Tahir Büyükkörükçü hocanın ağlatan hatırası

Konya’nın bilinen hocalarından merhum Hasan Hüseyin Varol Hoca, vaizler sultanı olarak bilinen merhum Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi ile ilgili hüzün dolu bir hatırasını anlatıyor.

Bizim zamanımızda imam olabilmek için hafız olmak bir bakıma tercih sebebi idi. ikinci bir sebep de Arapça bilmekti… Bizim hedefimiz de imamlık olunca hemen Arapça okuyacak bir hoca aradık. O günlerde merhum Tahir Büyükkörükçü askerden yeni gelmiş ve merkez vaizi olarak görev yapıyordu. Kısa zamanda ünü-şanı Konya hudutlarını aşmış Türkiye çapında duyulmaya başlamıştı… Çok güzel konuşuyordu. Ayetleri, hadisleri aynı konuda olunca arka arkaya sıralayıveriyordu.

Beş arkadaş aramızda görüştük. Hocaya müracaatta bulunup ders almak istediğimizi söyledik. Ümidimiz pek yoktu. Lâkin Hoca bizim durumumuza dikkatlice baktı. “Ama ben çok sıkarım siz dayanabilecek misiniz?” dedi. Biz de; “Nasıl isterseniz biz ona varız” dedik. “Hepiniz birer sarf cümlesi kitabı alın yarın benim imamlık yaptığım Hamzaoğlu mescidine gelin, sabah namazından sonra orada okuyalım” dedi.

Dersler başladı

Bendeniz, Ermenekli İbrahim Koçaşlı, Eğisteli Kerim, Memiş Yöntem, Ahmet Küçük, Mehmet Cinkara, Bekir Doğanay, Mehmet Kabakçı vs. sonra bu rakam 16 ya çıktı. Sevinçten uçuyoruz. Hemen gittik Hocanın dediği kitapları kitapçı Abdurrahman Etik’ten aldık. Sabah namazından sonra Hamzaoğlu mescidinde toplandık.

Sene 1949’un başları. Sarıyakup mahallesi, Sarıyakup caddesi, Kanara köprüsü karşısında olan Hamzaoğlu Mescidi. Şimdi Cuma kılınan büyük bir camii olmuş. Hocanın evi oraya yakındı. Orada üç vakit imamlık yapıyordu. Bizim evimiz Mengene mahallesindeydi. Mengene Camii‘ne yakındı. Ben de o camide müezzinlik yapıyordum. Evimiz yakın olunca ben herkesten önce gelirdim.

Üç tane uzun rahle yaptırdık. Kitapları onların üzerine koyar okurduk. Arkadaşlarımızın hepsi zeki çocuklardı. Hocamız da gençti. Çok heyecanlı ve canlıydık. Emsile, Bina ve Maksud bitti. Arkasından doğrudan Avamil’e geçtik. İzzi ve Merah’ı okumadık. O günlerde Konya’nın çeşitli semtlerinde bazı hocalar Arapça okutuyorlardı. Batmanzâde, Nâsır Efendi, Cemil Efendi, İsa Efendi, Hacıveyiszade Hacı Mustafa Efendi, Tahir Hoca ve emsali hocalar kendi çaplarında arapça okutuyorlardı.

1950 seçimleri yapıldı. Demokrat Parti kazandı. Lâkin CHP’nin kalıntıları bürokratlar hala duruyorlardı. Giderayak halkı sıkıştırıyorlardı.

Polisler bastı

Bir sabah ders okumak üzere toplandık. Derse başlamadan önce Hocam; “Çocuklar… Biliyorsunuz bu memlekette Arapça okumak yasak. Konya’nın çeşitli semtlerinden bazı hocaları emniyete götürmüş ve mahkemeye vermişler. Biz de bu derslere biraz ara versek mi acaba? Ne dersiniz?” dedi.

O gün bizim Avamil dersimizin sonuydu. Yani o gün Avamili bitiriyorduk. Hocam’a: “Hocam! Zaten bugün Avamil bitiyor. Onu bitirelim sonra tatil edelim dedik. Hocam da uygun buldu. Ve biz o gün Avamil’in son dersini bitirdik. İ’rabla ilgili son cümle şöyleydi: “Hayır ve şer sadece O’nun tarafından gelen bir Zata tevekkül ettik.”

Biz bu cümleyi söyledik ve mescidin kapısı açıldı. İçeri girenler resmi polis, sivil polis, jandarmadan oluşan bir topluluk… Kelimenin tam anlamıyla basıldık. Neye uğradığımızı bilemedik, ne diyeceğimizi de bilemedik. Benim başıma gelen ikinci olay oldu bu. Birisi de köyde sıbyan mektebindeyken olmuştu. Onu o bölümde ifade etmiştim.

Efendim, kitaplarımızı topladılar, listesini yaptılar Hocamı ve arkadaşlarımdan Eğisteli Kerim’i kitaplarla beraber alıp cipe bindirip emniyete götürdüler. Ekip de onlarla beraber gitti. Polislerden birisi bizi önüne kattı, elinde tabancasıyla bizi yaya olarak çarşının içinden halkın korku dolu bakışları altında emniyete getirdi. O zaman da emniyet şimdiki Vilayet binasının altındaydı.

Bir odaya bizi tıktılar. Birine de Hocayı koydular. O gün akşama kadar orada bekledik. Savcının gelmesini beklemişiz. Savcı da kasıtlı olarak gelmesini geciktiriyordu. Bir taraftan acıktık, diğer taraftan WC’ye gitmemiz icap ediyor. WC birinci katta. Biz bodrumda duruyorduk. İhtiyacı gelen bir arkadaşımızı polis tabancasıyla götürüp getiriyordu.

Hocanın ifadesini aldılar. Bize bir şey sormadılar. Akşam olunca bizi bıraktılar. Biz de evimize geldik. Hocayı mahkemeye verdiler. Evet hocayı mahkemeye verdiler ve konuşmasını yasakladılar. Hoca kürsüye çıkamaz oldu. Konya karıştı.

Seçimler yeni yapılmıştı. 1950 seçimini Demokrat Parti kazanmıştı. CHP kaybetti. Lâkin CHP devrinin bürokratları henüz işbaşındaydı. Ne isterlerse yapıyorlardı. Taşrada halka olanca zulmü reva görüyorlardı. Giderayak ne yaparsak kâr diyorlardı.

Menderes dönemi

Vali başta olmak üzere bütün eski ve yüksek dereceli bürokratlar alındı. Yerlerine yeni ve demokrat zihniyetli kişiler getirildi. Halkta içten içe bir kaynaşma ve dalgalanma oluşmuştu. Bu hareketle halk sükunete geçti. Gerçekten de çok önemli ve güzel gelişmeler meydana geldi.

Hocam tekrar konuşmasına başladı. Taşlar yerine oturuyordu. Biz arkadaşlarla görüştük. Acaba Hocamız bizi tekrar okutmaya başlar mı diye. Üç arkadaş gittik, ziyaret ettik. Ve meselemizi anlattık. “Hocam biz
okumak istiyoruz, derslere ne zaman ve nerede başlarız?” diye sorduk. Hocam; “Çocuklar biliyorsunuz büyük hadiseler atlattık. Ama deşifre olduk. Şu anda devletin emniyeti gece gündüz beni takip ediyor. Bu şartlar altında tekrar sizleri okutamayacağımı görüyorum” dedi.

“Hocam bu işi son derece gizli yapabiliriz” dedik. “Fakat arkadaşlar yerlerin kulağı var bu gizli kalmaz” dedi. Biz de tekrar ısrar ettik. “Ne yaparsan yap buna bir çare bul hocam dedik. Hocam merhum, Allah bilir ya, bizi başından uzaklaştırmak için; “O zaman Es’âd Erbîlî’nin Kenzü’l İrfân” isimli bin bir hadisini bana beş gün içerisinde ezberleyip gelin göreyim” dedi.

Biz büyük bir heves ve moralle gittik. Allah’a şükürler olsun ki üç arkadaş Kenzü’l İrfan’ı üç gün içinde ezberleyip Hocaya gittik. Hoca bizi görünce; “Ne oldu?” diye sordu. “Tamam hocam geldik bizi dinleyebilirsin, ezberledik” dedik. Hoca şaşırdı inanamadı. Biz de kendisine; “Buyur hocam dinle” dedik. Kitabı verdik. “Durun çocuklar” dedi.

Hoca ağlamaya başladı. “Çocuklar zaten sizdeki cevheri ben daha önce tespit etmiştim. Boşa gitmenizi istemem. Lâkin şartlar ve Türkiye’nin durumu hiç iyi değil. Beni anlayışla karşılayın, ben bundan sonra bu ders okutma işini yapamayacağım” diyor ve ağlıyordu. Biz de çok hüzünlendik ve oradan ayrıldık.

Kaynak: Hasan Hüseyin Varol, Yaşadıklarım ve Gördüklerim, s. 87- 90

İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Kur’an öğretiminin ve ilim tahsilinin yasak olduğu yıllarda takibata uğrayan ve baskı altında tutulan bir çok hoca gibi merhum Tahir Büyükkörükçü hocamız sırf ilim öğrettiği için karakollara götürülmüş ve çeşitli baskılara maruz bırakılmıştı. Hocaları ile birlikte karakola götürülen küçük çocukların yaşadıkları bu sahneyi gözümüzde canlandırdığımızda o günlerin ne kadar zor bir dönem olduğunu hissedebiliyoruz. Merhum Tahir Büyükçü Hocamıza da kim bilir ne tehditler ne işkenceler yaptılar ki Hocamız canı kadar sevdiği talebelerini ağlayarak reddetmek zorunda kaldı. Gönlü imana ve Kur’an’a hizmet aşkıyla yanıp tutuşan bir hocayı böylesine ağlatan bir zulmün boyutlarını varın siz düşünün. Cenab-ı Allah o zor dönemleri yaşayan büyüklerimize, hocalarımıza, alimlerimize rahmet eylesin. Bizlere de bir daha böylesi zulümleri yaşatmasın. Amin.

Hatıra Arşivi ↗

Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.

İyi Haberler ↗

İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayınız.

Şunlara Gözat

Mutluluk bir sırdır…

Mutluluk mutsuzluğun içinde bir sırdır. Mutsuzluk da mutluluğun içinde bir sırdır. Daimi mutluluk yoktur. Yedi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.