarpıcı şekilde ortaya koyduğu konuşmasında asırlardır din bozuldu diyen zihniyetin temel argümanını çok güzel bir şekilde çürüttü. “Din asırlardır bozulmuş” tezine karşı şunları söyledi: “Eğer durum onların dediği gibiyse Cenab-ı Allah’ın yeni bir Peygamber göndermesi lazım. Cenab-ı Allah tekrar yeni bir peygamber göndermeyecek. O zaman bu dinin gönderildiği andan kıyamete kadar sabit, müstekar, sahih bir şekilde ayakta durmuş olması lazım. Diyorlar ki; bu ümmet öyle bir sapıttı ki Kur’an’ı nefsine uyurdu, evirdi çevirdi ve yeni bir din çıkardı. Peygamberler tarihine bakın, peygamberler tam da böyle durumlarda gönderilmiştir. Kur’an’ın da başına böyle bir iş geldiyse Allah Teâla’nın muradı gerçekleşmedi, bize yeni bir din, yeni bir kitap, yeni bir peygamber lazım. Bu ümmet bu kitabı, bu dini bu kadar tahrif ettiyse o zaman Allah Teâla’nın yeni bir kitap göndermesi lazım. Ama biz biliyoruz ki bu din son ve tamamlanmış dindir. O halde bu şekilde bir bozulmadan bahsedemeyiz.”
Birtakım aykırı söylemleri gündeme getirmeye çalışan kimselerin eski âlimlerimiz kadar derinlikli ve ciddî kimseler olmadığını söyleyen Ebubekir Hoca, özellikle Osmanlı medrese tecrübesindeki ilmî ciddiyetin üzerinde durdu. Osmanlı medreselerinin sahih çizgiyi sürdürmelerinin nedenini ise son derece isabetli olarak şöyle tespit etti: “Osmanlı medrese tecrübesinde ne vardı? Osmanlı medreselerinde durup dururken usul-ü fıkha ve usul-ü dine ağırlık verilmiş değil. Osmanlı medreselerinde bu iki ilim dalının ağırlığı vardır. Neden acaba böyle yaptılar? Dinî ilimler olmadan Kur’an ve Sünnet hayatımıza yansımaz. Usul ilimlerini bilmediğimiz zaman zihnimizde hep oynak ve kırılgan bir yapı var demektir.”
Kader konusunda bazı açıklamalarda bulunan Ebubekir Sifil Hoca, kaderi inkâr eden zümrenin de bugün ilk defa ortaya çıkmadığını söyledi. İslam’ın ilk asırlarında bu konunun tartışıldığını ifade eden Ebubekir Hoca sözlerini şöyle sürdürdü: “Irak coğrafyasında Mabet el Cüheni diye bir zat var. Kader hakkında; ‘Kader yoktur, insan kendi fiillerini kendisi yaratır, ilahi takdir diye bir şey yoktur’ diye fikirlerini beyan ediyor. O dönemle ilgili kaynaklarda şöyle bir olay zikrediliyor: Tabiinden iki kişi hac ve umre için Mekke’ye gidiyorlar. Oradan Medine’ye gidiyorlar. ‘Bu adamın söylediklerini sahabeden birini bulup ona söylememiz lazım’ diye düşünüyorlar. Abdullah İbni Ömer radiyellahü anh’ı görüyorlar. Ona bu zatın söylemlerinden bahsediyorlar. Abdullah İbni Ömer diyor ki: ‘O adama söyleyin, Abdullah bin Ömer o adamdan beridir, o adam da benden beridir.
Biz Efendimizden böyle işitmedik, sahebenin büyüklerinden böyle duymadık, kader vardır, kader haktır’ diyor ve onlara konuyla ilgili bazı hadisler naklediyor.” Ebubekir Sifil Hoca kader konusunda bu olayı aktardıktan sonra bazı hadis-i şerif metinlerini okuyup izah etti. Bu meseleyi de şu cümle ile kapattı: “Allah Teâla yazdığı için biz bir şeyi tercih etmiyoruz, biz kendimiz tercih edeceğimiz için Allah yazmış. O bizim neyi tercih edeceğimizi biliyor çünkü.”
Sifil Hoca bu konuşmasında bir de Süleymaniye Kütüphanesi ile ilgili bir çağrıda bulundu. Şunları söyledi: “Süleymaniye Kütüphanesi bendenize göre yeryüzünün en büyük yazma eserler kütüphanesidir. Henüz Süleymaniye’nin adam akıllı bir fihristi çıkarılmadı, Süleymaniye’de kaç kitap olduğunu bile tam olarak bilemiyoruz. İlgililere de buradan sesleniyoruz; ‘Bu işe bir el atın, Süleymaniye’yi bu gariplikten, bizi de bu ayıptan kurtarın’ diyoruz. Ciddî bir çalışma yapıldığında mevcudun en az on katı kitap çıkacağına ben kâniyim.”
Zamanımızın kıymetli Ehl-i Sünnet âlimlerinden Ebubekir Sifil Hocamızın bu semineri benim açımdan gerçekten çok istifadeli ve bereketli oldu. Akşamın bu geç saatinde burada, Sümbül Efendi’nin mânevî huzurunda çok hayırlı bir ders dinlemiş oldum. Allah itikadımızı bozmak isteyen bedbahtlara fırsat vermesin. Bizleri Ehl-i Sünnet Ve Cemaat yolundan ayırmasın. Başka bir irfan meclisinde görüşmek üzere.
(Aydın Başar, İrfan Yolculuğu, Asalet Yayınları, 2020, s.437, 441)