İslâm’da tefsir hareketinin en meşhur şahsiyetlerinden biri olarak karşımıza çıkan Abdullah bin Abbas, Peygamberimiz Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in amcasının oğludur. Künyesi Ebu’l Abbbas’tır. Haşimîlerin Mekke’de kuşatıldığı yıl doğduğu söylenir. Annesiyle beraber, babasından önce Müslüman olmuştur.
Hazreti Osman radıyellahu anh zamanında hac emiri idi. Hazreti Ali radıyellahu anh döneminde de onun sefirliğini yapmıştır. Taif’te 68/ 687 de vefat etmiştir. İslamî ilimlerdeki malumatının çokluğundan dolayı “Hıbr/ en büyük âlim” unvanını almıştır.[1] Peygamber Efendimiz’in vefat ettiği sene on, on üç veya on beş yaşında olduğu rivayet edilir.[2] “Tercümanu’l-Kur’an” unvanı verilen İbn Abbas, Rasulullah’tan 1660 hadis rivayetinde bulunmuştur.[3]
Peygamberimize yakındı
Peygamberimize yakınlığı sebebiyle, onun sevgisini kazanan Abdullah bin Abbas, Resulullah’ın duasına da mazhar olmuştur. Kendisinin vermiş olduğu habere göre Rasulullah, onu kucaklamış, alnını okşamış ve “Ey Allah’ım! Abdullah’a hikmeti ve Kur’an’ın te’vilini öğret” diye dua etmiştir.[4] Peygamberin duası bereketiyle büyük bir âlim olan İbn Abbas’a, ilminin çokluğundan dolayı “el-Bahr / Okyanus, Engin bilgi sahibi” denilirdi.[5]
Böyle yüksek meziyetler sahibi olan Abdullah bin Abbas, sahâbenin tabakalarına göre onuncu tabakada yer alır. Bu tabakada, Hudeybiye anlaşması ile Mekke’nin fethi arasında hicret edenler vardır.[6] Bu açıklamayı yapmaktan kasıt, onun bilgisinin çoğunun Peygamber’den dolaysız alınmak yerine sahâbeye dayandığını göstermek içindir. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde o, çok genç yaşta olduğundan dolayı bilgisinin tamamını Rasulullah’tan alamamıştır. Sahâbenin büyüklerinden istifade etmiştir.
İbn Abbas’ın sahâbeden hocaları diyebileceğimiz kimseler şunlardı: Hazreti Ömer bin Hattab, Ubey bin Ka’b, Hazreti Ali ve Zeyd bin Sâbit’tir.[7] Direkt Resulullah’tan almış olduğu Kur’an bilgisinin ne kadar olduğunu bizzat kendisinin rivayeti olan şu haberden öğreniyoruz: “Ben on yaşında iken Kur’an’ın el-muhkem kısmını okumuş olduğum halde Rasulullah vefat etti.”[8] Mufassal gurubu, muhkem diye adlandırıyordu ki Hucurat Sûresi’nden itibaren başlamaktadır.
Kur’an’ı anlamak
Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in irtihalinden sonra kendisini Kur’an’a ve Kur’an ilimlerini anlamaya veren İbni Abbas, bu yolda büyük bir mesafe almıştır. Lafzî anlamda Kur’an okumak yerine, manayı kavramaya ayrı bir önem vermiş ve şöyle demiştir: “Kim Kur’an’ı okur da tefsirini güzel yapamaz ise böyle birisi hızlı hızlı şiir okuyan bedevî gibidir.”[9]
Bu meyanda, kendisine Kur’an’ı üç günlük sürede hatmettiğini söyleyen kişiye şu açıklamayı yapmıştır: “Bakara Sûresi’ni düşünerek ve tertil üzerine (bir gecede) okumam, senin söylediğin gibi tüm Kur’an’ı okumamdan daha sevimlidir.”[10] Kur’an’ı anlamakla beraber, anlamaya yardımcı olan ve insana şevk veren dinlemeyi de önemseyen İbn Abbas; “Allah’ın Kitabından kim bir ayet dinlerse, kıyamet günü onun için dinlemiş olduğu ayet nur olur”[11] diyerek mü’minleri Kur’an’ın çağrısına kulak vermeye davet etmiştir.
Kur’an’ı anlama ve Kur’an’la hayata anlam verme hususunda “Hıbru’l-Ümme ve Bahru’l-Ümme” unvanlarını alan Abdullah b. Abbas,[12] öğrendiklerini insanlarla paylaşmış ve çok değerli öğrenciler yetiştirmiştir. Bunlardan ikisi çok meşhurdur. Mücahid bin Cübeyr (ö: 104/722) ve İkrime (ö: 107/725). Mücahid, tüm Kur’an’ı baştan sona üç defa Abdullah b. Abbas’a arzettiğini ve bilmediği konuları ona sorarak öğrendiğini haber vermektedir.[13]
Yetişmiş olduğu ortam ve Kur’an bilgisi hakkında yapmış olduğumuz bu açıklamadan sonra, onun Kur’an anlayışını şu başlıklar altında toplamak konunun ehemmiyeti ve anlaşılması açısından önemlidir:
1. Kur’an-ı Kerim’i her şeyin önünde tutup onun önüne hiçbir şeyi geçirmemek:
Abdullah bin Abbas, hüküm verirken ve hayatın sorunlarına çözüm ararken önce Kur’an’a müracaat etmiştir. Kendisine bir mesele sorulunca, Kur’an’da tam olarak karşılığı var ise onunla karar verir, Kur’an’da yoksa Rasulullah’ın sünnetiyle hükmeder, onda da yoksa Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’in içtihatlarına bakar, onlarda da bir karşılık yoksa kendi reyi ile görüş beyan ederdi.[14] İbn Abbas’da var olan bu anlayış daha önce geçtiği gibi, aşağı yukarı tüm sahâbenin ortak kanaatidir.
2. Hayatı ayetlerle anlamlandırma; ayetlerden olaylara delil getirme:
Müslümanlar zaman zaman belirli konuları tartışmışlardır. Tartışmalarda naslardan delil getirmek hem meselenin çözüme kavuşturulması hem de delil getirenin naslara vukûfiyeti açısından önemlidir. İlmî bir münazaranın yapıldığı bir toplântıda bazı insanlar “Peygamberimizin diğer peygamberlere üstünlüğü nedir?” diye sorduklarında, Abdullah bin Abbas bir açıklama yapmış ve hemen şu ayetleri okumak suretiyle Rasulullah’ın üstünlüğüne delil getirmiştir: “Diğer peygamberlerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:‘Biz hiçbir peygamberi, onlara gerekli açıklamaları yapmaları için kavminin dilinden başkasıyla göndermedik…’[15] Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’le ilgili buyruğu ise şudur: “(Ey Muhammed) Seni tüm insanlara müjdeleyici ve uyarıcı bir elçi olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu (bu hakikati) bilemediler.”[16] İbni Abbas bu ayetler vasıtasıyla Hz. Muhammed’in üstünlüğünü ortaya koymuştur.
Ayetle istişhad çerçevesinde İbn Abbas’tan naklen anlatılan şu olay da önemlidir. Abdullah bin Abbas der ki: “Kur’an’ı okuyup, içeriğini hayatına katan kimseyi Allah, dünyada ve ahirette de saptırmayacağını garanti etmektedir.” Bu sözüne delil olarak hemen şu ayeti okumuştur:[17] “… Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve huzursuz da olmaz.”[18] Örneklerde görüldüğü gibi İbn Abbas, kendi tezine veya meydana gelen olaylara ayetlerle delil getirerek meseleleri izah etmiştir.
3. Ayetleri yorumlamada eski Arap şiirinden faydalanma:
Şiirden istifade etmek suretiyle ayetleri tefsir etme, Abdullah bin Abbas’ın Arap diline hâkim olduğunun da ispatıdır. Ona Kur’an’dan bir şey sorulduğunda kadim Arap şiirlerinden bir şiir okuması,[19] Kur’an’daki kapalı sözcükleri açıklama bakımından ehemmiyetlidir. “Çünkü sözcükler o toplumun kültürünü, insanlar arasındaki davranış biçimlerini, tepki tarzlarını ve hitap yollarını göstermektedir.”[20] Sözcüklerin böyle önemli bir görevi yerine getirmesinden dolayı o, bilinmeyen Kur’an sözcüklerinin şiirde aranmasını tavsiye etmiştir. Çünkü şiir Arab’ın divanıdır.[21]
Yukardaki uyarı ve tavsiyeyi yaptıktan sonra bir bedeviyi çağırmış ve “harac” nedir, demiştir. Bedevi de, “darlık – güçlük” cevabını vermiştir.[22] İbn Abbas, “Fatır” sözcüğünün anlamını, evinin yakınında bir kuyunun kazılmasıyla ilgili bedevilerin münakaşasını duyana kadar yeterince kavrayamadığını belirtmiştir. Kuyu üzerinde hak iddia eden bedevilerden biri diğerine “Ene fatartuha” deyince O, “fatara” kelimesinin “İlk defa yapmak, yaratmak” anlamına geldiğini öğrenmiştir.[23] Böylece İbni Abbas Yüce Allah’ın “Fatır”/ evreni ilk ve örneksiz yaratan olduğunu daha iyi kavramıştır. Bütün bu önem ve özelliklerinden dolayı cahiliye şiirini iyi bilmek Kur’an kelimelerini doğru anlamaya katkı sağlar.
4. Subjektif yaklaşıma karşı olmak:
Kur’an-ı Kerim’in geliş amacı, takva sahibi nitelikli insanlara mutlak doğruyu göstermektir.[24] O, herhangi bir ideolojiyi veya hayatın yorumlanmasında vahye karşıt olan dünya görüşlerini tasdik etmek için gönderilmemiştir. Kur’an ayetleriyle ilgili yorum yapanlar, Kitab’ın geliş gayesini her zaman gözetmek zorundadırlar. Aksi halde, Kur’an’ın yol gösterici hiç bir özelliği kalmaz.
Tarihin her döneminde insanlar kendi düşüncelerini etkin hale getirebilmek için mücadele etmişlerdir. Bu mücadele esnasında insanlar zaman zaman hakikat çizgisinden saptıkları gibi, bazen de şahsî fikirlerini herhangi bir ölçü koymaksızın vahiyle payandalamak istemişlerdir. Bu anlayış sahâbe döneminde de zuhur edebilmiştir. İslâm’a yeni giren ve din bilinci yeterli olmayan kişiler, sahâbenin büyüklerinin gösterdiği hassasiyeti göstermemiştir.
Kur’an konusunda yeterli hassasiyeti göstermeyerek şahsî düşüncelerine vahiyle destek arayan insanlar adeta ayetleri çarpıştırmışlardır. Kur’an’ın geliş gayesini iyi kavrayan İbn Abbas, bu tip insanlara şu tavsiyeyi yapmıştır: “Kur’an’ın bir kısmını bir kısmına vurmayın. (Bireysel düşüncelerinizi desteklemek için ayetleri çarpıştırmayın.) Böyle yapmak şüphesiz ki kalplerde (Kur’an’a karşı) şüpheler meydana getirir.”[25]
Subjektif bir anlayışı öne çıkarıp ayetleri buna göre yorumlamak, zor durumlarda manayı tahrife bile götürebilir. Bu durumu bilen İbn Abbas böyle bir anlayışa şiddetle karşı çıkmıştır. Burada güncel bir tespit olarak üzülerek belirtelim ki Müslümanların tarihte ve günümüzde içine düştükleri en büyük hastalıklardan biri, sübjektif fikirlerini ayetlerle destekleme; ayetleri kendilerine tabi kılma hastalığıdır. Sahâbe bu düşüncelere her zaman karşı çıkmışlardır.
5. Meydana gelen yeni olaylara Kur’an merkezli yeni çözümler üretmek; içtihadî yaklaşım:
Abdullah bin Abbas sahâbe içerisinde Allah’ın kitabını en iyi anlayanlardan, şiir, ensab ve eyyamu’l Arabı (Arapların tarihinde meydana gelen önemli olayları zamanı ve keyfiyetini) çok iyi bilenlerdendi. Ayrıca muharref de olsa eldeki Tevrat ve İncil’e de vakıftı.[26] Onun bu konularda otorite olması kendine güvenini artırdığı gibi, yeni olaylara çözüm bulmada, içtihadî yeteneğinin tamamlanmasına yardımcı olmuştur.
Bu özelliklerinden dolayı ufku açık bir sahâbî olarak Kur’an-ı Kerim’e sürekli işlerlik kazandırmıştır. Bu çerçevede şöyle bir açıklama yapmıştır: “Bir devenin diz bağlama zinciri kaybolsa onu Allah’ın kitabında bulurum.”[27] Bu sözüyle İbni Abbas, hayatın derinlik ve genişlik alanında ayetlere işlerlik kazandırıp Kur’an’ı aktüelleştirmeyi kastetmiştir. Kur’an’ın hayatın tüm sorunlarına cevap verebilecek durumda olduğunu ortaya koymuştur. Kur’an’ın çözümlerinin ve hükümlerinin ütopik olmadığını ispat etmiştir. Fakat bu sorunlara cevap verebilecek olan insanın kendisidir. Dolayısıyla O, ehliyetli insanlara, Kur’an’la hayat arasında bağ kurmaları konusunda rehberlik etmiştir.
Nüzul ortamıyla ilgili geniş bir bilgi birikimine sahip olan[28] ve yerine göre ayetlerin kapalılıklarını açıklamakta[29] mâhir olan İbn Abbas, içtihadî bilgisi sayesinde birçok fıkhî meseleleri çözmüştür. Öyle ki Hazreti Ömer radıyellahu anh, karşılaştığı zor fıkıh meselelerinin çözümü için onu çağırma ihtiyacı duyar, başkasını çağırmazdı. Birçok sahâbenin başvuru kaynağı olmuş ve ilmî hüviyetinden dolayı kendisine verilen bütün güzel unvanlara layık olmuştur.[30]
Abdullah bin Abbas, büyük bir ilmî şöhrete sahiptir. Tefsir kitapları ondan yapılan nakillerle doludur. Bizim kanaatimize göre, elimizdeki en eski tefsir çalışmalarından olan Taberî’nin Câmiu’l Beyan’ındaki rivayetlerin yaklaşık, yüzde altmış beş veya yetmişi İbn Abbas’a aittir. Ondan nakledilen rivayetlerin çokluğu tarih içerisinde münakaşa konusu olmuş ve İmam Şafii (ö: 204/819): “İbni Abbas’tan bize tefsire ait yüz kadar hadisten başka bir şey gelmedi” demiştir.[31]
Bizim onunla ilgili bu araştırmamız, Abdullah bin Abbas’a ait rivayetlerin sahih oluşu veya olmayışı bağlamında ele alınmak yerine Kur’an’a bakışı ve Kur’an anlayışı çerçevesinde değerlendirilmelidir. İmam Şafii, zaman içerisinde İbni Abbas’ın şöhretinin istismar edilmesine tanıklık edip böyle bir sonuca varmış olabilir ama konu araştırmaya muhtaçtır. Bütün bu sıhhatli ve ilmi araştırmaların sonunda kesin bir yargıya varmak mümkün olabilir. En doğrusunu Allah bilir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 İslâm Ansiklopedisi, I, 26-7.
2 İbn Kesîr, el-Bidaye, VIII, 299; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 241.
3 Turgut, Tefsir Usulü, s. 227.
4 İbn Sa’d, Tabakât, IV, 180; İbn Mace, 1, Mukaddime 11, no: 166, I. 58; İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 15.
5 İbni Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 15; Hallaf, İslâm Teşrî Tarihi, s. 33.
6 Nisâbûrî, Marifetü’l-Ulûmi’l-Hadîs, s. 23-4.
7 Sâbûnî, et-Tıbyan fî Ulûmi’l-Kur’an, s. 112.
8 İbni Kesîr, Fedâilu’l-Kur’an, s. 130.
9 Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 42.
10 İbn Mubarek, Kitabu’z-Zühd, Had. No: 1193, s. 420
11 Abdurrezzak, Musannef, Fedâil, III, 373.
12 Kasımî, Kur’an’ı Anlamak, s. 17.
13 Taberî, Câmiu’l-Beyan, I, 65.
14 İbn Sa’d, Tabakât, IV, 181; Darimî, 1, Mukaddime 20, I. 59.
15 14/İbrahim 4.
16 34/Sebe 28.
17 Taberî, Câmiu’l-Beyan, VIII, 469.
18 20/Tâhâ, 123.
19 İbni Ebî Şeybe, Musannef, VII, 177.
20 Aksan, Türkçe’nin Gücü, s. 159.
21 Zerkeşî, el-Burhan, I, 368.
22 Taberî, Câmiu’l-Beyan, IX, 193.
23 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, V, 3433; Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 35.
24 Bak: 2/Bakara 2.
25 İbn Ebî Şeybe, Musannef, Fedâil, VII, 188; Ebû Abdurrahman, Kitabu’s-Sünne, I, 134.
26 Hallaf, İslâm Teşrî Tarihi, s. 34.
27 Kettanî, et-Terâtibu’l-İdariyye, III, 3.
28 Hanbelî, Usûlü Fıkhı’l-İslâmî, s. 48
29 Bak: Ahmed, I, 273; Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 131.
30 Turgut, Tefsir Usulü, s. 228.
31 Suyutî, İtkan, II, 189; Zerkanî, el-Menâhil, II, 17.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
- Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…
- Sosyal medyada yaptığımız hatalar neler?
- İhsan kıvamında üç güzel hayat…
- İnsanın hayatı anlama çabası…
- Suudi Arabistan’da tasavvufun izleri…
BENZER YAZILAR