
Bursa’da ilk tanıdığım değerli alimlerden birisi de Mustafa Çenteli Hocamızdı. Kendisi ile irtibatım tanıdığım günden beri hep devam etmişti. Bağrı yanık, gözü yaşlı bir insandı. Dünyaya değer vermeyen, mütevazi yaşayan, kibir nedir bilmeyen birisiydi. Çok hasta olmasına rağmen ziyaret edenlere nasihat ederdi. Bursa’nın Çenteli Hocası 17 Kasım 2023 tarihinde vefat etti.
Aslen Hataylı olup Bursa‘da ikamet etmekteydi. Hocamız görevde olduğu camide her namaz sonrası bir ayet-i kerime ya da bir hadis-i şerif açıklardı. Kısa öz mesajlar verirdi. Hocayı dinleyenler sohbetinin tadına doymazdı. Bilgili, birikimli bir hocaydı, Ayetlere hadislere vakıf olduğu için ezberinden naklederdi. Allah dostlarını sever ve onların yollarını takip etmeye çalışırdı.
İlim aşığıydı
Kendisi ilim aşığıydı. Bazen çeşitli konferanslarda karşılaşırdık. Bir seferinde kendisinden yaşça çok küçük bir hocanın konferansında karşılaşmıştık. “Hocam talebeniz mesabesinde birinin konuşmasına gelmişsiniz” dedim. “Allah herkese farklı bir kabiliyet vermiş. Bizim anlattığımız konuları o da farklı bir açıdan ele alıyor, benim de hoşuma gidiyor. İstifade ediyoruz” diyerek mukabele etti.
İnsanlara çok faydalı olmak isterdi. Ruhu’l Beyan tefsir okumaları yapardı. Ev sohbetlerine katılır, insanlara faydalı olmaya çalışırdı. Üç kişi de olsa bir kişi de olsa sanki kalabalığa anlatıyormuş gibi sohbetini yapardı. Sohbetlerinde samimi tavsiyeleri, nasihatleri olurdu. Nükteli sohbetleri çok güzel olurdu, meseleleri çok ince yerden yakalardı. Taşı gediğine koyardı. Mesela bir sarhoşla olan hatırasını anlatmıştı. Aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
– Hocam hayatınızda hiç içki içtiniz mi?
– Hayır hiç içmedim.
– Bir sefer bile mi ağzınıza değdirmediniz?
– Değdirmedim
– Tadını bir sefer bile mi merak etmediniz?
– Benim hayatım Kur’an kurslarında, camilerde geçti. Öyle bir hayatım olmadı. Haram olduğunu bildiğim için bir defa bile merak etmedim.
– İnsan bir kere tadına bakmaz mı hocam? Bir kere merak etmez mi? O zaman siz insan değilsiniz.
– Hele bir dur bakalım. Sen şu elimdeki kitabı görüyor musun? Bak bu Kur’an-ı Kerim’dir. Sen bu kitabı okuyabiliyor musun?
– Hayır hocam, Kur’an okumayı bilmiyorum?
– Peki bu Rabbimizin kitabıdır, bu nasıl okunur diye hiç mi merak etmedin?
– Etmedim.
– Hayatında bir defa bile mi merak etmedin?
– Etseydim öğrenirdim.
– Demek ki sen insan değilsin? İnsan Rabbimizin kitabını hiç merak etmez mi? Her şeyi merak eder de bunu merak etmez mi? Bundan sonra içkiyi bırakacaksın, geleceksin sana Kur’an öğreteceğiz. Önce onu okumayı öğreneceksin, sonra bununla kalmayacaksın içindekileri de hayatında tatbik edeceksin.
Haramlardan kaçın
İşte böyle lafı gediğine koyardı Çenteli Hocamız. Elmas gibi nasihatleri vardı. Ahir zaman şartlarında her yer günahlarla dolduğu için, bu zamanda evimizde oturup kendi halimizde yaşamamızın daha hayırlı olduğunu söylerdi. “Evinde otur, çeneni tut. Sadece kendi ailenle ilgilen. Emin olun ki evinde oturup kendi eşinle ailenle ilgilenmek dünyanın en güzel yerlerinde olmaktan daha hayırlıdır” diye nasihat ederdi. Sokakların halini bildiği için, dışarıdaki tehlikeleri bildiği için böyle derdi.
İlgili hadislerden delil getirerek, Allah Teâlâ’nın harama bakmayı terk eden kişinin kalbine bir nur ve bir iman koyacağını, o iman sayesinde kıyamete kadar mutlu olacağını, harama bakan kişinin ise sadece anlık bir keyif alacağını söylerdi. Haramların insanları korumak için olduğuna şöyle anlatmıştı: “Dünyanın en mutlu insanı İslamiyet’i en iyi yaşayan insandır. Haramlardan en çok kaçınan insandır. ‘Mayınlı tarladır girilmez’ yazan bir tarlaya girer misin? ‘Sen benim özgürlüğümü nasıl kısıtlıyorsun’ diyebilir misin? O tabela senin özgürlüğünü kısıtlamak için değil seni kurtarmak için konmuş. “
Haramların insanları ne kadar kötü durumlara düşüreceğini ise şöyle anlatmıştı: “Delikanlı birisi yeni bir araba almış, şehirler arası yolda giderken, kötü kadının birisi el etmiş. Durmuş; ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sormuş. Kadın; ‘Nereye dersen’ demiş. Beraber bir yere gitmişler. Ayrılırken kadın iki tane zarf vermiş. Giderken zarfı açmış bakmış ki birinci zarfta; ‘AİDS toplumuna hoş geldiniz’ yazıyormuş. İkinci zarfta da dolarlar varmış. Ama onların hepsi sahteymiş, cezaevine girmiş. Tabi çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş.”
Vakur bir hali vardı
Hocamızın hep vakur, ciddi ve murakabe halinde bir duruşu vardı. Daima kulluk şuurunda, uyanık bir hayat yaşardı. Allah’a samimi bir bağlılığı, Resulullah Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e derin bir muhabbeti vardı. Son zamanlarda bazı hastalıklar geçirdi fakat teslimiyet halinden hiç bir zaman taviz vermedi. Hastayken bile nasihatten geri durmazdı.
Kendisinde hiç kibir yoktu. Zamanında bazı nefis muhasebeleri yaptığını anlatırdı. Mesela eski zamanlardaki bir halini şöyle anlatmıştı: “Sohbet edenleri hiç beğenmiyordum. Çünkü benim Arapçam çok ileri seviyedeydi. Televizyonda spikerin anlattıklarını anında çeviri yapacak kadar Arapça biliyordum. Kur’an okuyanları beğenmiyordum çünkü hafızlığım da mükemmel idi. Kimseyi beğenmeme hastalığım yıllarca devam etti.
Bir gün kendime şöyle bir soru sordum; ‘Yıllardır bütün hocaları tenkit ediyorsun, söyle bakalım senin takdir ettiğin bir hoca yok mu?’ Bayağı düşündüm bütün sohbet edenleri, Kur’an okuyanları gözden geçirdim, en sonunda beğendiğim bir insan buldum. Kim biliyor musun? Meğer ki kendimi beğenmişim. İlmim bende kibir oluşturmuş. Öyle bir eyvah çektim ki artık kimsenin savcısı olmayacağım dedim. Nefsimin savcısı başkalarının avukatı oldum, çok rahat ettim.”
Hizmet ehliydi
Hocamız tam bir hizmet ehliydi. Emekli olduktan sonra da zamanını çok güzel değerlendirdi. Çok büyük bir külliyenin yapılmasına öncülük edenlerdendi. Kendi gözü gibi baktığı, adeta üzerine titrediği Kalemdar Külliyesi’nin tamamlanmasını göremeden vefat etti. Bu hizmette kendisini bir nefer olarak görüyor, hasta yatağına düştüğünde bile; “Ben bekçi başı görevimi devam ettireceğim” diyordu.
Son görüşmemizde artık yataktan kalkmaya takati kalmamıştı. Bu son ziyaretlerimizde gördük ki dilinden hamd kelimesi eksik olmuyordu. “Bunca nimeti veren, bir de hastalık vermiş, hastayım demeye utanırım” diyordu. Yine bir şükür haliyle; “Derdimi çok seviyorum, yıllarca okuyamadığım kitaplarımı tekrar okumaya başladım. Bundan büyük nimet olur mu?” diyordu. Ondaki imana hayran kalmıştım.
Ne güzel söylemiş şair: “Milk-i bekadan gelmişem, fani cihanı neylerem.” İşte tam da bu dizeleri hatırlatıyordu onun teslimiyet dolu bu hali… Ankara’da olduğum için Hocamızın son gününde yanında olamadım. Bursa’nın çok önemli bir değeriydi, maalesef onun da kıymetini bilemedik. Allah Teâlâ makamını cennet eylesin. Yerini İslam’a hizmet edecek kimselerle ile doldursun.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: İyi seviyede Arapça bilen, İslami ilimlere vakıf olan, hayatı irşad ve hizmet ile geçen değerli Mustafa Çenteli Hocamız 7 Kasım 2023 yılında vefat etmiş. Ne yazık ki muhterem yazarımız Geylani Akan hocamızın bu yazısı dışında hakkında bir şeyler yazılmamış. Oysa ki Ruhu’l Beyan dersleri olan, her konuştuğunda hikmetli konuşan, etkili nasihatler eden böylesi bir şahsiyetin değerinin daha iyi anlaşılması gerekirdi. Bursa Müftülüğü, Bursa Valiliği ve Bursa Belediyesi başta olmak üzere kurumların ve Bursa’daki sivil toplumun ilgisine konuyu arz ederim. Bu zatları unutmamak ve onlara karşı ilgili olmak hepimizin görevidir.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Allah Teâlâ rahmet eylesin.
Yaptığı hizmetler sâlih ameller olarak ahiret azığı olsun inşaallah.