Vaktiyle Akçakoca Müftüsüyken, yapılmakta olan merkez camimize yardım toplamak maksadıyla, İstanbul’daki bazı camilerden yardım toplamaya gitmiştik. Bu vesileyle, ben de bir cuma günü Sultan Ahmet Camii’nde vaaz verdim. Yanılmıyorsam sene 1993 ve yaz aylarıydı. Vaazı bitirip cuma namazını kıldık.
Giyindiğim cübbe ve sarığı çıkarmak ve kısa bir müddet de dinlenmek üzere İmam Efendinin odasına geçtik. O tarihlerde Muhterem Emrullah Hatipoğlu Hocaefendi Sultan Ahmet Camii’nin imam hatibiydi. Biraz sonra, imam odasının kapısı açıldı ve içeriye başındaki Osmanlı kalpağıyla merhum Kadir Mısıroğlu ağabey girdi.
Beni haklı olarak tanıyamadı ve Emrullah Hoca’ya; “Vaaz veren hatib, bu beyefendi miydi?” diye sual etti. Hocaefendi de; “Hatibimiz Bolu- Akçakoca (o zamanlar Akçakoca Bolu iline bağlıydı) müftüsü, bu hocamız, Musa Uzunkaya’ydı” dedi.
Kadir ağabey, hoş beşten sonra beni tebrik ederek; “Son zamanlarda işte ilk defa gönlüme göre bir hatip efendi dinledim!” diye bize iltifat etti. Sebebini de halk arasında o zamanlar daha da revaçta olan uydurukça kelimeler yerine, bizim kendi lisanımız olan ve şimdilerde eskimeye yüz tutmuş, terke mahkum bırakılmış kelimeleri –kendi ifadesince– yerli yerine çok iyi kullanmış olmamdan dolayıydı bu iltifat.
Filhakika, bendeniz minelkadim, eskiyip, zayi olup bir yerlere atılmasın diye hiç bir zorlamaya hacet kalmaksızın o kadim medeniyetimizin lisanını besleyen kelimeleri hiç tereddütsüz kullanmaya çalışan bir kardeşiniz olarak bu yaklaşımdan ziyadesiyle mütehassıs olmuştum. Tabii, merhum Kadir ağabeyin bu hususta çok hassas ve tabir yerindeyse kılı kırk yaran bir yaklaşımı olduğunu biliyordum.
Nitekim, üniversitede okuduğumuz 1970’li yıllarda, fakülte mezuniyet tezimizi hazırlamak için yaz dönemi kaldığımız İstanbul kütüphanelerinde çalışma yaparken, o da Sebil Mecmuası’nı çıkarıyordu. Zaman zaman da Cağaloğlu’ndaki Sebil yazıhanesinde genç arkadaşlarımızla üstadı ziyaret ediyor, o tatlı sohbet ve nüktelerini dinliyorduk.
Unutmuyorum bir tanışma faslında, sıra arkadaşın birisine geldi. Karadenizli olan o arkadaşımız kendisini tanıtırken, “Yakup Okul“ dedi. Evet, arkadaşımızın ismi Yakup, soyadı da Okul’du. Üstad durdu ve Yakup kardeşimize dönerek, “Hemen gidiyor, mahkemeye müracaat ediyorsun ve soyadını değiştirerek Yakup Mekteb oluyorsun! Ne demek okul? Bizim mektebimiz varken, laik, kefere fransızın okulunu beynimize kim soktu?…” diye verdi veriştirdi ve tabii bir sürü de bize nutuk çekti.
Hatta, imam odasındaki bu hassasiyet ve iltifatına teşekkür ederken, yaşadığımız geçmişteki bu hadiseyi hatırlatarak, tatlı bir tebessüme vesile olduk. Üstad merhumla yayınevine geçtik ve bana Boykot adlı küçük bir kitabını hediye etti. Üst tarafında küçük puntolarla “bin kelimeye”, alt tarafta da büyük puntolarla “BOYKOT” yazan bir kitapçıktı bu.
Üstada ve bütün geçmişlerimize Mevla rahmet eylesin. Bu hadiseyi niçin hatırlayarak makaleme bu ismi verme gereği duydum? Dikkat ederseniz bugünlerde yerli ve milli duygulara sahip olan müslüman çevrelerin en çok kullandığı kelime oldu boykot!
Var olduğu günden beri zalimliği hiç eksik olmamış, peygamberleri ve onların yollarından gidenleri katletmiş, onları en ağır ahlaksızlıkları işlemekle itham etmiş, kendi kardeşlerine bile zulmetmiş, dün ve bugün Filistin’deki Müslümanlara ve bahusus Gazze’deki bir avuç mü’mine tarihin görmediği derecede zalimce saldıran, kadın erkek, çoluk çocuk, kundaktaki bebek ve ihtiyar pirifaniler dahil ayırmaksızın katleden siyonistlerin, hiç bir şey yapamıyorsak bile ülkedeki ürünlerini boykot edelim diye medya ve çeşitli zeminlerde paylaşım ve kampanyalar yapılmakta.
Evet, bu güzel bir şey. Mutlaka ama mutlaka bu boykot kararı tutarlı bir şekilde uygulanmalı, boykotu farklı cihetleriyle yaygınlaştırmalıyız. Bunun için; İsrail ürünü olan hiç bir şey satın alınmamalı ve asla kullanılmamalıdır. Türkiye’de üretilen İsrail patentli hiç bir ürün de asla alınmamalıdır.
Musa Uzunkaya/ İrfanDunyamiz.com
Yayın Yönetmeni Notu: Merhum üstad Kadir Mısıroğlu ülkemizin yetiştirdiği ender münevverlerden birisi olarak uydurukça kelimelere savaş açmış ve bu konuyla ilgili de kitap yazmıştı. Dil hassasiyetindeki zaaflarımızın sonucunu bugün acı acı seyrediyoruz. Bugün maalesef yabancı dil kelimeler Türkçemizi istila etmekte ve resmi kurumlar dahi bu konuda gerekli hassasiyeti göstermemektedir. Bütün bunlarla beraber dil hassasiyetimizin boyutu hangi düzeyde olmalıdır ve hangi kelimeleri kapsamalıdır, bu konuda ise çeşitli görüşler öne sürülmektedir. Bu konu tartışmalı olmakla beraber “dil hassasiyeti” meselesi önemli bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
Hatıra Arşivi ↗
Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.
İyi Haberler ↗
İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayınız.