Emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker çok zevkli bir iştir. Yani iyilikleri öğretmek ve kötülüklerden insanları kurtarmak için gayret etmek, insanların yararına yapılacak en güzel işlerdendir. Yurt içinde ve yurt dışındaki gezilerimde bunun güzelliğini çok kere müşahede ettim. Şimdi sizlere yaşamış olduğum bir kaç ilginç hatıramı yazarak bu işin güzelliğini anlatmaya çalışacağım.
Yeni tanıştığım İsviçreli Daniel kardeşim bir gün bana şunları anlattı: “İman ettikten sonra dostlarımı, akrabalarımı, hatta nişanlımı bile kaybettim. Patron beni işten çıkardı, işsiz kaldım. Cami inşaatında çalışırken kolum kırıldı. Hastanede o hâlimle emr-i bi’l maruf yaptım. Çok çile çektim ama hiçbirine üzülmedim. Fakat şu Müslümanların başsız olması, paramparça olması, yıllarca namaz kılanların Kur’an okumayı bilmemesi beni çok üzüyor.”
Ben de ona şöyle dedim: “Daniel kardeş, senin imanın sahabenin imanına benzemiş, çektiklerin bu devrin Bilal’i yapmış seni. Söylediklerinin altına imzamı atıyor, seni gözlerinden öpüyorum.” Düşünebiliyor musunuz? Mühtedi kardeşimiz bunca sıkıntıya rağmen emr-i marufu terk etmemiş. Rabbim bize de böyle güzel bir emr-i maruf aşkı versin.
Münkerden alıkoymak
Fakat iş emr-i marufla bitmiyor, neh-yi münkeri de ihmal etmemek gerekir. Bunun örneği de Alman Usame kardeşimiz, buyurun size anlatayım. Yurtdışındaki gençlerin bir kısmı salonda maç izlerken ezan sesini duyan Usame televizyonun sesini kısar ve gençlere “Bu ses nedir?” diye sorar. Usame ile gençler arasında şöyle bir konuşma geçer: “Ezan sesi.”
– “Ezan ne demek?” der.
– “Müslümanları ibadete çağıran duyuru…”
– “Ya öyle mi? Demek Müslümanları çağırıyor, sizler Müslüman değil misiniz?”
– “Ne demek tabi ki bizler de Müslümanlarız.”
– “Söyleyin Allah aşkına siz nasıl Müslümansınız? İçi boş topun başından sizi kaldırıp Allah celle celaluh’un davetine götürmeyen iman, sizi cehennemden nasıl kurtaracak? Kapatın şu televizyonu, hep birlikte imanımıza Allah celle celaluh’u şahit tutmak için camiye gidelim.”
Bu bazı gençlerin hoşuna gitmese de televizyonu kapatıp gençler hep birlikte camiye gelince buna imam da şaşırır. Sanki Cuma namazı kılınıyormuş gibi büyük bir kalabalıkla ikindi namazı eda edilir. Doğrusu imrendim Usame’nin imanına ve tebliğ metoduna…
İki Fransız
Şimdi de sonradan Müslüman olan iki Fransız kardeşimle olan konuşmamızdan bahsedeyim. İman etme şerefine nail olmuş Fransız Selman sohbet saatime yarım saat kala yanıma geldi ve yarım yamalak Türkçesi ile bana: “Hocam sohbet konu nedir?” diye sordu. “Sen hangi konuyu istiyorsan onu konuşalım” dedim. “Hocam konu olsun iman. Sizin Türk Müslümanlar namaz yok, Kur’an yok, imtihan için dua çok, bunlar beni şaşırtıyor. Ben oğlan var, gelmiş bana diyor ki: ‘Baba ben ister iPhone 5.’ Ona dedim ki: ‘Kur’an okudun mu? Yok. O zaman sana var iPhone 3, ama Kur’an okursan namaz kılarsan, var sana iPhone 5.’” Fransız Selman kardeşimin bu sözleri beni gülümsetti. Bakar mısınız Fransız kardeşim, iman ediyor ve çocuklarını namaza böyle teşvik ediyor. Bu da bir emr-i maruf değil mididir?
Daha bunlar gibi ne güzel insanlar tanıdım, onları tanıdığıma hem sevindim hem üzüldüm. Onlar da olan bu hal ve davranışlar ben de yoktu imrendim, üzüldüm; ama onların iman şerefine ermiş olmalarına da çok sevindim. Rabbim bizleri taşıyan değil, yaşayanlardan kılsın! İşte onlardan birisiyle olan sohbetim de şöyle oldu:
Size bahsedeceğim diğer Fransız Müslüman kardeşim de Muhammed… “Hocam sana bir soru sorabilir miyim?” diyerek yanıma geldi. “Buyur Muhammed kardeş” dedim. “33 mü çok, 4 mü?” Şaşırdım; “Bu nasıl soru Muhammed, bunu bilmeyen mi var? Sen bırak bu şaşırtmacaları da asıl derdini söyle” dedim. Şöyle dedi: “Bak hocam Ramazan geliyor, Türkler camileri tıklım tıklım dolduruyor, 33 rekât namaz kılıyor, hem de sıcak mevsimlerde yorgun argın bir halde. Ne güzel! Fakat şu soğuk aylarda, uzun gecelerde sabah namazına niçin gelmiyorlar; doğrusu ben şaşırıp kalıyorum.”
“Muhammed kardeş, din adet haline gelirse şaşılacak çok şey görürsün. İbadetlerle adetler birbirine karıştı. Mevlid okumak veya dinlemek büyük bir ibadetmiş gibi görüldü. Cenazenin ardı sıra 7, 40 ve 52. günler diye birçok bidat uyduruldu. Çok şükür son zamanlarda birçok insan uyanmaya başladı. İnşallah gelecek günler daha iyi olur. Kur’an’ın, namazın, ibadetin bir ihtiyaç olduğu anlaşıldığı zaman insanlar da değişmeye başlar; işte o zaman Allah celle celaluh da nimetini değiştirir.”
Uykularınız kaçmıyor mu?
Bir de Türk kardeşimizle olan hatıramı anlatayım. Almanya’da bir grup insan ile sohbet ederken bir genç kardeşimiz: “Hocam beni hatırladınız mı?” diye sordu. “Simanız yabancı değil, fakat isminizi hatırlayamadım” dedim. “Hocam sizinle tanıştığımız gece sabaha kadar uyuyamamıştım” dedi. “Hayırdır, sizi kıracak bir şey söylememişimdir inşallah! Neden uykunuz kaçmıştı?” diye sorunca şunları anlattı:
“Hocam sizinle tanışma esnamızda, ben mühendis olarak kendimi size tanıtırken arkadaşlar hafız olduğumu da eklemişlerdi ve bundan sonra sizinle aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:
– “Hafızlığınız duruyor mu, yoksa kayboldu mu?”
– “Elhamdülillah duruyor.”
– “Peki, talebe okutuyor musunuz?” diye tekrar bir soru sorduğunuz zaman benim biraz da utanarak:
– “Hayır, okutmuyorum” cevabım üzerine siz bana çok ilginç bir cümle söylemiştiniz:
– “Neymiş söylemiş olduğum o ilginç cümle, doğrusu ben de merak ettim.”
– “Bana, ‘talebe okutmuyorsunuz, peki geceleri rahat uyuyabiliyor musunuz?” demiştiniz. Ben o an sanki beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Eve gittikten sonra yatağıma yattım, gece boyunca sağa sola dönüp durdum, ancak sabaha kadar uyuyamadım. Kendi kendime, “Sen hafız bir Müslüman olarak, Avrupa’nın ateşi içerisindeki gönüllere şifa olacak Kur’an’ı Allah’ın kullarına öğretmeden nasıl yatağına girersin?” şeklinde sorular sordum ve sonunda bir karara vardım. Ertesi gün hemen cami hocamızın yanına gelerek ona talebe okutmak istediğimi söyledim. Şimdi ise 20’ye yakın talebeye Kur’an dersi veriyorum.”
Genç kardeşin omzuna elimi koydum ve: “Şimdi nasıl iyi uyuyabiliyor musun?” dedim gülerek. “Vallahi, hem de vicdanım çok rahat bir şekilde uyuyorum. Allah sizden razı olsun” dedi.
Yeriniz boş kalmış
Yurt dışından bir kaç hatıramı anlattım. Şimdide kendi yaşadığım şehirden bir hatıramı anlatmak isterim. İkindi namazını mahalle camisinde kılmıştım. Hava çok sıcaktı, üzerime büyük bir ağırlık çökmüştü. “Eve gitmektense Ulu Cami’ye kadar gideyim, belki Rabbim bizi bir hayra vesile kılar” diye düşünerek yürümeye başladım.
Karşıdan bir esnaf kardeş geliyordu ve ben o kardeşi şimdiye kadar camide hiç görmemiştim. Selamlaşıp hal-hatır ettikten sonra ona bazı zaman yaptığım latifeyi yaptım: “Caminin sol tarafında boş bir yer var. ‘Burası kimin yeri, neden boş?’ diye cemaate sordum, sizin isminizi söylediler. Ya gelin yerinizi doldurun ya da yerinize bir vekil gönderin” diye arkadaşa takıldım.
Arkadaşın renginin değiştiğini görünce de hemen: “Kusura bakmayın latife yapmak istedim” diyerek özür diledim ve yanından ayrıldım. Ertesi gün camiye gittiğimde arkadaşın en ön safta oturduğunu görünce çok sevindim. Namazdan sonra yanıma geldi. “Nasıl yerim hala boş mu?” dedi. “Gelip doldurmuşsunuz, artık boş olur mu?” dedim. Bunun üzerine şunları söyledi:
“Geldim gelmesine ama nasıl geldiğimi bir de bana sorun. İnanır mısınız sizinle konuştuktan sonra ‘artık ben de namaz kılmalıyım’ diye düşünmeye başladım, fakat nefsim beni rahat bırakmıyordu, sabaha kadar nefsimle mücadele ettim. ‘Hele dur ilerde kılarsın. Hem sen esnafsın, eşin, dostun var… Bazen özel toplantılara katılıyorsun, hem namaz kılacak hem de içkini nasıl içeceksin?’ diye nefsim benimle mücadele ediyordu. Sabaha yakın nefsimi yendim: ‘Adi nefis, sen ne dersen de; artık içki de içmeyeceğim, namaza da başlayacağım, Kur’an da öğreneceğim’ diyerek abdestimi aldım, camiye gelmek için yola çıktım. İnanır mısın, evimden camiye kadar hem ağladım hem de sana dua ettim.”
Ahmet Bey’i dinlerken ben de sevincimden ağlamıştım. “Ya Rabbi, benim gibi bir âcizi bir baltaya sap yaptın ya, sana sonsuz şükürler olsun!” diyerek eve gittim ve secdeye kapanıp şükür secdesi yaptım. Şimdi Ahmet Bey beş vakit namazını kılıyor. Haccını, umresini yaptı ve çeşitli İslami faaliyetlerin de içerisinde bulunuyor. Nerede karşılaşsak bana o günü hatırlatır ve şöyle der: “Benim camideki yerim dolu fakat boş olan arkadaşların ki nasıl dolacak? Şimdi ben de onlar için gayret ediyorum.” “Bir cümleden bir şey olmaz” demeyin… Gün gelir, bir cümleden çok şey olur.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.