“Göndermiş olduğumuz apaçık belgeleri ve (dosdoğru yola ulaştıran) hidâyeti, (Biz onları ilahi) Kitaplarda tüm insanlara açıkça bildirmemize rağmen (basit dünyevî çıkarları uğruna) gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edici (insanlar, cinler ve melek)ler lânet ederler!”1
Bu ayetin bir benzeri ise aynı suredeki şu ayettir: “Allah’ın indirdiği Kitabın herhangi bir hükmünü gizleyen ve onu, (âhiret nîmetlerine göre pek) küçük bir kazanç (olan servet, makam, şan, şöhret gibi dünyalık çıkarlar)la değişenler var ya, işte onlar, midelerine ateşten başka bir şey doldurmuyorlar! Diriliş Günü Allah, onlarla (rahmet lisanıyla) konuşmayacak ve onları (günah kirlerinden asla) arındırmayacaktır ve onlar için, (cehennemde) can yakıcı bir azap vardır!”2
Bu ayetler, âlimlerin görevlerini hatırlatmaktadır. İlmin bir emanet oluşuna ve asla gizlenmemesi gerektiğine işaret etmektedir. Bağlamında ve nüzul ortamında Yahudi bilginlerinin, Peygamber Efendimizin niteliklerini gizlemesi olsa da ayetin hükmü evrenseldir. Bundan dolayı İslâm’ın emirlerini ve yasaklarını gizlemek, insanlarla paylaşmamak en büyük günahlardan biridir; Allah Teâlâ’nın verdiği emanete ihanettir. Burada esas sorun bilgiyi yüklenmek olmayıp ilmin hakkını vermektir. Bu durum âlim kavramının doğru anlaşılması ve tanımının işlevsel olarak bilinmesiyle açıklığa kavuşabilir. Serlevhaya aldığımız ayet çerçevesinde önce âlim kavramının doğru cevabını bulmamız gerekmektedir.
Alim kimdir?
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, ümmetinin âlimlerinden olan Abdullah bin Mesud’a; “İnsanların en âlimi kimdir” diye sormuş ve edebinden dolayı Peygamber’e gerekli cevabı vermeyince Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, kendi sorusunu kendisi şöyle cevaplandırmıştır: “İnsanların en âlimi hakkı görendir.”3 Bu tanımlama bizlere hakkı görüp tabi olmakla, âlim kavramı arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koymaktadır. Hakkı göremeyen ve hakka karşı çıkan insanlara âlim demek tarihi bir yanılgıdır.
Hakkı görebilmek için Allah’ın “en-Nur” ve “el-Basir” isimlerinden gerekli payı en üst seviyede almak gerekir. Gönle ve zihne ilkâ edilen bu nur sayesinde insanlar hidayeti bulabilirler. Birçok şeyi bilip okumalarına rağmen hakkı göremeyen ve hidayete eremeyen oryantalistler, Allah Teâlâ’nın bu isminden zerre kadar pay almayan bedbaht kimselerdir. Sadece oryantalistler değil, Müslüman bir toplumda yaşayıp yetişmelerine rağmen İslâm’a onlardan daha çok zarar veren ve bilgiyi firavunların; dünya sisteminin taşeronluğunu yapan emperyalizmin işbirlikçisi siyasal otoritelerin saraylarına taş taşımak amacıyla kullanan yerli oryantalistlerin de bu isimden gerekli payı aldıklarını söylemek mümkün değildir. Onlar bilgiyi firavunların iktidarları için kullanmaktadır.
Kur’an bizlere Hazreti Musa kıssasını anlatırken onun hâkimiyet mücadelesi verdiği ve siyasal iktidarın temsilcisi olan Firavun’dan da çok bahsetmiştir. Kur’an’dan öğrendiğimize göre firavni sistemi tutan saç ayakları; Belam, Karun ve Hâman’dır. Karun sistemin sermaye, Hâman da sanat gücünün temsilcileridir. Belam ise firavni sisteme destek veren dini ve ilmiye sınıfının temsilcisidir. Hatta Belam’ın ilmi derinliğinin İsm-i azamı bilecek derecede olduğu rivayet edilmiştir.4
Kur’an’ın evrenselliği ve Hazreti Musa kıssasının en çok anlatılan kıssa olması bağlamında olayı değerlendirirsek bu sınıflar Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem ümmetinin de başının belalarıdırlar. Kısacası; karunlar, hamanlar ve belamlar her dönemde vardırlar. Yüce Allah bu sınıflardan olmamak ve firavni özellikler taşıyan sistemlere destek vermemek için Müslümanları bu kişilerin niteliklerini anlatarak uyarmıştır.
Belam sınıfı
Firavni sisteme ilmi yönden destek veren kişi Belam’dır. A’raf suresinde Allah Teâlâ, Belam’ı nitelikleriyle tanıtmıştır. “Onlara, kendisine ayetlerimiz hakkında ilim nasip ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o ayetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o ayetler sayesinde yüksek bir mevkie çıkarırdık, lâkin o, dünyaya( ve maddi değerlerine) saplandı ve hevasının/kötü tutkularının esiri oldu. Onun hâli tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini sarkıtıp solur! İşte bu, tıpkı ayetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler.”5
Ayetlerde anlatılan kişinin Belam bin Baura olduğu söylenmektedir. Bu şahıs bilgisini hakkın uğrunda değil de firavunların saraylarının ve sisteminin tahkiminde kullanmıştır. Dünyada değişen bir şey yok. Yine birileri farklı birikimlerini dünya sisteminin ayakta durması için kullanmaktadır. Her ne kadar sarayın yeri Mısır’dan Newyork’a taşınsa da sistem aynıdır. Sarayın beslenme kanalları belamların yurtlarına kadar uzanmaktadır. Buralardan sisteme can verilmektedir.
Belamları tanımak artık çok kolaydır. Onlar her ne kadar yaprakla ilgili bilgileri bilseler de ormanı çok iyi tanımazlar. Sığdırlar. Çözüm ve proje üretemezler. Batıla anında teslim olurlar. En büyük marifetleri verili duruma teslimiyettir. Aşağılık kompleksi onların temel vasfıdır. Konforlarına düşkün bencil kimselerdirler. Menfaatleri için yapmayacakları kötülük yoktur. Hayatlarının merkezlerinde kendileri vardır. Belam’lık payesi alınmasın diye sistemi yüceltme adına dini tahrif etmekten sakınmazlar. Mesnetsiz fetvalar(!) verirler. Bazen sağcı bazen de solcu olurlar. Hakka Müslüman olamazlar. Onlar için “gelen ağam, giden paşamdır.”
Saparlar saptırırlar
Sistem firavni olduktan sonra siyasette seçici olmanın ve özgün siyaset yapmanın hiçbir önemi yoktur. Rabbani ulema meydanlardan çekilecek olursa; “İnsanlar bu cahil kişileri önder edinirler.”6 Onlara sorular sorarlar. Daha sonra da verilen bu fetvalarla hem kendileri sapıtırlar, hem de başkalarını sapkınlaştırırlar.”7 Sapkınlaştırma eyleminin bitmesiyle beraber belamlar da görevlerini ikmal etmiş olurlar.
Bu çerçevede Peygamber Efendimiz’in şu hadisini ayrıca düşünmek ve değerlendirmek gerekir: Peygamberimiz sanatsal bir anlatımla bir defasında ilginç bir açıklamada bulunmuştur: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey; kitap ve süttür.” Sahabe bunun üzerine; “Ya Resulullah! Kitaptan neyi kast ettiniz?” demişlerdir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, “Kitaptan kastım, münafıklar kitabı öğrenirler ve öğrendikleriyle (demogoji yaparak) Müslümanlara karşı mücadele ederler.” buyurmuştur. Sütten kastının ne olduğunu sorduklarında ise şöyle cevap vermiştir: “İnsanlar sütü severler. (Hayvanlarının peşlerine düşerek) toplumdan uzaklaşırlar ve (vakit namazlarında ve Cuma günlerinde) cemaat (la namaz)ı terk ederler.”8
Peygamberimiz, işinin peşine düşüp cahil kalmayı ve cemaatten kopmayı bu hadisiyle kınadığı gibi, bilgiyi münafıkça kullanarak Müslümanların aleyhine, küfrün lehine kullanmayı da aynı şekilde kınamıştır. Belamlaşmak; ilmi münafıkça kullanmaktır. Sadece kâfirlerin saltanatı için bilgi üretmektir.
Kur’an-ı Kerim, toplumsal önderlik makamında olan âlimlerin daha iyi anlaşılabilmeleri için “rabbanilik” ve “rasihlik” kavramlarını kullanmıştır. Rabbaniliği İslâm bilginleri; “dinde fakih,9 bildikleriyle amel eden, konuştuğunda hikmetle konuşan ve insanlara samimice öğüt veren, helali ve haramı, emir ve nehyi bilen, ümmetin hangi durumda olduğuna vakıf olan kimselerdir” şeklinde tanımlamışlardır.10 Bu tanımlamaya göre rabbani âlimler toplumlarının sorunlarına çözüm üreten üstün insanlardır. Yukarıda sayılan bütün nitelikleri taşıyan Abdullah İbni Abbas, rabbani âlimlerin en önemlilerinden birisi sayılmıştır.11
Rasih alimler
Kur’an’ın övgüyle bahsettiği rasih âlimlerin en önemli özellikleri ise vahye mutlak teslimiyetleridir: “Bu yüzden bilgide derinleşenler (rasih âlimler) şöyle derler: ‘Biz ona inanırız: (ilahi kelamın) tümü Rabbimizdendir…”12 Yüce Allah’ın övdüğü bu âlimler; “Yüzleri ve ahlakları güzel ve din anlayışı derin kimselerdir.”13
Arapçada “resaha” fiili yerinde durmak sebat etmek anlamlarına gelir. Kök fiilin sözlük anlamı ile kavramsal anlam arasında ilgi kuracak olursak, hak ve hakikatte sebat eden âlime rasih âlim denilir. İlimde rasih olmak; Allah Teâlâ’yı Kur’an’dan zatıyla, sıfatlarıyla yakini ve kesin delillerle tanımak, Kur’an’ın kesin delillerle Allah’ın kelamı olduğunu bilmek demektir.14
Peygamber Efendimiz’e rasih âlimler kimlerdir? diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir; “Yemininin gereğini yerine getiren, konuştuğunda doğru konuşan, kalbi istikamet üzerine olan, midesini ve cinselliğini her türlü haramdan koruyandır.”15 Eğer rasih âlim diye referans alınan kimseler, idarecilerin huzuruna (yağcılık ve onların batıl işlerini tasdik için) girerler ve dünyevileşirlerse Peygamber’e ihanet etmiş olurlar ki onlardan kaçınmak gerekir.16
Resulullah’ın eğitim ve öğretiminden geçen muhaddis sahabi Enes bin Malik ise rasih âlimi şöyle nitelemiştir: “Bildikleri ile amel eden, öğrendiklerinden yararlanan, kişidir. Onların ilimlerinin dört özelliği vardır; Allah’a karşı çok takvalı, insanlara karşı tevazulu, dünyaya karşı zahit ve nefsin hastalıklarına karşı da mücâhade halindedirler.”17
Sûfi müfessirler ise rasih âlimi; Allah’ı ve emirlerini bilen, Allah Resulünün sünnetlerine ittiba eden kimseler olarak tanımlamışlardır.19 İstikamet, iffet, tevazu, takva, vera ve cihadı hayatlarının anlamları haline getiren bu kişiler Peygamber Efendimiz ve sahabesi tarafından da ilim öğrenilmeleri gereken otoriteler olarak gösterilmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de âlimlerin fazileti ve fonksiyonlarıyla ilgili onlarca ayet vardır. Allah Teâlâ’nın ilim sıfatından gerekli nasibi alarak ümmete önder19 tayin edilen bu insanlar, Peygamberimizin ifadesiyle; “Ayet ve Sünnet’in olmadığı yerlerde davranışları örnek alınan toplumsal önderlerdirler.”20
İhlas önemlidir
Hakkıyla âlim olanlar ilerde büyük hatalara düşmemek için ilmi baştan itibaren ibadet niyetiyle Allah rızası için tahsil etmişlerdir. Her davranışta olduğu gibi ilim öğrenmede de ihlas önemlidir. Yüce Allah, ihlas sahibi kullarını her zaman övmüş ve riyayı yermiştir. İhlas, ibadetlerin de makbul olma şartlarından birisidir. Bu çerçevede Peygamber Efendimiz ilimde ihlasla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Her kim ki ilim öğrenirken Allah rızası için değil de dünyalık bir menfaat elde etmeyi kast ederse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”21
İhlasını kaybetmiş, ilmi sadece âlim geçinmek ve sefihlerle yapacağı münakaşalarda onları yenme vasıtası olarak gören kimselere cehennem tehdidinde bulunan22 Resulullah, ilimde samimiyetle ilgili şu ilginç uyarıyı yapmıştır: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum (fitne), diliyle âlim olan münafıklardır.”23 Şeytan, şeytanlaşmış olan bu insanlar ne kadar bilgiyi yüklenseler de onlardan korkmaz; çünkü neticede aynı işi yapmaktadırlar. Şeytan da, diliyle âlim olan münafıkta toplumu sapıtmayı kendine görev edinmiştir. Peygamber efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, şeytanın korktuğu ve ona zor gelen âlimlerin önemini şöyle haber vermiştir: “Bir fakih (dinde derinleşen âlim), şeytana bin âbidden daha zor gelir.”24
Serlevhaya aldığımız ayete dönecek olursak, ayetin verdiği mesaj; ilmin asla gizlenmemesi gerçeğidir. Ayetin tefsir mahiyetinde şu hadiste beyan edildiği gibi; “Yüce Allah kime ilim verdiyse ilmi gizlememe hususunda ondan söz almıştır.”25 Çünkü ilmi gizlemek Allah’ın lanetini gerektiren bir suçtur: “Göndermiş olduğumuz apaçık belgeleri ve (dosdoğru yola ulaştıran) hidâyeti, (Biz onları ilahi) Kitaplarda tüm insanlara açıkça bildirmemize rağmen (basit dünyevî çıkarları uğruna) gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edici (insanlar, cinler ve melek)ler lânet ederler!”26
Emanet olan ilmi gizleme hakkı kimseye verilmemiştir. Zira “Kendisinden yararlanılmayan ilim, Allah yolunda infak edilmeyen hazine gibidir.”27 Bu hazinenin başına ne zaman neyin geleceği belli değildir. Ani bir ölüm, zihin kaybı veya geçirilen ağır bir beyin travması her şeyin sonu olabilir.
Bu hazinenin daima paylaşılmasını isteyen Peygamber Efendimiz şu önemli tavsiyeyi yapmıştır: “Ey kardeşlerim! İlim konusunda karşılıklı nesihatleşin (birbirinize öğüt verin). Bazınız bazınızdan bir şeyler gizlemesin. Kişinin ilminde yaptığı ihanet, malında yaptığı ihanetten daha beterdir.”28
İlim emanettir
Peygamberimiz, ilmi gizlemeyi ihanet saymak suretiyle onun, sahibine emanet verildiğine işaret etmiştir. Bu nedenle, ilmi gizleyerek ihanet etmek yerine layık kimseleri bularak paylaşmak esastır. Bu meyanda Peygamber Efendimiz; “Benim şu mescidime bir şeyler öğrenmek veya bildiklerini öğretmek gibi hayır amacıyla gelenler, Allah yolunda cihad eden mücahidler konumundadır”29 buyurmak suretiyle bilgiyi paylaşmanın önemini belirtmiştir.
Yine aynı çerçevede; “Ancak iki kişiye gıpta edilir: Birisi, Allah’ın kendisine mal verip de gece gündüz onu ihtiyaç sahiplerine sarf eden; ikincisi de Allah’ın verdiği hikmetin gereğini yerine getiren ve bu hikmeti başkalarına da öğretendir”30 buyurmuştur. Abdullah bin Mübarek’in belirttiği gibi, paylaşılmayan ilimin başına; sahibinin ölümü, öğrendiklerini unutması veya bilgiyi tabi olduğu siyasilerin görüşlerine göre yorumlamak gibi felaketler gelebilir.31 Özellikle siyasal taassup, ayetleri ve hadisleri arka plâna atarak sözde menfaatleri öne çıkarmaktadır.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Kime bir şey sorulur da o kişi ilmini gizleyecek olursa Allah Teâlâ, kıyamet gününde o kimsenin ağzına ateşten bir gem vuracaktır”32 buyurmak suretiyle ilmi ve onun içerisindeki hakikatleri gizleyenleri şiddetle yermiştir. Çünkü hakikati gizlemek tahrifin türlerinden birisidir. Kitap Ehli, hakkı ya silerek (imha) ya değiştirerek (tebdil) ya da eklemelerde bulunarak tahrif ettikleri gibi dördüncü bir tür olarak gizlemek suretiyle de tahrif etmişlerdir.33 Yüce Allah’ın Kur’an’daki Yahudilerle ilgili tehditleri aynı günahı işleyen herkes için geçerlidir.34
Zamanımızdaki en büyük tahrif; hakikati çeşitli sebeplerle gizlemekle ve aşırı yorum yaparak dini ideolojik yorumlamakla; dünya sisteminin gölgesinde kompleksli yaklaşımlarla yapılmaktadır. Rabbani bir âlim böyle bir hataya kesinlikle düşmemelidir. Hâl böyle iken âlim olma vasfını sadece bilgiyi yüklenmek olarak almak, doğru bir yaklaşım değildir. Âlim olmakla Peygamber’e varis olmak arsında irtibat vardır. Peygamberimizin takvasına, verasına, huşusuna, haşyetine, şecaatine, duruşuna, kıyamına, gayretine, fıkhına, cömertliğine, siyasetine, sünnetine, istikametine, tavrına ve cihadına varis olunmadan âlim olunamaz.
İlmi gizlemek nasıl ki en büyük günahlardan biriyse, Allah Teâlâ’nın ayetlerini satmak da en büyük günahlardan biridir. Ayetleri satmak ifadesi, belirli bir menfaat karşılığında hakikatten vaz geçmek, hakkı kişilerin konumuna göre ifade etmek, bilgiyi dünyevi çıkarlara dönüştürmek, siyasetin ve gücün karşısında doğruyu söylememek için kullanılan bir deyimdir. Bir takım süfli nedenlerle hakkı batılın seviyesine indirmek veya batılı hakkın seviyesine çıkarmaktır. Bu ifadeleri Yüce Allah hiçbir ayette Müslümanlar için kullanmamıştır. Ayetleri satmak genel itibarı ile müşriklerin, özelde de Yahudi ve Hristiyan din bilginlerinin karakteridir.
Yüce Allah şu ayette, hak olan Tevrat’ı tasdik eden ve onda olmayanları mufassal şekilde açıklayan Kur’an’ı doğrulamalarını emretmesine rağmen onların menfaatleri uğruna ayetleri satabileceklerine; hükümlerini değiştirebileceklerine işaret etmiştir: “Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin ve Bana, yalnızca Bana karşı takvalı olun!”35
Ayetin siyakından da anlaşılacağı üzere Allah celle celaluh, Yahudileri hem uyarmakta hem de hakikat karşısındaki durumlarını teşhir etmektedir. Hatta onlar elleriyle yazıp uydurdukları metinleri bile dayatmışlar ve böylece bir Yahudi resmi ideolojisi ihdas etmişlerdir. Resmi ideolojilerine uymayan şeyleri inkâr ettikleri gibi, yanlış anlayışlarını da din hâline getirmişlerdir. Gelen ayet onların elleriyle çıkar uğruna yazıp dayattıkları uydurma din anlayışını ortaya koymaktadır: “O halde, yazıklar olsun onlara ki, kendi elleriyle, ilahi kelam(dan olduğunu iddia ettikleri hususlar)ı kaydettikten sonra, az bir kazanç elde etmek için, “Bu Allah’tandır!” derler. (Böyle diyerek) kendi elleriyle kaydettiklerinden ötürü yazıklar olsun onlara! Ve yine bütün o kazandıklarından ötürü yazıklar olsun böylelerine!36
Hahamların ve papazların yaptıklarını kınayan Yüce Allah, onların üzerinden bizleri uyarmıştır. Hakikatin pazarlık konusu olmayacak kadar ulvi oluşuna atıflar yapan Kur’an, her hâlükârda hakkın söylenmesini ve üstün tutulmasını istemiştir. Peygamber Efendimiz de hakkı pazarlık konusu yapabilecek kimseyi yanına bile almamıştır. Çevresinde ve davet halkasında onlara önderlik konumu vermemiştir.
Dinini satanlar
Hakkın ve hakikatin pazarlık konusu olması ahlaksız bir davranış olmasına rağmen tarihte varlığını sürdürmüştür. Günümüzde de hakikati satabilen ve maddi değere dönüştüren birçok kimse vardır. İnsanlar ya para karşılığında bu çirkin eylemlerini sürdürmektedir ki medya patronları dünya sistemini zayıflatmayıp takviye edecek bu “Bel’am”lara avuç dolusu paralar vermektedirler.
İslâm’da olan birçok şeyi inkâra dayanan bu görüşün sahipleri; dinde siyasetin olmadığını, İslâm hukukunun yetersizliğini, medeni(!) dünyaya entegre olmanın zorunluluğunu, cihadın olmadığını, olsa bile sadece savunmaya dayandığını, örtünmenin tarihselliğini, dinlerin eşitliğini, batı dünyasının içerisinde yer almanın zorunluluğunu, faizin ribadan ayrılığını, Sünnet’in delil ve bağlayıcılık arz etmediğini ve Kur’an’ın bilgi kaynağı olamayacağını, sorunları çözmede dinin yetersizliğini bir şekilde anlatmaktadırlar.
Medya patronlarının verdiği paralara göre hakikate yörünge belirleyen bu adamların çoğu akademik hayattadır. Bu hayatta hakikat, formasyona katlettirilmiştir. Akademik camiadan din, şeriat, Kur’an, Sünnet, tarihsellik, hermenötik, ibadetlerin tarihselliği, İslâm ceza hukukunun geçersizliği, dinin kurumsal alandan çekilmesi vb. konularda o kadar çok şey duyduk ve okuduk ki şaşırmamak elde değil.
Bütün bu konulardaki hakikat dışı söylem bir menfaat karşılığı ise, din bir başka biçimde satılmıştır. Yapılması gereken; dini pazarlık konusu yapan bu şahıslara karşılık, istikamet üzere yaşayan gerçek bilginlerden ayrı bir blok oluşturup hem ümmetin sorunlarına çare bulmak, hem de dini bu ehliyetsiz kimselerin elinden kurtarmaktır. Müslümanlar bu öneriyi acilen hayatlarına geçirmezlerse kafa karışıklıklarından kurtulamazlar ve dini bakımdan sağlıklı bir nesil de yetiştiremezler.
İlmi asla gizlemeyen Rabbani ulema davet ve tebliği ücrete dönüştürmez. Ücret alınmadığı zaman din gizlendiği gibi ücret ödeyemeyenler de gerekli şekilde yararlanamazlar. Bu durum dinin yeterince anlatılmamasına neden olabilir. Cihad ve türleri; namaz, zekat, oruç ve hacca gitmek gibi farz bir ibadettir. Bazı durumlarda farzı ayın, bazı durumlarda da farz-ı kifâye olur. Rabbani âlimler, Müslümanların ve dinlerinin maslahatı için bu iki fetvadan birini gerektiğinde verirler. Diğer ibadetlerin bile yapılması cihadın varlığına bağlı olması hasebiyle belki de hepsinden daha önemlidir.
Peygamber Efendimiz’in elçilik göreviyle eş zamanlı başlayan cihad, Hazreti Âdem’den beri bütün peygamberlerin ümmetlerine tebliğ ettiği en temel ibadettir. Cihadı olmayan hiçbir peygamber olmadığı gibi; peygamberler arasındaki derece farkını belirleyen de cihadlarının büyüklüğüdür. Sahabe de insana şeref kazandıran ibadetin cihad olduğuna inanmış ve inancının yüklediği teklif üzerine amel etmiştir.
Cihad ibadeti
Süheyl bin Amr ve arkadaşları, Halife Hazreti Ömer’e gelip halife yanında niçin değerlerinin olmadığını merak etmişler. Hatta Mekke’de zayıf bulup horladıkları Müslümanlar kadar bile ilgi göremediklerinin nedenini sormuşlardır. Ömer radıyellahu anh, o zayıf gördükleri kimselere değer kazandıran şeyin cihad olduğunu söylemiş ve aynı konuma gelmeleri için cihad yapmaları gerektiğini belirtip onlara cepheyi göstermiştir.37 Onlar da bu şerefi kazanmak için halifenin tavsiyesi üzerine orduya katılmışlardır. Fıkıhsız davranışlar nedeniyle İslâm ile insanların arasına engeller sokmamak için cihadı Peygamber Efendimiz’in önderliğinde; sünneti çerçevesinde anlamak zorundayız. Cihad olmadan dinin bekasının mümkün olmadığına iman etmeliyiz.
İnsan diğer ibadetleri yaparken nasıl ki kimseden dünyevi bir değer ve ücret istemiyorsa, aynı hassasiyeti cihad için de gösterip yaptığı bu yüce ibadete karşılık ücret istememelidir. Bütün ibadetlerin olduğu gibi cihadın sevabını da yalnızca Allah Teâlâ verecektir. Hiçbir peygamber, yapmış olduğu cihada karşılık ücret almadığı için ümmetlerine ibadetlerde ihlas konusunda örnek olmuşlardır. Peygamber Efendimiz de diğer peygamberlerin yolunu izleyip davet ve cihadına karşılık ücret istememiş ve bizlere model olmuştur. Daha açık ifade ile davete karşılık ücret almamak muhkem bir sünnettir. İmanda sadakatin en belirleyici kriteri olan cihad38 paraya dönüştürülecek olursa, İslam toplumunun siyasal yapısı istikrarsızlık kazanır. Zalimler, siyasi emellerini bir avuç insan üzerinden yürütürler, Çünkü hakkı ayakta tutan cihad, ücretle beraber belirli bir sınıfın hizmetine verilmiş olur.
Cihada karşılık ücret alınmayacağına dair ayetlerin çokluğu davetçilere kaynak olmalıdır. Azim sahibi peygamberlerin ilki olan Hazreti Nuh aleyhis selam, 950 sene peygamberlik yapmıştır.39 Ömrünün anını bile davet etkinliği ile geçiren Hazreti Nuh, davetine karşılık ücret istemediğini ayette şöyle haber vermiştir: “Ey kavmim! Bu (davetime) karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir…”40 Davete karşılık ücret almamak bütün peygamberlerin sünnetidir. Hazreti Nuh, Hazreti Hud, Hazreti Salih, Hazreti Lût ve Hazreti Şuayb peygamberlerin davet ve tevhit mücadeleleri verildikten sonra onların hepsinin ortak kararı Kur’an’da şu ayetlerle bizlere bildirilmiştir: “Ben yaptıklarıma karşılık sizlerden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”41
Medya vaizleri
Davet ve tebliğe karşılık ücret alınabileceğini savunan zevat, aralarında sektör oluşturup davetin içini boşaltarak “şov”a dönüştürdüler. Anlatılanlar Kur’an ve sünnetin genişlik boyutundan oldukça uzaktır. Konuşmaların içeriğinde tekliflerin olmayışı ve tekliften kaçan dinleyicilerin çokluğu, “medya vaizi” denilen bu kişileri her durumda popüler yapmıştır. Popüler olmanın karşılığına yüksek transfer ücreti alan ve “her şeyi bilen hocalar!”, esefle belirtelim ki İslam’ın itikat alanını canlı olarak ele almadıkları gibi; faiz, bankacılık ve finans sektörü, fakirlik problemine çözümler; zekatın işlevselleştirilmesi, işçi işveren münasebetleri, siyasal velayet ve alternatif siyaset, ideolojilerin dini hükümleri, uluslar arası emperyalizme İslam’ın söylemi, gulat ideolojiler; sekülerizm ve laiklik, pozitivizm, kapitalizm, sosyalizm, Siyonizm, deizm, modernizm, Alevilerin inançları ve bu inançların vahiy bağlamında değerlendirilmesi, hukuk önünde eşitlik, din eksenli anayasa denemeleri, çocuk eğitiminde yeni modeller, Amerika ve Batı Avrupa eksenli icazetli siyasete dinin bakışı, tesettür, tesettürün İslam toplumlarının geleceği ile alakalı vaatleri vb. konulara hiç yer vermemektedirler.
Böyle bir sunumdan dolayı ne gençlere umut olabilmekteler; ne de sunulan din dünya sistemiyle hesaplaşacak bir dindir. Konuşmalarının çoğunda sahih kaynaklar kullanılmadığı gibi, alanlarının dışına çıkmaktadırlar. Gerçi çoğunun ana kaynakları okuyabilecek donanımları da yoktur. Buna rağmen bir allame edasıyla her şeye cevap veren bu kimselerin bilgi hanelerinde her şey var. Bilmeme erdemi henüz literatürlerine girmedi.
Hele birde karşılarında modern bir kadın varsa hocalarımızı (!) tutana aşk olsun. Bu hanımlar vasıtasıyla İslam’ın modernite ile ilgili bir meselesinin olmadığı mesajı fetvalandırılmaktadır. Bunları sahih bir İslam davetçisinin yapmaması temennisiyle ifade ediyoruz. Bu bağlamda sormak lazım, kanallar konusunda seçicilik yapmayan ekran vaizleri, 12 ay dinin tahribi için çalışan, batılılaşmayı tek yol olarak gösteren, akşama kadar faiz reklamı yapan, aileyi yok eden, çıplaklığa sınır tanımayan televizyon kanalları vasıtasıyla bu kişilere meşruiyet tanımıyorlar mı? Din düşmanlığı yapan kanallarda vaizlik yapanlar, içki satışı yapan marketlerdeki “Besmele levhasına” benzemektedirler.
Uyarı vazifesi
Ulemaya görevlerini hatırlatan şu ayet oldukça önemli mesajlar vermektedir: “Peki, (başlarındaki) din âlimlerinin ve hahamların, onları günahkârca söz söylemekten ve haram yemekten alıkoymaları gerekmez miydi? (Fakat onlar görevlerini yerine getirmediler, kötülük karşısında susarak onu desteklemiş oldular. Gerek önderlerinin, gerek kendilerinin) yaptıkları şey ne kötüdür!”42 Bazı âlimlere göre muhtevasından en çok korkulması gereken bir ayettir. İbni Abbas radıyellahu anh, Kur’an’da bu ayet kadar âlimleri azarlayan bir ayetin olmadığını söylemiştir.43
Ayet, âlimlere iki temel konunun işlenmesini görev olarak yüklemektedir. İdeolojilerin propagandası dâhil her türlü kötü sözden ve düşünce kirliliğinden ümmeti temizlemek âlimlerin veya onlara vekâlet eden kimselerin asli görevidir. Yüklenen bu görev sayesinde hocalarımızın; şeytana ibadetten,44 hevaya tapınmaktan,45 monarkı (kıralı, zorbayı) kutsamaktan,46 Meleyi (bürokrasiyi) tanrılaştırmaktan,47 ümmeti şirkin tüm çeşitlerine karşı duyarlılıklarını kaybetmekten,48 nifaktan,49 irtidata düşmekten,50 bilgiyi firavunların iktidarı için kullanmaktan,51 sanemlere ve tağuta ibadetten,52 dar’u-l harpte yaşamaktan,53 falcılara, sihirbazlara inanmaktan,54 politeist inançtan,55 tabiat olaylarını ve zamanı hayatın faili bilmekten,56 imanı yüzdelemekten57 kafirleri veli edinmekten,58 dine ekleme ve çıkarmalar yaparak aşırı gitmekten59 Müslümanları uyarması şarttır. Uyarıcılık görevini nebevi bir duruşla ümmetin önüne geçerek yapmayan kimselerden ne âlim, ne de davetçi olur.
Peygamber Efendimiz’in naklettiği şu kutsi hadis anlatmak istediğimiz meseleyi yeterince açıklığa kavuşturmaktadır: “Allah Teâlâ, meleklerinden bir meleğe tarif ettiği bir şehri ahalisi ile beraber helak etmesini bildirdi. Melek ise (hikmetini öğrenmek için) o şehrin içinde göz açıp kapayana kadar bile günah işlemeyen bir adamdan dolayı tekrar Allah’a müracaat etti. Yüce Allah, meleğe şu cevabı verdi: “O kişinin ve beldenin yine de altını üstüne çevir. Çünkü o şahıs (işlenen isyanlardan dolayı) bir defa olsun benim rızam için yüzünü bile ekşitmedi.”60
Yüce Allah şu ayette de âlimlerin yapmaları zorunlu olan vazifelerini bizlere hatırlatmıştır ki bu ayet hem ilim tahsil etmeyi hem de öğrenilenleri düzenli ve plânlı şekilde paylaşmayı emretmektedir: “Bütün bunlarla birlikte, (savaş zamanı) müminlerin hepsinin toptan yola çıkması doğru olmaz; onların arasında her gruptan bazılarının seferden geri kalmaları, (bunun yerine) Din hakkında derin ve sağlam bir bilgi elde etmek yolunda çaba göstermeleri ve (böylece) seferden dönen kardeşlerini aydınlatmaya çalışmaları daha yerinde olacaktır; böylece belki, onlar (da) kötülüğe karşı kendilerini (daha iyi) korumuş olacaklardır.”61
Daha açık bir anlatımla; “Mü’minlerin, şehirlerini, yurtlarını tamamen terk etmeleri, düzenlerini bozup dağılmaları, topyekûn savaşa gitmeleri doğru değildir. Ülkelerinde devam ettirdikleri eğitimin yanında, mü’minlerin her kesiminden bir grup, dinde, ilimde ve teknikte, geniş ve derin bilgi elde etmek, anlayışlarını geliştirmek, kendi toplumlarına döndüklerinde, onları bilgilendirmek, uyarmak niyetiyle ilim tahsil etmek ve ilmî toplantılara katılmak için yeryüzündeki gelişmiş ilim merkezlerine gitmelidirler. Umulur ki uyanık ve dikkatli davranarak kendilerini koruma imkânı kazanırlar.”62
Bu ayet İslâm âlimlerine savaş esnasında bile yapmaları gereken çok önemli görevleri hatırlatmaktadır. Buna göre rabbani ulemanın; İslâm Dinini cazibeli bir dille sürekli tebliğ etmek, ideolojilerin tanıtımını yaparak itikadi değerlendirmelerini yapıp öğretmek, topluma efâli ve elfâzı küfrü tanıtıp uyarmak, günahların büyüklerini ve küçüklerini açıklamak, ders kitaplarının ve diğer yayınların kritiklerini yapmak suretiyle gençleri bilgilendirmek, çocukların irtidadını önlemek, eğlence hayatını ve ahlaki götürülerini beyan etmek, toplumun bütün kesimlerini dini eğitime plân ve program dâhilinde tabi tutmak, devlet yetkililerine tevhidi düşünceyi özümsetmek, Müslümanların sorunlarına çözümler üretmek, insanların zihinsel tezkiyesine katkı sağlamak, ahlaki çöküşe çözümler aramak, fakirlik problemine dinden çareler arayıp İslâm iktisadının tanıtımını yapmak, demokrasi ötesi siyasi çözümler sunmak vd. birincil vazifelerindendir. Bu saydıklarımızı ve sayamadığımız diğer sorumlulukları yerine getiremeyen şahıslar bilgiyle donansalar da Peygamber varisi âlim olamazlar.
HATIRLATMA: İlim bir emanettir. Kime ilim verildiyse paylaşmak gerekir. İlmi gizlemek, laneti gerektiren bir suçtur. Yüce Allah, tüm Müslümanları yukarıdaki ayetler üzerinden uyarmıştır. Bu uyarıyı Müslümanlar içten dışa doğru yapmak zorundadırlar. Bu zorunluluk şartlara göre farz-ı ayın olabilir. Din mahkûm bir vaziyette ise onu hâkim konuma getirene kadar çalışmak en önemli farzlardandır. Bilgiyi Allah rızası için öğrenenler O’nun iradesi yönünde sarf ederler. Amaçları dünyalık olanlar ise siyasal şirk dâhil bilgiyi zalimlerin egemenliği için kullanırlar.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Bakara 2/159
2 Bakara 2/174
3 Heysemi,zevaid, c.I,s.162
4 Kurtubi, Cami’u-l Ahkam’i-l Kur’an, c.I,s.369.
5 A’raf 7/175-6
6 Abdürrezzak,Musannef,Had.no:20477,c.XI,s.256.
7 Ahmed,Müsned,c.II,s.162
8 Ahmed,Müsned,c.IV,s.143
9 Darimi,Sünen, c.I,s.107
10 Bagavi, Muhammed el- Ferra, Mealim’ü-tTenzil (Muhtasar), Beyrut, Trsz.s.135
11 Hakim,Müstedrek, Had.No. 6310, c.III,s.626
12 Âl-i İmran 3/7
13 Tirmizi, 19, İlim, Had.no:2686,c.V,s.50
14 Maturidi, Te’vilat, c. II, s.312,(Bu açıklama tahkik sahibi Mecdi Basallum’a aittir.)
15 Taberi, Cami’u-l Beyan, c.III,s.185
16 Acluni,Keşf’ü-l Hafa,c.II,s.87
17 Hazin,Ali b. Muhammed, Lübab’u-t Te’vil, İst,trsz, c.I,s.241
18 Sülemi,Hakaik’u-t Tefsir, c.I, 165
19 Acluni,Keşf’ü-l Hafa,c.II,s.65
20 Darimi,Sünen,c.I,s.61
21 Ahmed,Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, Had no:8438) c.XVI,s.193.
22 İbni Mace,Mukaddime,23, Had.no:254, c.I,s.93.
23 Ahmed,Müsned, c.I,s.22,Heysemi,Zevaid, c.ı,s.187.
24 Tirmizi,19,Had.no:2681,c.V,s.48.
25 Suyuti,Cami’u-s Sağir,Had.no:7767c.II,s.475.
26 Bakara2/159
27 Heysemi,Zevaid, c.ı,s.184.
28 Heysemi,Zevaid, c.ı,s.141.
29 İbni Mace,Mukaddime,17, Had.no: 227,c.I,s.82-3.
30 Buhari,3,İlim,15,Had.no:73, s.33.
31 El-Bağdadi,Hatip,Ahlak’u-r Ravi,c.I,s.510
32 Ahmed,Müsned,(Tah: Muhammed derviş,Had.no:8054)c.III, s.172.
33 Kur’an’da tahrif kavramı ile ilgili bkz:Bakara2/75;Âl-i İmran3/78;Nisa4/46;Maide5/13,41
34 Kurtubi,el-Cami li Ahkam’i-l Kur’an,c.II,s.9.
35 Bakara 2/41
36 Bakara 2/79; Ayetleri satmakla ilgili bkz:Bakara2/174; Âl-i İmran3/199;Maide5/44
37 Mevdudi,Ebu’l A’la,Tefhm’ü-l Kur’an,(Terc:Komisyon),c.ll,s.223
38 Bak: Hucurat 49/15
39 Ankebut,29/14
40 Hud 11/29
41 Şuara 26/109,127,145,164,180
42 Maide5/63
43 Taberi, Cami’u-l Ulum,c.ıv,s.638
44 Bak:Yasin 36/60
45 Bak:Furkan25/43
46 Bak:Şuara26/29
47 Bak:Mü’minun23/47
48 Bak:Nisa4/48
49 Bak:Münafikun63/1-11
50 Bak:Bakara2/217;Maide5/54
51 Bak:A’raf7/175-176
52 Bak:Maide5/90;Nisa4/60
53 Bak:hac22/41
54 Bak:Bakara2/102
55 Bak:Zümer39/29
56 Bak:Casiye45/23
57 Bak:Bakara2/208
58 Bak:Maide5/51
59 Bak:Nisa4/171;Maide5/77
60 Tabarani,Mucem’ü-l Evsat,Kahire, 1415, Had.no:7661 c.VII, 336; Beyhaki, Şuabu’l-İman, Riyad, 2003, c.X, s.74.
61 Tevbe 9/122
62 Tekin, Ahmet, Meal, Tevbe Suresi 122. Ayet.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.