1930’lu yıllarda Ali Ulvi Kurucu Bey’in babası İbrahim Efendi mahalle camiinde imamlık yapmaktadır. Din eğitiminin baskı altında tutulduğu yıllardır. Bir gün sabah namazı öncesi görev yaptığı camide çocuklara Kur’an öğretirken camiyi polisler basar. Babası polislere suçüstü yakalanmamak için birden olduğu yerden fırlar ve müezzin mahfiline doğru koşar. Bu sahne o sıralar çocuk olan Ali Ulvi Bey’in zihninde yer tutar.
Polisler ders yapıldığını görür ve tutanak tutarlar. İbrahim Efendi belki insafa gelir ümidiyle polise adeta yalvarır. Şöyle der: “Beyefendi, istirham ederim. Bakınız daha sabah ezanı okunmamışken, ben rahat evimi bırakıp gelmişim. Bu yavrular ilim için, sıcak yataklarından kalkıp karanlıkta buraya geliyorlar. Bunları kaldıran, giydiren, gönderen anaları düşünün, onların Kur’an’a olan aşklarını düşünün… Beyefendi, ben de evimde oturur rahat ederim. Daha evimde bir kahvaltı etmiş adam değilim. Sadece ismini duyarım, kahvaltı nedir bilmem…”
Merhum İbrahim Efendi işte böyle dil döker polis memuruna. Ne var ki o gün de ileriki günlerde de aynı suçtan dolayı takibata uğrayacak ve yargılanacaktır. İbrahim Efendi gibi kahraman hocaların bu fedakarlıkları bugün bizleri derin derin düşüncelere daldırıyor. Onlar yanlarını rahat yataklarından koparmayı başarmış ve o zor günlerde talebe okutmaya gayret etmişlerdir. Daha sabah bile olmadan, kahvaltı nedir bilmeden bu gayretler gösterilirken, bizler bugün adeta nimetlere battığımız halde ne yazık ki çok az fedakârlık yapıyoruz.
Medine’ye hicret
İbrahim Efendi temkinli ve istişare yapmayı seven bir zattır. Her konuda hocası ve mürşidi Fahri Efendi’ye danışmayı ihmal etmez. Bir gün Fahri Efendi’nin yanına gider ve kendisine elinde bir miktar para olduğunu, bu parayla köyde bir tarla almak istediğini söyler. Kendisine bu konuda bir tavsiyesi olup olmadığını sorar. Fahri Efendi hiç beklenmedik bir tavsiyede bulunur:
“İbrahim Efendi, eğer benim elimde böyle bir para olsa, her şeyden önce hicret ederdim. Oğullarımı okuturdum. Bak benim oğullarımdan birisi marangoz, birisi tenekeci, birisi kunduracı oldu. İnsanın kendi kendine çocuklarını okutması çok zor oluyormuş. Eğer param olsa idi, hicret eder, çocuklarımı okutabileceğim bir yere giderdim…”
1934 yılında geçen bu konuşmadan sonra İbrahim Efendi sürekli evde hicretten bahseder ve medreselerin kapatanlara karşı da üzüntüsünü ifade eder. Ta ki 1939 yılında çocuklarının ilim tahsili için Medine’ye hicret edinceye kadar… Yine bir aile içi sohbette İbrahim Efendi, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in hayatındaki hicretle ilgili bir detaydan bahseder.
Sevgili Peygamberimize ilk vahiy gelince Hazreti Hatice annemiz radıyellahu anha onu amcaoğlu Varaka bin Nevfel’e götürür. Varaka onun peygamberlikle görevlendirildiğini söyleyip onu tebrik ettikten sonra şöyle ilginç bir şey söyler: “Ah kavmin seni Mekke’den çıkaracakları gün, keşke ben de sağ ve sıhhatte olsam da sana yardım etsem.”
Bunun üzerine Efendimiz üzülüp heyecanlanarak: “Kavmim beni Mekke’den mi çıkaracak?” diyerek hayretini ifade eder. Mekke halkı tarafından sevilen, sayılan “Muhammedü’l Emin” denilerek güvenilen ve kıymetli eşyalarını kendisine emanet ettikleri bir zata böyle bir muameleyi nasıl yaparlar, buna şaşırmıştır. Bunun üzerine Varaka ona şöyle der:
“Evet, hiç bir peygamber, davasını, kendi memleketinde yürütememiştir. Tebliğini yapabilmesi, risaletini yapabilmesi ve zafer kazanabilmesi, muhakkak memleketinden hicret ederek mümkün olabilmiştir. Keşke o gün sana yardım edebilseydim.”
Varaka bin Nevfel’in bu sözleri bugün da hala güncelliğini koruyor. Kendi memleketine hizmet eden ve memleketinin her yönden kalkınması için öncülük yapan birçok değerli şahsiyet, bir kısım saygısız kimseler tarafından karalanıyor ve iftiralara maruz bırakılıyor. Tarihten günümüze nice Allah dostları bulundukları yerlerde çok sevildikleri halde, böyle yıkıcı bir zümreyle de imtihan olmuşlardır. Nitekim Allah dostlarına hakaret etmeyi marifet zanneden cahil insanlar her dönemde olagelmiştir.
Veda ziyareti
Artık bu zor yolculuğa çıkmaya karar verilmiştir. İbrahim Efendi bir gün oğlunu karşısına alır ve ona şöyle söyler: “Biz de hicret ederek, memleketimizde elde edemediğimiz ilim silahını, hariçte kazanıp temin etmek için gidiyoruz. Biz şimdi gelecekteki ilim ve fazilet savaşını kazanmak için, o silahlarla silahlanmaya gidiyoruz…”
Hicret günü yaklaşırken İbrahim Efendi hicret sevgisini gönüllerine düşüren mürşidi Fahri Efendi ile vedalaşmaya gider. Fahri Efendi o gün ona şunu söyler: ”İbrahim Efendi, hayatta birçok şey tebrik edilir. Tebrike asıl şayan olan hicrettir. Hicret hakkında varid olan ayet-i kerime, hicretin çok zor olduğunu gösterir. Senelerden beri benim arzu edip de yapamadığım bu hali Cenab-ı Hak size verdi. Diğer ayet-i kerimeler bütün müjde doludur. Allah sizi bırakmaz. Yalnız Medine-i Münevere ilk gideni ilkin bir sıkar, derler. O sıktıktan sonra açar, derler. Sıkıldığınız zaman da yavrum, sizi imtihan ediyor bilin. Çile müddetidir. O çile dolar, imtihanın müddeti biter, imtihanı kazanırsınız inşallah”
Ve hicret vakti gelmiştir. İbrahim Efendi ve ailesi, bakkal dükkânından ortağı Mustafa Efendi ve ailesi ile birlikte iki aile temelli hicret niyetiyle mübarek beldelere giderler. Fakat Mustafa Efendi orada kalmaktan vazgeçer. Hac vazifesini yaptıktan sonra memleketine geri döner. İbrahim Efendi ise ailesiyle birlikte yerleşeceği Medine’ye geçerler. Bu arada 18 yaşında olan Ali Ulvi Kurucu ise tahsil için Kahire’ye geçer.
Kahire’deki talebelik yıllarında çok bereketli bir ilim hayatı yaşar. Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid Kevseri, Yozgatlı İhsan Efendi, Ali Yakup, Mustafa Runyun, ve Miralay Sadık Bey ve Hasan El Benna gibi isimlerle tanışmıştır. Sonrasında Medine yıllarında ise Mahmud Sami Efendi, Mehmet Zahid Efendi, Saatçi Osman Efendi, Ebul Hasen Nedvi ve Ladikli Ahmed Efendi gibi bir çok önemli şahsiyetle görüşmüştür.
1987 1990 yılları arasında “Nurlu belde Medine’den” başlığı altında yayınlanan yetmiş kadar yazısı 1990 yılında Gecelerin Gündüzü adıyla kitaplaştırılmıştır. 1993 Yılında M. Ertuğrul Düzdağ Bey, eşi ve küçük oğlu ile birlikte Medine’de bir müddet evinde misafir olmuş ve yetmiş beş saatlik bir ses kaydı ile hatıralarını kaydetmiştir. Netice de 5 ciltlik şaheser niteliğinde bir hatırat ortaya çıkmıştır.
6 sene Kahire’de, 56 sene de Medine-i Münevvere’de yaşayan Ali Ulvi Kurucu Bey gurbet ellerdedir ama vatanı Türkiye’yi hiçbir zaman unutmamıştır. Hep duaları Türkiye iledir. Kızı Sare Kurucu babasının bitmek bilmeyen Türkiye özlemini bir mülakatta şöyle anlatıyor:
“Babam, Türkiye’yi çok severdi. Türkiye onun için kıymeti bir taş gibiydi. Sevgisini hep içinde taşırdı. Türkiye’ye tek bir laf söylettirmezdi. Türkiye için çok dertlenirdi. 28 Şubat döneminde 8 yıllık eğitim kararı çıktığı gece üzüntüsünden beyin kanaması geçirmişti. Çünkü babamın amcası Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Konya’da imam hatip liselerini kurmak için dükkan dükkan dolaşıp yardım toplamış. Babam, imam hatip mezunları doktor olsun, mühendis olsun, Reis-i Cumhur olsun isterdi. Nitekim de oldu elhamdülillah.” Ali Ulvi Kurucu Bey 3 Şubat 2002 tarihinde Medine’de vefat eder. Bu yazıda hatıratından istifade ederek onun hicret sürecini anlatmaya çalıştık. Cenab-ı Hak kendisine ve tüm geçmişlerimize rahmet eylesin. Bizlere de yeniden Ali Ulvi Kurucu gibi asil Peygamber aşıkları lütfetsin.
Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.