Müslüman çocuklarının çoğunlukta olduğu bir okulda Belçikalı bir öğretmen öğrencilere; “Büyüyünce ne olacaksınız?” diye sormuş. Öğrencilerden kimisi öğretmen, kimisi mühendis, kimisi doktor vs. olacağım derken içlerinden bir tanesi: “Ben sahabe olacağım” demiş.
Tabii ki öğrencinin vermiş olduğu bu cevabı anlayamayan öğretmeni çok şaşırarak tekrar ettirmiş. Çocuk tekrardan; “Sahabe olacağım” demiş. Öğretmen sormaya devam etmiş: “O nasıl bir meslek dalı ki ben onun ismini daha önce hiç duyamadım, sen kimden öğrendin bu sahabe mesleğini?”
Çocuk açıklama yapmış: “Babam evde olduğu zaman annemle en çok sahabe konusunda konuşuyor, onun için ben bu sahabeyi çok seviyorum.”
Sahabe ne demek?
Öğretmen bu sefer sahabenin ne olduğunu bilen var mıdır acaba diye diğer öğrencilerine sormuş: “Sahabe nedir bilen var mı?” Cevap veren olmayınca çocuğa babasının yarın okula gelmesini söylemiş.
Ertesi gün çocuk okula babasıyla birlikte gelmiş. Öğretmen aynı soruyu çocuğun babasına da sormuş: “Sahabe nedir?”
“Sahabe Peygamberimizin arkadaşlarına denir” demiş babası. Öğretmen; “Peki onlar kimlerdir, neler yapmışlar ki siz evinizde sürekli onlardan bahsediyordunuz?” diye bir soru daha sormuş.
Türk arkadaş; “Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali radıyellahu anhüm” diyerek aklına gelen meşhur sahabelerin isimlerini sıralamış.
Öğretmen sorularına devam ediyormuş: “Peki, bu kimselerin özelliklerinden bazılarını bize anlatabilir misiniz?” Türk arkadaşa tam istediği gibi bir fırsat doğduğundan bu vesile ile tüm öğrencilere elinden geldiği kadarıyla sahabeyi anlatmış.
Hazreti Ebubekir’deki sadakati, Hazreti Ömer’deki adaleti, Hazreti Osman’daki hayayı, iffeti, Hazreti Ali’deki cesareti, ilmi, Musab bin Umeyri’n güzel özelliklerini, Enes bin Malik’in genç yaşta Peygamberimize yapmış olduğu hizmeti, Abdurrahman bin Avf’ın cömertliğini, Sad bin Muaz’ın hendek savasında yaptıklarını, Hazreti Nesibe Ana’nın Peygambere olan itaatinin doruk noktasında oluşunu, Hazreti Hatice annemizdeki sadakati, vefayı, cömertliği, Hazreti Fatıma’daki edebi, örnek anneliği…
Bir hediye
Bütün bunlar anlatılırken Belçikalı öğretmen pür dikkat dinliyormuş. “Bu anlattıklarınızı yazan bir kitap var mı?” diye sormuş.
Belçika’da Flamence konuşulduğundan Türk arkadaş kitapçılardan Flamence olarak sahabeyi anlatan bir kitap almış ve birkaç gün sonra kitabı öğretmene takdim etmiş. Buna çok memnun olan Belçikalı öğretmen: “Kitabı en kısa zamanda okuyup size geri vereceğim” demiş.
Arkadaş kitabı hediye olarak getirdiğini söyleyince bu davranış öğretmeni daha çok sevindirmiş. Avrupalılar neredeyse her saniyelerini kitapla geçirdikleri için belki de kitap gibi hediyeler onlara verilecek en güzel hediyedir.
Belçikalı öğretmen arkadaşı bir hafta sonra tekrar çağırtmış. “Bana Peygamberinizin arkadaşlarını anlatan bir kitap getirdiniz, fakat Peygamberinizi anlatan bir kitap neden getirmediniz, onu da çok merak ediyorum?” demiş.
Bu sözler bizim Türk arkadaşı çok sevindirmiş, hemen oradan ayrılmış ve her camide bulunan peygamberimizi anlatan bir kitap ile Flamenceye çevrilmiş bir Kur’an getirmiş.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra öğretmen arkadaşı tekrar çağırtmış ve beraberce bir lokantaya gitmişler. Orada öğretmen, arkadaşa çeşitli şeyler ısmarlayarak ikramda bulunmuş ve anlatmaya başlamış:
“Peygamberinizi okurken çok etkilendim, ne kadar zulüm yapmışlar o insana! Doğduğu, büyüdüğü Mekke’den onu çıkarmışlar. Daha sonra Medine’de sevenleri çoğalmış, çeşitli savaşlardan sonra nihayet Mekke’nin fethi olmuş. Ben Mekke’nin fethini okuyunca kendi kendime ‘Herhalde şimdi çeşitli mahkemeler kurarak bu insanları tek tek idam eder’ diye düşündüm. Okumaya devam ettiğimde hiç de benim düşündüğüm gibi bir şey yapmadığını gördüm. Onları yani Mekkelileri huzuruna çağırmış ve onlara: ‘Size nasıl bir ceza vermemi istersiniz?’ diye sormuş. Onlar da: ‘Senin anneni, babanı, dedeni tanırız; sen asil bir insansın, merhametli, cömert bir aileden geliyorsun; sen bizleri affedersin’ cevabını vermişler. O da onlara katıldığını belirtmiş: ‘Evet ben de aynen böyle düşünüyordum. Hepinizi affediyorum, şimdi evlerinize gidip istediğiniz gibi istirahatlerinizi yapabilirsiniz.’
Ben bu cümlesini okuyunca güneşin karşısında eriyen buz misali benim içimde olan İslam düşmanlığını eritmiş oldu. Ondan sonra Kur’an’ı incelemeye başladım. Biz sizleri Hazreti İsa’yı sevmeyenler olarak bilirdik, Kur’an ise bütün peygamberlere imanı eşit sayıyor ve Hazreti İsa’nın ismini de birçok yerde zikrediyor, hatta onun annesi Meryem’i sayfalarca anlatıyor. Bütün bunlardan sonra son olarak düşündüm ve Müslüman olmaya karar verdim.”
Bu sözleri duyan Türk arkadaş ağlamaya başlayınca Öğretmen şaşırmış: “Sizi üzecek bir şey mi söyledim, niçin ağlıyorsunuz?” demiş. Arkadaş da “Hayır, üzmediniz, bilakis çok sevindirdiniz; bunlar sevinç gözyaşları… Bizim inancımıza göre cehennemi söndürecek olan Allah için akıtılan gözyaşlarıdır” demiş. Bundan sonra birlikte bir imama gitmişler ve Belçikalı öğretmen imam ile birlikte kelime-i şehadet getirmiş ve iman etmiş.
İftar öncesi
Bu hikâyeyi 2010 yılı Ramazan ayında seminerler vermek amacıyla gittiğim Belçika’da arkadaşlarla iftardan önce sohbet ederken, ömrünü İslam’a hizmet etmekle geçiren değerli bir dostum anlatmıştı. İftar sofrasının başındaydım ve o an aklımdan neler geçmedi ki…
Helal süt ile çocuk yetiştirmek, anne-baba olduğunun farkında olup çocuğunun midesini helal ile koruduğu gibi kulağından girenlere dikkat edip beynini de korumak, onun yanında ibadet ederek ona ibadet alışkanlığını kazandırmak, dolayısıyla evi tam bir eğitim merkezi haline getirmek ve sonunda da Belçikalı bir öğretmenin imanına vesile olmak… Sıradan bir insan değil, günde yüzlerce genç insanla ilişki kuran bir öğretmenin iman etmesi ne demek! İşte anne, işte baba!
Kimileri televizyon karşısında yorulana kadar dizi izleyip o dizisine göre yatağına yatarken, kimileri dinini-diyanetini, sahabesini öğretmenin gayreti ile yaşar ve akşam dizisine göre değil, dinine göre yatağa girer; sabah da işine-aşına göre değil, Allah celle celaluh’un dediği sabah namazına göre yataktan kalkar. Böyle evde bereket, huzur olmaz mı? Ne güzel demişler: “Üç sabah erken kalkan bir gün kazanmıştır. Günün sonu sabahından, yılın sonu da baharından bellidir.” Şair ne güzel demiş:
Seher oldu öter kuşlar
Lisanıyla zikre başlar
Hu çekiyor dağlar taşlar
Ne yatarsın gaflet ile
Her hafta bir sahabenin hayatını okumuş olsaydık, yılda 52 hafta olduğuna göre bir yıl boyunca neler öğrenmiş olurduk neler! Böylece evlerimizdeki küçük beyinler de sahabe olmaya talip olmuş ve büyük sevdaların peşine düşmüş olurdu.
Evimizde futbolcudan, tiyatrocudan, şarkıcıdan çok sahabe isimlerini konuşalım, anlatalım. İşte o zaman gerçek mutluluğu yakalamış oluruz. Böylece evlerimizdeki yavrularımız da gül gibi yetişmiş, bizler de sahabe hayranı evlatlar, torunlar yetiştirmiş oluruz.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
BENZER İÇERİKLER
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.