Yüzündeki, elindeki derilerin her bir gözeneğine Kur’an’ın nuru işlemiş bir insan… Her sözünde her cümlesinde ilahi kelamın tatlılığı olan bir Müslüman… Yüzünde bir yorgunluk, bir çekingenlik, bir mutluluk bir hüzün hakim. Kim bilir bir asra yakın hayatında neler gördü o gözler, neler duydu o kulaklar, nelere katlandı o yürek; bilemeyiz.
2022’nin bu son demlerinde kendisi ile yaklaşık altı saat geçirmek nasip oldu. Yanında geçirdiğim her an kendimi sahabe-i kiram efendilerimizin yanındaymış gibi hissettim. Evet İstanbul’un sokaklarındaydık, yine Üsküdar’daydık. Çoğu insanın belki gaflete daldığı, üç günlük dünya için koşturduğu yerlerde, onunla birlikte adım atarken dünya ile ilgili bir tasalarımızı unuttuğumuzu ve onunla hiç dünya kelamı konuşmadığımızı fark ettim.
Kuşluk vakti
Kuşluk vaktinden güneşin batışına kadar sohbetiyle şerefyap olduğum Mehmet Aktaş Hocaefendi hayatımda bambaşka bir yere sahip oldu. Kendisi ile ilk karşılaşmamız yıllar öncesinde Fatih Camii’nde bir icazet merasimi vesilesiyle olmuştu. Biraderim Hafız Murat Efendi’nin kendisinden ilmi kıraat okuduğum merhum Üstadım Şeyhül Kurra Ali Şahin Hocaefendi’den icazet aldığı gün karşılaşmıştık.
O tarihte nasıl olduysa Fatih Camii’nin içerisinde nur yüzlü, tatlı sözlü Mehmet Aktaş Hocaefendi ile karşılaşmıştık. Onca kalabalığın arasında bana, Ali Şahin Hocamın nerede olduğunu sormuştu. Ayaküstü konuşmuştuk ve bana; “Üsküdar’da Şeyh Camii’nin yanındayım, ismim Mehmet Aktaş beklerim seni” demişti. Üsküdar’ı çok sevdiğim için mi, Şeyh Devati ismini duyduğum için mi yoksa kardan aydınlık çehresinden mi bilinmez, bu mübarek pir-i faninin Kur’an’ın nuruyla bezenen siması hemen hafızama kazınmıştı.
“Acaba çok mu abartıyorsun, bu zamanda öyle insanlar var mı?” diye bir soru akla gelebilir, normaldir. Bu kadar fitne fesat ve nifak alametlerinin olduğu ahir zamanda insan kulağıyla duyarak inanamıyor doğrusu. Dünyanın hiçbir lezzetine aldanmamış, makam mevkii asla gözü görmemiş, en alçak anlamına gelen şu faniye (dünya) hiç iltifat etmemiş, sadece memuriyet hayatında değil emekli olduktan sonra da tam 26 yıldır Kur’an hizmetine gecesi ile gündüzüyle ömrünü vakfetmiş bir ehli Kur’an’ı anlatıyorum size.
Tamirhanede
Erzurum’un köylerinden dünyanın en merak edilen, en çok gezilmek görülmek istenen, en büyük medeniyetlere beşik olan payitahta İstanbul‘a geldiğinde elinde avucunda Cenab-ı Hakk’ın kitabından başka hiçbir şey olmayan bir genç, bir delikanlıymış. Elindeki o hidayet rehberine, o nura, o zikre sımsıkı sarılınca Rabbim de yolunu açmış, rızkını vermiş, hem dünyasını hem de ahiretini kazandıracak amelleri ve talebeleri ona nasip etmiş. Mevlam kendisine hayırlı ve bereketli bir ömür ikram eylesin.
Tamirhane adı verdiği mekan. Şeyh Devati Camii‘nin kıble tarafındaki meşhur merdivenlerden -bir zamanlar İstanbul’un en dar sokaklarından birisi diye haberlere konu olan- çıktıktan sonra bir üst sokaktaki gıda toptancısının yanı başındaki apartmanın giriş katındaki daire. Daireye girdiğinizde dar bir antre ve hemen girer girmez solda küçücük bir mutfak, iki insanın sığacağı kadar mutfağın yanında içerisinde küçük bir kitaplığın bulunduğu yemek masalı oda ve eve girdiğinizde direkt karşınızda şirin bir salon. karşılıyor sizi. Yanında ise ders odası var.
İstanbul şartlarında küçük denemeyecek orta halli bir daire. Hocaefendi’nin ders dinlediği masası, odanın cam kenarındaki köşesinde. Diğer tarafları ise Osmanlı usulü sedir takımı ile kaplanmış. Beyaz sedirlerin üzerinde yeşil minderler var. Odanın camı arka taraftaki ağaçların olduğu boşluğa bakıyor. Öyle ya İstanbul’da ağaç görmek de büyük nimet.
Bu mütevazı evde en doğru sözün, Kur’an’ı Kerim’in maneviyatı var. Rabbimizin kelamının okunduğu yerlere huzur ve sekinet iner. Huzurun adresi olan bu mekanlarda eğer günahlar haramlar işlenmezse duvara, yere, eşyaya adeta nüfuz eder bu maneviyat. Mekanların ruhu vardır, mekanların dili vardır. Anlayana, dinleyene…
Talebe okutmuş
Peki gelelim hoca efendinin Üsküdar’daki hayat hikayesinin başlangıcına. 84 yılında Şeyh Devati Mustafa Efendi Camii‘ne İmam Hatip olarak gelmiş. 1998 yılında buradan emekli olmuş. Fakat öyle sizin bildiğiniz gibi bir emeklilik değil bu. Tam 24 senedir bu camide kâh namaz kıldırır, kâh ezan okur kah müezzinlik yapar, sanki vazifesinin başındaki maaşlı memur gibi… Çalışmaktan asla geri durmazmış. Mesai mefhumu gözeten memuru bir kenara bırakınız, sabah namazından akşam geç saatlere kadar Kur’an talebelerini dinleyen bir aşık, bir dertli müminden bahsediyoruz.
Bu 70 yıllık ömründe onlarca Hafız yetiştirmiş. Şu anda ise “tamirhane” adı verdiği bu yerde hafızlığını bitirip tekrar etmek isteyen, zayıf olup kuvvetlendirmek isteyen, herhangi bir sebeple kurslardan ayrılan genç kardeşlerimize el uzatıyor. Onları belki yeniden Kur’an’la buluşturuyor. Kırık dökükleri yerine yerleştirip, eksik ve kusurları tamamlayıp, gençleri ve onların hafızlıklarını imar ederek müminlerin büyük bir derdini tamir ediyor.
Muhabbet aralarında; “Ömrümüz bir hiç uğruna geçti hiç!” demese; “Yahu bu mübarek! kimsenin yapamayacağı işi yapıyor, ne büyük bir azim, ne büyük gayret, bitmek tükenmek bilmeyen muazzam bir enerji” diyerek onu gözünüzde büyütürsünüz. Bu gönül ehli zat ise tam böyle hissedeceğiniz esnada kendisini sizin gözünüzde çok daha aşağılara çekmek için, gayretlerinin çok önemsiz olduğunu göstermek için böyle söylüyor.
Sarı bez
Eline mutfaktaki sarı bezi alıp bulaşıkları yıllara şahitlik eden parmakları ile yıkadığını görünce dünyada gerçek tevazuun ne olduğunu daha iyi anladım. Evet itiraf etmeliyim ki şimdiye kadar böyle bir ilme sahip, böyle bir hafızlığa sahip Kurra Hafız Hocaefendi’nin 72 yaşında çay demleyip bulaşık yıkadığını, kendinden olanlarca yaş küçük birisine kendi elleriyle hizmet ettiğini ilk defa gördüm. İnşallah onun bu peygamber ahlakından nasiplenmişimdir. İnşallah nasipsizlerden değilimdir.
Bu asırda da var mı? Bu zamanda da olabilir mi? Kim neyi ararsa onu buluyor. Kim neyi isterse ona eriyor. Sohbet koyulaşınca bu güzel insan ile ortak bir yanımızı buluyorum. Daha önceki bir yazımda Merhum Şeyhü’l Kurra Abdullah Hatipoğlu Hocamızın hayatından bir demet sizlere sunmaya gayret etmiştim.
Abdullah Hatipoğlu Hocamın ahir ömrüne yetiştim hamdolsun. Kendisinden Cezeri Mukaddimesi okudum ve talim dersleri aldım. Abdullah Hocam gönlümde ve hayatımda çok müstesna bir yere sahip oldu. Meğerse herkesin Hafız diye bildiği Mehmet Aktaş Hocaefendi aslında Abdullah Hatipoğlu Hocamdan Aşere -Takrib ilmini üç yıl boyunca okumuş. Tayyibe beyitlerini ezberlemiş Kurra Hafızmış. “Hocaefendi yaşasaydı bize icazet verecekti” diyor muhabbet esnasında.
Daldan dala
Konudan konuya geçiyoruz, daldan dala konan bir serçe gibiyiz. Tadına doyamadığım sohbet ve muhabbetten vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Zannettim ki her gelen misafiriyle böyle uzun uzun oturur, muhabbet eder, onlara çay demler. Biz Hocaefendi ile öğle ile ikindi arası bir demlik çay içtik, hatta ikindiden sonra bana yeni çay demledi kendisi; hem de dakikalar içerisinde. Eeee Erzurumlu ne de olsa.
Şimdi diyeceksiniz ki; “Sen ne kadar edepten yoksun bir adamsın. Böyle bir Hocaefendi’ye hizmet ettirilir mi?” Hakikaten yaptığı her şeyi gönülden yapıyordu, hiçbirisi yapmacık değildi. Benim sofradaki çaydanlığı alıp boşalan bardağa çay koymama bile neredeyse müsaade etmiyordu. O kadarını zorla yapıyordum. Hakiki tevazu, hakiki hizmet bu olsa gerektir.
Sıcak bir hitap
Öğrencilerine hitaben; “Benim oğlum” demesi kulağımda çınlıyor. Ah, talebesine nasıl hitap edeceğini bilemeyen hocalar! Özellikle hafızlık hocaları! İşte aradığımız eğitim semineri burada, ulaşmaya çalıştığımız örnek muallimlik burada. Nebevi eğitim metodu burada. Lokman Hakîm gibi çocuklara yaklaşmak burada. Kur’an ve Sünnet’e uygun bir insan yetiştirme örneği burada. “Benim oğlum!” ne güzel bir hitap.
“Benim” kelimesini hayatımızda biraz daha yaygınlaştırabiliriz belki de… “Abim benim, hocam benim, canım benim, kardeşim benim, dostum benim, arkadaşım benim” gibi… Tabi annenize babanıza, eşinize ve çocuklarınıza çok daha güzelini söylersiniz. “Benim” kelimesi aidiyet hissettiriyor oradaki o aidiyet eki insanı etkiliyor. Hocaefendi birçok kişinin yaptığı gibi Hafız adaylarına ya da hafızlara “oğlum” diyerek de hitap edebilirdi. Fakat o tüm sıcak kanlılığıyla, yılanı deliğinden çıkartacak kadar tatlı diliyle birlikte; “Benim oğlum” cümlesini tercih ediyordu.
Tertip ve düzen
Hocaefendi’nin karakteri ile ilgili dikkatimi çeken bir diğer husus da temizliği ve titizliğiydi. İlerleyen yaşına rağmen temizliğe son derece önem veriyordu. Gayet düzenli ve intizamlıydı. Zaten medresesinden de belli oluyordu. Mutfaktaki kuru bakliyat ve çayların dizilişi, kitaplıktaki düzen, masasının üzerindeki nizam dikkat çekiciydi.
Ne güzeldir Peygamber vazifesi olan hafızlık hocalığı… Peygamber ahlakı örnek alınarak yapılan Kur’an muallimliği… Hep aradığımız, eksikliğini hissettiğimiz, yıllardır konuşup durduğumuz bu değil midir? Hangi psikologdan eğitim almış? Hangi eğitim seminerlerine katılmış? Biz şimdilerde günlerce haftalarca bu hususlarda seminerlere eğitimlere katılıyoruz; insan psikolojisi, çocuk psikolojisi, ergen psikolojisi vs… Dini rehberlik eğitimleri, manevi danışmanlık eğitimleri, eğitimler eğitimler… Ah keşke sadece sertifikalarda, belgelerde kalmasa bu eğitimler…
Hocaefendi bahsi geçen bu eğitimlerin tamamını ve fazlasını almışçasına tüm benliğiyle yaşayarak canlı bir örnek haline gelmişti adeta. Bu eğitimlerin tamamını aldığını size sadece onun şu sözleri ile ispat edebileceğimi düşünüyorum. Şöyle diyordu Mehmet Aktaş Hocaefendi: “Benim oğlum, ben bu medresede kendi bulaşıklarımı kendim yıkar, kendi çayımı kendim yaparım. Kendi bardağımı kendim kaldırırım. Talebeye iş yaptırmam, talebeye bulaşık yıkatmam. Çünkü onun işi ders yapmak. Başka bir görev vererek onun hakkına girmek istemem. O sadece dersin yapsın yeter. ‘Hocam bana iş verdi, hocam bana hizmet verdi, hocam bana görev verdi’ diyerek dersinde gevşeklik yapmasın.”
Evet kendisi ile bir kaç saat vakit geçirdik ki bu anların tadı damağımızda kaldı. Sizlere deryadan bir katre aktarmaya çalıştım. Allah Teala Hocamıza daha nice hayırlı hizmetler yapmayı nasip eylesin.
Mustafa Çınar/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
- Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…
- Sosyal medyada yaptığımız hatalar neler?
- İhsan kıvamında üç güzel hayat…
- İnsanın hayatı anlama çabası…
- Suudi Arabistan’da tasavvufun izleri…