Hazreti Âdem’den Peygamber Efendimiz’e kadar ki ilâhi dinin gönderiliş amacı din, akıl, mal, can ve nesil-namus emniyetini garanti altına almaktır. Şayet bu emniyetler bir yerde garanti altına alınabiliyorsa orası Müslümanların “medinesi” olmaya hak kazanmıştır.
Peygamberler ve Peygamberimiz böyle bir esenlik/ selam yurdu kurabilmek için gece gündüz cihad etmişlerdir. Kimi peygamber bu selam yurdunu kurduğu gibi kimi de kuramamıştır. Peygamberler bile kurdukları yurtların kimliği ile değil de cihadlarının keyfiyetine göre derece kazanmışlardır. Müslümanlara da derece kazandıracak olan ibadetlerin başında cihad gelmektedir.
Sürekli cihad
Cahiliye denilen ve Allah’ın emirlerinin hiç hesaba katılmadığı bir topluma peygamber olarak gönderilen Hazreti Muhammed sallellahu alleyhi ve sellem, bitmeyen gayreti ve örnek bir çalışmayla toplumunu cahiliyeden İslâm’a dönüştürmüştür. İslâm toplumunda emniyetler tesis edilip istikrar sağlandıktan sonra da bir daha kazanımlarını kaybetmemek için sürekli cihad etmişlerdir. Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem ve sahabe vakitle mukayyet olmaksızın hep seferi bir hayat sürmüşlerdir. Cihaddan kopmamışlardır. Hazreti Peygamber’in sünnetine sadık kalarak cihadı farz bilen İslâm toplumları da varlıklarını geçen yüz yılın başlarına kadar sürdürmüşlerdir.
Geçen yüz yılın başından beri ise hâkimiyet alanlarını kaybederek dünyanın düzenini kâfirlere terk eden Müslümanlar, hayatın birçok alanlarında gerileme yaşamışlar; kimliklerini bile kaybetmişlerdir. Keyfiyetini ve kimliğini kaybederek batılılaşmaya entegre olan bu kitlenin Müslümanlığı da elbette tartışmaya açıktır. Şimdilik kaydıyla böyle bir tartışmaya girmeyeceğiz. Fakat bu tartışma yapılıp da neticesine göre itikadi bir tecdit yaşamadan da öze dönüş ve yeniden İslâmi kimliği kazanmak mümkün değildir.
Müslümanlar hâkimiyet alanlarını kaybedip siyasetteki etkinlikleri yok olunca, emniyet alanlarının tamamını yitirdiler. Din emniyetinin olmayışı mal ve namus emniyetinin yok oluşunu doğurduğu gibi, mal, akıl ve namus emniyetinin yokluğu da din emniyetini ortadan kaldırmıştır. Söylemek istediğimiz şey; İslâm’da emniyetler al ve akyuvarlar gibi birbirine girmiş vaziyettedir. Birisi olmadan diğeri de olmuyor. Siyasi etkinliğin önemi ortada iken Müslümanlara ruhban ahlakını empoze edip onları yönetim bilincinden soğutarak dünya sisteminin bir dişlisi hâline getirmek en hafif şekliyle İslâm’a ihanettir.
Yönetim bilinci
İslâm toplumları yönetimdeki hâkimiyetlerinin sona ermesiyle beraber hayatın öznesi olmaktan çıkmışlardır. İş hayatlarından tutun da aile hayatlarına kadar edilgen hâle gelmişlerdir. Artık, batılılar gibi giyiniyorlar, onlar gibi eğlenip din dışı bir hayatı tercih edebiliyorlar. Böyle bir hayatın beraberinde gelen ahlaki dejenerasyonla beraber cinsel açıdan yaşanan anarşi sayesinde nesiller bozuldu ve Müslüman aile yapısı çökmeye başladı.
Ailenin ve neslin bozulması sadece Müslümanların değil bütün insanlığın meselesidir. Bozulmanın uç noktasını yaşayan Batı’da “ensest” ilişkiler korkunç noktalara ulaşmıştır. Bu çirkin hastalık Müslümanlara da sirayet edebilir. Yangın bacayı sarmadan çözüm aramak akıllı kimselerin ve toplum önderlerinin birincil görevleridir. Bütün bu meseleler bizi cihad üzerinde daha fazla yoğunlaşmaya sevk etmelidir. Cihadın anlamını ve önemini kavramak Müslümanlar için hayati derecede öneme sahiptir.
Dinin ayakta kalması ve gelecek nesillere taşınması cihadla mümkün olduğu için cihad diğer ibadetlerden daha önemlidir. “İmandan sonra amellerin en makbulü Allah yolunda cihaddır.”1 buyuran Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “cihadın İslam’ın zirvesi/ direği”2 olduğunu söylemiş; “cihad etmeden, cihad etmeyi içinden bile geçirmeden ölenlerin münafıklıktan bir şube üzerine öleceklerine”3 dair uyarıda bulunmuştur. Bu hadisle Peygamber Efendimiz, cihada bakışın niteliğinin Müslüman ile münafığı ayıran bir kıstas olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Cihad, infakla beraber cennetin iki anahtarından biri sayılmıştır.4 Velev ki “deve sağımı kadar kısa süreli yapılsa bile, o kişinin cehennemlik olmasının imkânsız olacağına”5 işaret eden Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, mücahidin İslam düşmanlarına karşı safta bir anlık duruşunun altmış yıllık (nafile) ibadetten daha faziletli olduğuna6 atıfta bulunmuştur. Değil fiili olarak katılmak, bu uğurda “ayağı bile tozlanana cehennem ateşinin haram kılındığı”7 müjdesini vermiştir.
Temel bir ibadettir
Cihad temel bir ibadettir. Cihad, risaletin hemen başında, namazla beraber ilk teşrî’ kılınan ibadetlerdendir. Diğer ibadetlerin kabul şartları olan; niyet, ihlas ve sünnete uygunluk cihad için de geçerlidir. Sadece Allah rızası için yapılır ve sebepsiz yere cihaddan muafiyet için izin istenilmez. Müslüman bir şahsiyet bu konuda şu ayetle muhatap olduğunu derin derin tefekkür etmelidir: “Şartlar zor da kolay da olsa (çağırıldığınızda veya şartlar oluştuğunda) mutlaka seferber olunuz. (Zulüm ve kötülüklerin kökünü kazıyıp yeryüzünde adâlet ve huzuru egemen kılmak için) Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihada koşun! Eğer bilirseniz, sizin için en hayırlısı budur.”8
Ayetten çıkan anlam şudur: “Hoşlansanız da hoşlanmasanız da, zengin de olsanız fakir de, teçhizatınız çok da olsa az da, şartlarınız uygun olsa ya da olmasa, genç ve sağlıklı da olsanız, hasta veya yaşlı da, istekli de olsanız isteksiz de mutlaka cihad etmelisiniz.”9 Yani böyle bir seferberlik nefsinize ve aklınıza yatsa da yatmasa da yerine getirmeniz gereken bir vecibedir.10
Ancak mazeret sahipleri muaf olabilirler ki ayette bu konu şöyle belirtilmiştir: “Gözleri görmeyen, eli ayağı tutmayan veya ağır bir hastalığa yakalanmış olan kimselere, (Allah yolunda savaşa katılmamalarından dolayı) herhangi bir sorumluluk yoktur. (Bu konuda genel kaide şudur:) Kim (gücü ve imkânları ölçüsünde) Allah’a ve Elçisine itaat ederse, Allah onu, içerisinde ırmaklar çağıldayan cennet bahçelerine koyacaktır; kim de (bilerek ve isteyerek itaatten) yüz çevirirse, onu da can yakıcı bir cezaya çarptıracaktır!”11
Cihad kesintisizdir
Cihad diğer ibadetler gibi vakitle mukayyet; haftalık, aylık, yıllık aralıklarla yapılan bir ibadet değildir; daimîdir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, cihadın önem ve faziletine şu hadisiyle vurgu yapmıştır: Allah rızasını bir tarafa bırakıp dünyalık ve ganimet elde etmek için cihad etmek şu ayette ifade edildiği üzere münafıkların davranışıdır: Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar: ‘Bırakın biz de arkanıza düşelim’ diyeceklerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar size: ‘Bizi kıskanıyorsunuz’ diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir.”12
Ayette ifade edildiği üzere daha önce savaşa katılmayan münafıklar, galibiyet ve ganimet garantisi olan bir savaşa katılmak isterler. Hâlbuki ibadetler dünyevi çıkarlar için yapılmaz. Bu bağlamda bilinmeli ki sadece ganimet ve menfeat temin etmek için cihad edenler ancak münafıklardır. İmanı kâmil olan hiçbir kimse cihadın aleyhinde konuşmadığı gibi amel bağlamında da onu ihmal edemez. Cihada olumsuz bakıp korkak davrananların da münafıkların ta kendisi olduğunu Rabbimiz şu ayette beyan buyurmuştur:
“İnananlar ‘Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı!’ derler. Fakat hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık bulunanların sana ölümden bayılıp düşen kimsenin bakışı gibi baktıklarını görürsün. Oysa onlara düşen: İtaat etmek ve güzel söz söylemektir. İş ciddiye bindiği zaman Allah’a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.”13 Bu ağır hükümlerin altında kalmamak için Müslümanların belirli ilkeler dâhilinde ve usulüne uygun olarak sadece Allah rızası için cihad etmeleri farzdır.
Cihad farzdır
Cihadın farziyeti kitap ve Sünnetle sabittir. Farziyetini inkar eden kâfir olur. Özünde, “Allah celle celaluh için çalışma” olduğu için cihad, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in peygamberlik görevi ile beraber başlamıştır. Cihadın bir türevi olan “mukatele”nin Medine döneminde farz olmasına bakarak, genel anlamda cihadın Medine’de farz olduğunu söylemek, Kur’an-ı Kerim’deki hakikatlerle çatışır.14
Cihadın Medine döneminde farz olduğunu iddia etmek peygamberlik misyonuna da aykırıdır. Cihad, Mekke döneminde farz olmuştur ve Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem de bu ibadetin farz olmasıyla beraber cihad etmeye başlamış, insanları Allah’ın dinine çağırmıştır. Cihad ibadetiyle bu ibadeti yapan kimsenin kazanmış olduğu nitelik arasında büyük bir ilgi vardır.
Cihadın farz-ı ayın veya farz-ı kifaye olması konusuna gelince, bu konu geçmişte fukaha arasında tartışılmıştır. Geçmiş fukaha döneminde Müslümanların emniyetleri garanti altına alındığı gibi, bu emniyeti sağlayan siyasal hakimiyet de mü’minlerin elinde olmuştur. Kısacası, mü’minlerin velayetini yine mü’minler üstlenmiştir. Üzerlerinde bir kafir sultası olmadığı gibi hukukun dayanakları da Kur’an ve Sünnettir.
Bu vasıflarla donanan bir siyasada, emir makamındaki kimseler hem dinin gönderiliş amacı olan emniyetlerin muhafazasında, hem hayatı vahye göre anlamlandırmakta, hem de insan ile İslam arasına giren engelleri ortadan kaldırmakta gerekli çalışmayı ve titizliği göstermişlerdir. Haliyle, böyle bir siyasada cihadın en büyüğünü devlet görevlileri yaptığı için Daru’l-İslam’ın mensubu olan Müslümanlara cihad tabii ki farz-ı kifayeydi.
Şimdi Farz-ı ayn
Fakat durum, yukarıda anlatılanların tam karşıtı ise; hâkimiyyet makamında olanlar Kur’an ve Sünnet’in istediği gibi Müslüman değil, hukukun kaynağı olarak vahye değer verilmeyip İslam hesaba katılmıyor; din, can, mal, akıl ve namus emniyetleri yoksa; başta Amerika olmak üzere batı medeniyeti Müslümanların hücrelerine kadar girip hayatlarına anlam verebiliyorlarsa; küfrün etkinlik alanını aleni ve sinsice artırmasından dolayı insanlar potansiyel bir inkar durumuyla karşı karşıya ise, işte o zaman cihad da farz-ı ayın olur. Özellikle de “nefiriâm” denilen umumi seferberlik halinde tam bir farz-ı ayındır. Hele de Müslümanların toprakları işgal altında olursa ki yüz yıllardır topraklarımız işgal edilmektedir; bu durumda cihad Müslümanların tamamına farz-ı ayın olur.15
Bu konuda Mevdudi şöyle söyler: “Din kişinin kendi ülkesinde yenik bırakılmışsa, Allah’ın dini terkedilip geçersiz kılınmışsa ve apaçık olarak haramlar, ahlaksızlıklar alıp yürümüşse, Allah’ın belirlediği çizgi çiğneniyorsa veya kişinin yurdu İslam yurdu olmuş ama civar ülkeler tarafından yıkılma tehlikesi varsa bu gibi durumlarda bu çalışma farz-ı kifaye değil, tam bir farz-ı ayn olur.”16
Her Müslümanın yaşadığı bölgeyi bu kriterler çerçevesinde değerlendirip selim bir karar vermesi gerekir. Kendimiz adına şunu söyleyebiliriz; hayat dine göre anlamlandırılmıyor, hayatın genişlik alanında İslam adeta yok sayılıyor, başta din emniyeti olmak üzere emniyetlerin tamamı ihlal ediliyor ve İslam Coğrafyası işgalin bütün şekillerini yaşıyor.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Nesai, Cihat, 25, h.no: 17, c.VI, s.19.
2 Ahmed, Müsned, c.V, s.234.
3 Nesai, Cihat, h.no: 2, c.VI, s.8.
4 Hâkim, Müstedrek, c.II, s.89-90.
5 Abdurrezzak, Musannef, c.V, s.253; Nesai, Cihat, 25, h.no: 25, c.VI, s.25.
6 Darimi, Cihat, 7, h.no: 2296, Beyrut, 1997, c.II, s.266.
7 Ahmed, Müsned, c.III, s.367.
8 Fetih 48/15.
9 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c.II, s.216; Maturîdî, Te’vilât, c. v, s. 376.
10 Maturîdî, Te’vilât, c. v, s. 377.
11 Fetih 48/17
12 Fetih 48/15
13 Muhammed 47/20-21
14 Şu ayetler cihadın Mekke döneminde farz olduğuna delildir. Bak: Müddessir 74/2-3; Şûra 42/39; Ankebut 29/3, 6, 69; Şuara 26/214; Furkan 25/52; Nahl 16/125; Yunus 10/104; Lokman 31/17.
15 el-Ganemî, Abdu’l-Ganî, el-Lübab fî Şerhi’l-Kitap, c.III, s.242
16 Mevdudi, er-Resail ve’l-Mesail, c.III, s.379.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.