Kubbealtı Vakfı’na Uğradınız mı?

İstanbul’un önemli kültür ve irfan merkezlerinden birisi de Çemberlitaş’ta tarihî Köprülü Mehmed Paşa Medresesi’nde faaliyet yürüten Kubbealtı Vakfı’dır. İstanbul’da kültürle sanatla ilgilenip de bu vakfın adını duymayan neredeyse yok gibidir. Vakıf merhum Ekrem Hakkı Ayverdi ve kardeşi merhume Samiha Ayverdi öncülüğünde, millî irfan ve sanata hizmet gayesi ile 1970 yılında kurulmuştur. Halen aynı yerinde faaliyetlerine devam ediyor.

Kubbealtı’nın bazı konferanslarına bizim Umut ile birlikte katılırdık. Bir dönem orada çalışan gazeteci yazar Mehmet Nuri Yardım Bey’i de zaman zaman vakıf binasında ziyaret eder, kültür adamlarına dair sohbetlerini dinlerdik. Vakfın müdavimlerinin son derece kibar konuşan, kültüre, sanata önem veren, aynı zamanda dinî ve millî hassasiyetleri olan kişiler olduğunu konferanslarda ve ziyaretlerimizde gözlemliyordum. İstanbul’un irfan boyutunu besleyen bu vakfı anlatabilmem için, size bazı isimlerden bahsetmek istiyorum.

Samiha Ayverdi iyi bir yazar

Vakfın kurucularından Samiha Ayverdi, seçkin bir ailenin çocuğu olarak 1905’te İstanbul’da doğmuş. Kenan Rifa’ye intisap etmiş ve kendisini ömrü boyunca hocasının tasavvufî düşüncelerini yaymaya adamış. Birçok ülke gezmiş ve çok sayıda edebî eserler kaleme almış. Kitapları ve düşünceleri ile birçok kimseyi etkilemiş ve hala da etkilemeye devam ediyor. 22 Mart 1993’te İstanbul’da vefat eden Samiha Ayverdi, Merkezefendi Kabristanı’na defnedilmiş.

Bizim Umut’un söylediğine göre Semiha Hanım Kenan Rîfai’den sonra dergâhın başına geçmiş. Umut’da bu tarz bilgiler çoktur; mesela Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın da başka bir tarikatta vazifeli olduğunu söylemişti. Bir vakit Umut’la beraber Kadıköy’de ziyaret ettiğimiz Cemalnur Sargut Hanım’ın Samiha Ayverdi’nin devamı olduğunu yine ondan duymuştum. Bu konuların meraklısı için nakletmiş olalım. Tabi yine de Samiha Ayverdi’nin tasavvufi yönünü tanıyanlardan ve ilgililerden öğrenmekte fayda vardır. Samiha Ayverdi bizim gözümüzde iyi bir yazar ve iyi bir irfan insanıdır; onu bu yönüyle tanıyor ve rahmetle anıyoruz.

Onun “Yaşayan Ölü” adlı kitabını, yirmi dört saat süren İstanbul Cizre seyahatlerimden birinde okumuş ve çok beğenmiştim. İnce düşüncenin ürünü olan bu kitabın hasbî ve güzel duygularla yazılmış olduğunu zannediyorum. Merhamet gibi, iyilik gibi, affetmek gibi insanlara değer vermek gibi birçok faziletlere vurgu yapılan bu eserde, başkasını kendine tercih etme gibi çok üstün bir ahlaktan da bahsediliyor… İyi niyetli temiz insanların bu kitapta bir şeyler bulacağını düşüyorum. Benim gördüğüm kadarı ile kadın yazarlar içerisinde sağlam ve üsluplu yazan iki yazardan birisi Münevver Ayaşlı diğeri de Semiha Ayverdi’dir. Her ikisinin kitapları da ferasetle yazılmış müstesna, okunası kitaplardır. Her ikisi de yiğit aslanlar gibi yazan hanımefendilerdir.

Meşhur bir mimar

Samiha Ayverdi’nin abisi mimar ve mühendis merhum Ekrem Hakkı Ayverdi, vakfın kurucularından olup İstanbul’un değerli kültür adamlarındandır. 1899’da İstanbul’da doğmuş, 1984’te vefat etmiş ve o da Merkezefendi Kabristanı’na defnedilmiştir. Osmanlı mimarisi alanında çok kıymetli eserler vermiş ve birçok tarihî eserlerin restorasyonunda emeği geçmiştir. Tanıdığımız bildiğimiz ayaklı kütüphanelerden onun hizmetlerinin çok büyük olduğuna, yerinin kolay kolay dolmayacağına dair sözler işitmişizdir. Bunu Dursun Gürlek Hoca’dan duyduğumu hatırlıyorum.

Hakkında birkaç kişiden dinlediğim unutulmaz anekdotlardan bir tanesi de şudur: 24 Kasım 1934’te Ayasofya Camii müzeye çevrildiği zaman, üzerinde Lafza-yı Celal, Peygamberimizin, Dört Halife’nin ve Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimizin isimlerinin yazılı olduğu 7.5 metre büyüklüğündeki 8 adet dev hat levhasını indirmişler ve kapıdan çıkaramadıkları için içeride bir köşeye bırakmışlar. Bu tarihî levhaların bu şekilde çürümeye terk edilmesine üzülen Ekrem Hakkı Ayverdi ve arkadaşlarının girişimleri ile 1949 yılında bu levhaların yeniden yerine asılmasına izin verilmiş. Fakat bu dev levhaların öncelikli olarak tamir edilmesi ve daha sonra da yapıya zarar verilmeden eski yerlerine asılması o kadar da kolay değilmiş.

Ekrem Hakkı Ayverdi merhum hem bu levhaların tamir masraflarını üstlenmiş; hem de bir gece işçilerin başında durarak mühendislik hesaplar yaparak levhaların eski yerlerine itinalı bir şekilde asılmasını sağlamış. İbnülemin Mahmud Kemal İnal “Son Hattatlar” adlı eserinde bu olayı anlatırken; “Ekrem Bey gelip beni götürdü. Levhaları eski yerlerinde görünce ağlamaya başladım” diyor. Ecdadın emaneti bu levhaların yerlerde kalmasına gönlü razı olmayan Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bu hassasiyeti gerçekten de unutulmaz bir vefa örneğidir. Ecdat yadigârına yaptığı bu güzel hizmet bile tek başına çok önemlidir.

Nezih bir şahsiyet

Merhum Ekrem Ayverdi’nin ve Samiha Ayverdi’nin yakınlarında bulunmuş ve onların izlerini taşıyan bir isim olarak bir diğer şahsiyetten daha bahsetmek istiyorum. Hattat ve ebru sanatçısı Mustafa Uğur Derman Bey’den… Kendisini Kubbealtı Vakfı’nda görmüştüm. Saygı uyandıran, nezih bir hali vardı. Kendisi gülümser siması, zarif ve kibar konuşması ve kültür birikimi ile Kubbealtı ekolünde yetişen son İstanbul beyefendilerinden birisidir.

Bilhassa hat ve ebru alanında eserler veren Uğur Derman Bey; Mahir İz, Süheyl Ünver ve Necmettin Okyay gibi hocalardan dersler almış. Hanımı Prof. Dr. Çiçek Derman Hanım da tezhip sanatında ün yapmış bir sanatçıdır. Çiçek Hanım eşiyle beraber katıldığı bir televizyon programında çeşitli ailevi nedenlerden dolayı, kayıt yaptırdıktan yirmi yıl kadar sonra üniversiteden mezun olduğunu anlatmıştı. Anladığım kadarı ile hayata olumlu baktıkları için geçen yıllara rağmen her ikisi de yaşlanmamıştı. Bu arada hatırlatalım ki bahsettiğimiz Uğur Derman, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki isim benzeri Prof. Dr. Uğur Derman ile karıştırılmasın.

Kubbealtı camiasını yansıtması bakımından bu dört isimden bahsetmek istedim. Tabi bu insanlar dini ve kültürel bir grup olmakla birlikte, okumuş yazmış kimselerin buluştuğu belki belli başlı ailelere mensup kişilerden müteşekkil bir gruptur. Kültür ve medeniyete vurgu yapan yerli ve milliyetçi bir halleri vardır. Şehir kültürünü benimsemiş olmakla beraber sınıfcı bir seçkincilik yaptıklarına dair bir gözlemim olmadı. Sanata, edebiyata ve musikiye ilgilidirler. Neyzenler, müzehhipler, hattatlar ve ebru üstadları yetiştiren okul hüviyetinde bir camiadır.

İnsanlar arasında ilişkilerde nezakete son derece önem verirler. Dünyaya, hayata, insana bakışlarında bir takım incelikleri olan kimselerdir. Dinî hassasiyetleri de belirgindir ancak geleneksel dindar olarak da nitelendiremeyeceğimiz bir yapıları vardır. Mesela camianın bayanları gördüğüm kadarı ile başı açıktır. Modernliğe önem verirler. Fakat modernist ya da tarihselciler gibi geleneği paldır küldür yıkan kimseler değildir; onlarla aynı kefeye koymak haksızlık olur. Geleneğe saygılı bir yapıdır fakat sadece kısmî konularda ondan ayrılmıştır diyebiliriz.

İlginçtir ki tavizsiz bir Ehl-i Sünnet çizgisinde olan Üstad Mehmet Şevket Eygi gibi isimler, bu ailenin irfanî hizmetlerini hep minnetle anmışlardır. Hatta merhum Şevket Eygi’nin Kubbealtı vakfında söyleşileri de olmuştur. Bir yazısında Samiha Ayverdi’nin son devrin büyük fikir ve maneviyat şahsiyetlerinden biri olduğunu söylemiştir. Yine Ehl-i Sünnet hassasiyeti ile tanınan Üstad Kadir Mısıroğlu da Samiha Ayverdi’nin “Mesihpaşa İmamı” adlı eserini okurlarına tavsiye etmiştir. Osman Nuri Topbaş Efendi’nin kitaplarında da Samiha Hanım’dan iktibaslar olduğunu görmüştüm. Fakirin gerçi bu konuda bir söz hakkı yoktur amma benim de bu camiaya hüsnü zannım vardır. Allah onların da bizlerin de kusurlarını affetsin. Cümleye güzel bakmayı nasip etsin.

Aydın Başar, GENÇ Dergisi, Temmuz, 2020

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.