Itır dükkanındaki papağan

Bir adamın rengârenk ve parlak tüylü çok güzel bir papağanı varmış. Adam papağanını çok severmiş.

Sevildiğini anlayan güzel papağan, sahibinin ıtır dükkânına gelenleri gönül okşayıcı sözlerle karşılarmış.

Bu sözleri duyan müşteriler, bu dükkandan çıkmak istemezlermiş.

Bir gün sahibi ıtır dükkânını ona emanet edip kendisi dışarı çıkmış.

Yokluğunda bir kedi gelip onu yakalamaya çalışmış. Zavallı kuş kediden kurtulayım derken esans şişelerini bir bir devirmiş. Her biri kıymetli esanslar yerlere dökülmüş.

Sahibi gelince uğradığı zarara üzülerek, yaramazlık yaptığını sandığı kuşunun kafasına eliyle birkaç kez vurmuş.

Zavallı kuşun kafasındaki tüyler bir bir dökülmüş ve kuş kel kalmış.

O günden sonra her gün neşe içinde müşterileri karşılayan kuş ağzını açamaz, bir daha konuşamaz olmuş.

Onun halini gören sahibi, ona vurduğu için bin kere pişman olmuş.

“Keşke elim kırılsaydı da vurmasaydım” diyerek saçını sakalını yolmuş.

Papağan uzun müddet yemeden içmeden kesilip, bir kerecik olsun sesini çıkartmamış…

Bu şekilde günler günleri kovalamış.

Bir gün dükkânın önünden, tarikatının gereğince kafasını usturaya vurdurmuş kel bir derviş geçmiş.

Aylardır konuşmayan papağan onu görünce; “Hey kel kafalı! Sen de benim gibi gül yağı şişelerini mi kırdın?” diye seslenmiş. Papağanın bu kıyası herkesi güldürmüş. Çünkü papağan dervişi de kendisi gibi sanmış!

Mevlana bu kıssanın sonunda şunları söylüyor: “Çoğu insanlar bu gibi benzetmelerden dolayı büyük hatalara düştüler. Hatta neredeyse peygamberlerle, velileri de kendileri gibi sanarak ‘Onlarla bizim ne farkımız var? Onlar da bizim gibi insan! Biz de uyuyoruz, yiyip içiyoruz, onlar da!’ dediler. Körlüklerinden dolayı, aradaki uçsuz bucaksız farkı göremediler.”

Kaynak: Mesnevi-i Şerif

İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: İnsan kendi çapını, kendi ilmini, kendi birikimini bilmezse nice topluluklar içinde kendisini rezil eder. Örneğin bir alimle kendisini eş düzeyde görürse, çok az şey bildiği halde “ne olmuş bende onun kadar biliyorum” derse, sonu belli olmayan bir haddini bilmezlik kuyusuna düşmüş demektir. Bize lazım olan şey her şeyi bilmek değildir. İlk önce haddimizi bilmektir… Sahabeleri, evliyaları kendileri gibi sıradan insan olarak bilen kimseler ciddi bir yanılma içerisindedirler. Dileyen onları elbette eleştirebilir, lakin bize sorarsanız “Ben kimim ki Abdulkadir-i Geylani’yi eleştireyim” diyebilmeliyiz. Bunu diyemiyorsak kullukta çok noksanı olduğu halde, ömrünü ibadet ve taatla geçirmiş güzel insanları eleştiren kimselerin hadsizliğine düşmüş oluruz. Allah bize haddimizi bilmeyi nasip eylesin.

KISSA HAVUZU↗

En güzel kıssa ve hikayelerin derlendiği özel arşivimize ulaşmak için tıklayın.

MENKIBE DERYASI↗

Özenle seçilmiş geleneksel eğitici menkıbeler okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.