Askere 2006 yılında 30 yaşında iken gittim. Gitmeden önceki tek endişem namazlarımı ikame edip edemeyeceğim idi. Müslüman bir ülkede ben askerlik yapmaya gidiyordum ama namaz kılıp kılamayacağım noktasında endişem vardı.
Bunun için cebimde namaz kılacağım seccadem olmalıydı. Askere gitmeden önce Battal boy siyah kalın poşet satın aldım. Onu kamuflajın pantolonunun yan cebine sığacak şekilde katladım. Seccadem hazırdı. Askeriyeye teslim olduğumuzun akşamı benim poşet seccade ilk kez kullanıldı.
Cep seccadesi
Namaz kılan arkadaşlarla koğuşun çamaşırhanesini mescid olarak kullandık. Daha sonra ilk çarşı izninde tecrübeli arkadaşlarla cep seccadesi aldık. Meğer piyasada muşambadan yapılma cep seccadeler varmış. Bu muşamba seccade beş ay beş gün bircecik arkadaşım oldu.
Hamdolsun bir vakit namazımız kazaya kalmadı. Fakat beş ay beş gün boyunca cuma namazı kılamadık. Sanki esir gibi. Niye mi? Koskocaman kışlada bir sürü bina yapılmıştı ama bir mescid inşa edilmemişti. Niye mi? Çünkü bizim kışla 28 Şubattan sonra yapılmıştı.
28 Şubatı izleyen yıllarda yapılan kışlalarda mescid inşa etmek yasaklanmıştı. Cuma saatlerinde cuma salâlarını duymaya başladığımızda gözümüz yaşarır gönlümüz dolardı. Şimdi o kışlaya da cami yapılmış. Gençler, askerde dahi namaza dikkat. Namaz bizim olmazsa olmazımız, alâmeti fârikamız…
İmanın izi
O yıllarda askeriyede dine karşı bir tavır vardı. Komutanların dine karşı mesafeli kimseler olduğunu zaten biliyorduk. Yine de her şey göründüğü gibi değildir. Bu topraklarda imanın izi mutlaka vardır. Bu iz ne kadar gizlenmeye çalışılsa da bazen ansızın ortaya çıkar, bazen insanın yaşadığı olaylarla gün yüzüne çıkar.
Askerlik yaptığım yerde kısa süre postalığını yaptığım bir albay vardı. Ketumdu, pek konuşmazdı. İlişkimiz imzaladığı evrakı yönlendirdiği mercie götürmek, çayını vermek, gazetesini getirmekten öte değildi. Mesai saati içinde diyalogumuz pek yoktu. İlahiyat mezunu olduğumu bilirdi sadece. Onu da ilk tanıştığımızda öğrenmişti.
Benim de onun hakkında pek bilgim yoktu. Sadece en son görev yeri olan doğuda önemli çatışmalara komutanlık ettiğini ve bir kaç sene önce eşini kaybettiğini biliyordum. İlk ve son samimi diyalogumuz izne çıkacağı gündü. Son konuşmamızdı. Çünkü o izinden döndüğünde benim askerlik vazifem bitecekti.
Son konuşmamız
İzne gideceği gün bana seslendi. Gel, konuşalım biraz dedi. “Sami, ben eşimi kaybettim. Şimdi memlekete gidiyorum. Biz çok ibadet edemiyoruz. Allah için bir şey yaptığımız yok. Memlekete gittiğim zaman bizim oralarda rahmetli için lokma dağıtacağım. Başka ne yapayım?” diye samimice hislenerek sordu.
Ben de; “Komutanım, Allah rahmet eylesin, geçmişlerimiz için yaptığımız her güzel işten onlar istifade ederler. Siz lokma dağıtacaksınız, bu güzel. Bununla birlikte onun için sadaka verirseniz, tasaaddukta bulunursanız daha da güzel olur. Sizlere hayırlı ömür dilerim” diye cevap verdim.
Sevindi; “Elbette onu da yapacağım, bana da çok dua et” diye karşılık verdi. Dediğim gibi, kim ne, nasıl olursa olsun, imanın izine sahip bu topraklarda. Kalp kararmadığı, mühürlenmesi için insan çalışmadığı sürece o iz muhakkak hayata gülümser. Gülümsemek lazım…
Sami Büyükkaynak/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.