Henüz altı yaşındaymışım rahmetli babamın sonradan anlattığına göre. Günlerden bir gün evimize o yaşıma kadar gördüğüm insanlardan çok farklı biri geldi. Beyaz bir at üstündeydi. Saçı sakalı ak, yüzü pırıl pırıldı. Yoldan gelmişti ama beyazlar içinde üstü başı tertemizdi.
Henüz tanımadığım, kim olduğunu bilmediğim bu güleç yüzlü adama ısınıvermişti birden içim. Pamuk gibi yumuşak elini öptüm. O da yanaklarımdan öpüp kucağına oturttu ve “Allah, seni salihlerden eylesin. Rabbim sana, Peygamber Efendimiz’in ve Ehl-i Beyt’inin muhabbeti ile ömür boyu yaşamayı nasip etsin. Seni insanların ve şeytanların şerrinden korusun” diye dua etti.
Doğduğum köyde medrese olmadığı gibi mektep de açılmamıştı henüz. Sene 1959. Ne öğretmen vardı köyde ne müderris ne de hoca. Okuma yazma bilen bir ya da iki kişiymiş. Onlar da askerde öğrenmişler. Kur’an okumayı bilen de sadece bir iki kişiymiş babamın dediğine göre. Dinî vecibelerini de kulaktan duyma bilgilerle yerine getirmeye çalışırlarmış köyün sakinleri.
Aksakallı ihtiyar niçin gelmişti köye ve neden kendi evlerine konuk olmayı tercih etmişti, bunu da sonradan rahmetli babamdan öğrendim. “Oğlum, adı Şeyh İzzeddin’dir bu zatın. Siirt’in Tillo ilçesindendir. Yıllardan beri onca yola aldırmadan Tillo’dan kalkar bin bir zahmetle buralara gelir; insanlara dinini, diyanetini öğretmeye çalışır. Bir keresinde komşu köyümüze gelmişken ben de kalkıp ziyaretine gitmiştim birkaç dostumla. Tatlı sohbetinden ve güzel öğütlerinden etkilenmiştim. Sohbetine son verince onu bizim köye davet etmiş ve bizde kalabileceğini söylemiştim. Gelişinin nedeni budur.”
Sonradan Tillo’nun meşhur âlim ve şeyhlerinden Sultan Menduh‘un soyundan olduğunu öğrendiğim Şeyh İzzeddin‘in bu gelişleri yıllarca devam etti. Genellikle bizim evde kalır, bazen de Erzurum muhaciri Hacı Haydar amcalara misafir olurdu. Etraf köylerden insanlar gelip nasihatlerini dinler ve ondan feyiz almaya çalışırlardı.
Şeyhin geldiği ikinci günde babam beni de uyandırmıştı sabah namazında. Şeyh İzzeddin namazı kıldırdıktan sonra eline torbasından çıkardığı Kur’an’ı alıp okumaya başlamıştı. Yaşına rağmen sesi güzel, arı, duru ve çok da yanıktı.
Okumasını bitirdikten sonra bu kez ezberinden sonradan İbrahim Hakkı hazretlerine ait olduğunu öğrendiğim her dörtlüğünün sonu “Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler” mısraları ile biten şiirini okumuştu dokunaklı sesiyle.
Kimi sabah da yine sonradan Yunus Emre’ye ait olduğunu öğrendiğim bana ezberlettiği şu ilahiyi yanık sesiyle hüzün dolu bir tonla okumuştu: “Kerbelâ’nın yazıları/ Şehit olmuş gazileri/ Fâtıma’nın kuzuları/ Hasan ile Hüseyin’dir.”
Yıllarca sürdü bu geliş gidişleri Şeyh İzzeddin’in. Köyden şehre yerleştiğimizde de bir yıl bile sektirmeden gelişleri devam etti. Bir ay kadar bizde kalır, sonra memleketine dönerdi. Kalabalık bir aileydik. Aile, dini, kitabı ve Peygamberi ile ilgili her şeyi ondan öğrendi.
Ehl-i Beyt sevgisinin tohumunu henüz altı yaşında iken yüreğime ilk eken işte bu mübarek Şeyh İzzeddin Efendi olmuştu.
Salih Suruç/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.