İmam Eş’ari’nin Temel Görüşleri

İmam Eşari kimdir
imam Eş'arinin görüşleri
muhammed ebu zehra mezhepler tarihi

İlim Yolcuları İçin
Temel Dini Metinler 3

İmam Eş’ari’nin Temel Görüşleri
MUHAMMED EBU ZEHRA

Hicri 260 senesinde Basra’da doğan Eş’ari, Hicri 330’larda vefat etmiştir. Kelam ilmini Mu’tezilîler’den öğrenen Imam Eş’arî, kendi dönemindeki Mu’tezilî hocası Ebû Ali el-Cübbâî’ye talebelik yaptı. İmam Eş’arî, fesahatinden ve yaşından dolayı, bazen, hocasının yerine tartışmaları da yönetirdi.

Derken, Eş’ari, Mutezile sofrasından gıdalandığı ve onların düşünce ürünleriyle yetiştiği halde, kendinden fikri bakımdan Mu’tezililerden bir uzaklık hissetti. Giderek fakihlerin ve muhaddislerin görüşlerine meyletmeye başladı.

Mu’tezileyle arasında bir uzaklık olduğunu hisseden Es’ari, bu nedenle, bir süre evine kapandı. Bu süre zarfında, iki grubun delillerini karşılaştırdı. Bu karşılaştırma sonucunda kendisinde “bir görüş” ağır bastı. Bunun üzerine, evinden dışarı çıktı ve insanları kendisiyle bir araya gelmeye çağırdı. Bir Cuma günü, Basra’daki büyük caminin minberine çıkarak şunları söyledi:

“Ey insanlar! Beni tanıyan tanır. Beni tanımayana ise, kendimi şimdi tanıtacağım. Ben, falan oğlu filanım. Kur’an’ın mahlûk olduğunu, Allah-u Teâlâ’nın (âhirete) gözle görülemeyeceğini ve kötü fiillerin benim tarafından yaratılarak) islendiğini söylerdim. Şimdi ise, döndüm ve tevbe ettim. Mu’tezile’ye karşı çıkmaya ve onların rezilliklerini ortaya koymaya karar verdim. Ey insanlar topluluğu! Ben, bir süre ortadan kaybolmuştum. Çünkü ben, düşünüyor ve delilleri inceliyordum. Bir süre, bu deliller kanımca birbirine denk geldi, birini diğerine tercih edemedim. Bunun üzerine, Allah’tan bana doğruyu göstermesini diledim. Allah da beni şu sayfalara yazdığım itikada yöneltti. Daha önce inandığım her şeyden, şu elbiseden sıyrıldığım gibi sıyrılıyorum.” (O sırada üzerinde bulunan bir elbiseyi çıkardı. Sonra da fakih ve muhaddislerden oluşan cemaat -Ehl-i Sünnet-‘in metoduna göre yazdığı risaleleri insanlara dağıttı.)

Eş’ari, kendi mezhebini ve Mu’tezile’ye karşı delillerini “el- İbane” adlı kitabın mukaddimesinde toplu bir şekilde açıklamıştır. Bu kitabın önsözünde, Allah-u Teâlâ’ya hamd ve senadan sonra şunlar yer almaktadır:

“Mu’tezili’lerin ve Kaderiler’in birçoğu, arzularının sürüklemesiyle, kendi büyüklerini ve geçmiş adamlarını taklit ederek, Kur’an’ı kendi görüşlerine göre tevil etmişlerdir. Bu teviller hakkında Allah, ne bir delil indirmiş, ne de bir açıklamada bulunmuştur. Onlar bu görüşlerini, ne Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’den, ne de seleften almışlardır. Bunlar, Allah’ın gözle görüleceğine dair, sahabilerin Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’den yaptıkları rivayete muhalefet etmişlerdir. Oysa ki bu konuda muhtelif cihetlerden rivayetler gelmiş, bu konudaki rivayetler (asar) tevatür derecesine gelmiş, bu konudaki haberler birbirini kovalamıştır.

Yine bunlar, Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in şefaatini inkâr etmişler ve bu konuda seleften gelen rivayetleri reddetmişlerdir. Kabir azabını da inkâr etmişler ve kâfirlerin kendi kabirlerinde azap göreceklerini kabul etmemişlerdir. Hâlbuki bu konuda sahabe ve tabiin ittifak etmişlerdir. Kur’an’ın mahluk olduğu konusunda, müşrik kardeşlerinin “Bu, ancak bir beşer sözüdür…” (Müddesir, 25) şeklindeki sözlerine yaklaşarak, Kur’an’ın beşer sözü gibi olduğunu iddia etmişlerdir.

Yine bunlar, kulların kötü fiillerini yarattıklarını ispat ve inandırmaya çalışarak, hayrın ve şerrin iki ayrı ilâhı olduğunu iddia eden ve dolayısıyla iki yaratıcı olduğunu kabul eden Mecusilere benzemişlerdir. Bunların iddiasına göre Allah, olmayacak bir şeyi dileyebilir ve dilediği bir şey de olmayabilir. Böylece tüm Müslümanların ittifakla kabul ettikleri “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz” inancına muhalefet etmişler ve şu âyet-i kerimelere ters düşmüşlerdir: “Allah dilemedikçe, siz bir sey dileyemezsiniz.” (İnsan, 30) “Eğer biz dileseydik, her nefse hidayetini verirdik.” (Secde, 13) “O, her dilediğini (mutlaka) yapar.” (Buruc, 16) Şuayb hakkında: “Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi müstesna, bizim ona (båtil dine) dönmemiz mümkün değildir.” (Araf, 89)

Bundan dolayı. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhşi ve sellem bunları “Bu ümmetin mecusileri…” olarak nitelemiştir. Çünkü bunlar, Mecusi dinine meylederek onların görüşlerini benimsediler. Tıpkı Mecusilerin iddia ettiği gibi, hayır ve şerrin iki ayrı yaratıcısı olduğunu ve Allah’ın olmasını dilemediği şerrin meydana gelebileceğini iddia ettiler.

Mu’tezililer, kendi kendilerine zarar veya menfaat elde edebileceklerini de iddia ettiler. Böylece Allah-u Teâlâ’nın şu kelamına ters düşmüş oldular. “De ki, Allah’ın dilemesi dışında, ben kendi nefsim için bir zarar veya menfaat elde etmeye kadir değilim.” (Araf, 188) Böylece hem Kur’an’dan, hem de tüm Müslümanların üzerinde ittifak ettiği yoldan saptılar.

Yine Mu’tezililer, Rablerinin herhangi bir katkısı olmaksızın, eylemlerinde güç sahibi olduklarını iddia ettiler. Böylece, kendilerinin Allah’a muhtaç olmadıklarını ifade etmiş oldular. Nasıl ki, Mecusiler, Allah’ın yapmaya güç yetiremediği şerri, Şeytan’ın yapmaya güç yetirdiğini iddia ediyorlarsa; bunlar da, Allah Teâla’nın kudretiyle olduğunu kabul etmedikleri şeylerin, kendi kudretleriyle olduğunu varsaydılar. Çünkü Mecusi dinine yaklaşarak, onların görüşlerine sarıldılar ve onların sapıklıklarına meylettiler.

Mu’tezililer, insanları, Allah’ın rahmetinden ümitsiz kılarak, onun lütfundan beklentisiz hale getirdiler. Onlar, tüm asiler hakkında ebedi olarak cehennem hükmünü vererek, Şu âyet-i kerimeye muhalefet ettiler: “…Şirkin dışındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar.” (Nisa, 116) Ateşe giren kimsenin bir daha oradan çıkamayacağını iddia ettiler. Bununla da Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’den gelen şu rivayete ters düştüler: “Allah-u Teålå, ateşte yanan bir kavmi de çıkarır ve (cennet ehli ile) birlikte olurlar.” (Buhari, Rikak, 52; Müslim, İman/302)
Ben, bu görüşleri -inşallah- bölüm bölüm zikredeceğim. Yardım ve destek, başarı ve isabet tümüyle Allah’tandır.

Eğer bir kimse dese ki: “Siz Mu’tezile’nin, Kaderiye’nin, Cehmiye’nin, Haririye’nin, Rafiziye ve Mürcie’nin görüşlerini reddettiniz. Bize kendi görüşlerinizi ve razı olduğunuz dini tanıtınız.” Ona denilir ki: “Savunduğumuz görüş ve benimsediğimiz din, Allah’ın kitabına ve O’nun Peygamberinin sünnetine sarılmak, Sahabe’den, tabinden ve hadis imamlarından gelen sözlere itibar etmektir. Biz buna sımsıkı sarılırız. Ayrıca, Ahmed bin Hanbel’in (Allah yüzünü ağartsın, derecesini yüceltsin ve sevabını çoğaltsın) tuttuğu yolu tutarız ve onun görüsüne ters düşen görüşlerden kaçınırız.

Çünkü o, faziletli bir imam ve mükemmel bir önder idi. Allah, onun sayesinde sapıklık döneminde hakkı ortaya çıkardı ve onun vasıtasıyla, izlenecek yolları açıklığa kavuşturdu. Onunla bid’atçıların bid’atini, sapıkların sapıklığını ve şüphecilerin şüphesini bastırdı. Allah rahmet etsin, o, önde gelen bir imam ve anlatıcı bir büyük idi. Allah, Müslümanların diğer tüm imamlarına da rahmet etsin.”

Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki, İmam Eş’ari, kendine göre imam Ahmed’in görüşlerini diriltmek üzere ortaya çıkmıştır. Çünkü Eş’ari, İmam Ahmed’in metodunu kendi metodu olarak kabul etmektedir. Bu yüzden, Eş’ari, İmam Ahmed’in tercih ettiği metodu hakkında şunları söylemiştir: “İtikad konusunda, görüşlerimiz kısaca şundan ibarettir: Biz, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resüllerine, Allah’tan gelen her şeye ve güvenilir kişilerin Peygamber’den rivayet ettikleri şeylere iman eder ve bunlardan herhangi bir şeyi reddetmeyiz.

Ayrıca, Allah’ın bir ve tek olduğuna, hiçbir şeye muhtaç olmadığına ve O’ndan başka ilah bulunmadığına, Allah’ın eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed’in onun kulu ve resulü olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna, kıyametin şüphesiz geleceğine ve Allah’ın kabirlerde bulunanları dirilteceğine iman ederiz.

Biz, Allah’ın işitme ve görme sıfatları olduğunu kabul ederiz. Mu’tezile ve Cehmiye’nin inkâr ettiği gibi bu sıfatları inkâr etmeyiz. Allah kelâmının mahlûk olmadığına inanırız. Bize göre, Allah, bir şeyi yaratırken ona “ol” demiş, o da hemen oluvermiştir.

Yeryüzünde herhangi bir “hayır” veya “şer” O’nun iradesi dışında olmaz. Yeryüzünde her şey Allah’ın dilemesi ile olur. Hiç kimse, Allah’ın yapması dışında bir şey yapmaya güç yetiremez. Biz, Allah’tan mustağni olamayız ve Allah’ın bilgisi dışına çıkamayız.

Allah’tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Kulların tüm eylemleri Allah tarafından yaratılır ve takdir edilir. Nitekim Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmuştur: “Sizi de, işlediğiniz amelleri Allah yaratmıştır.” (Saffat, 96) Kullar, herhangi bir şey yaratmaya kadir değildirler. Onlar yaratılmışlardır. Bu konuda da Cenab-ı Allah, Söyle buyurmuştur: “Yoksa onlar yaratıcısız mı yaratıldılar? Yoksa kendi kendilerini mi yarattılar?” (Tur, 25) Bu tür âyetler, Kur’an-ı Kerim’de daha pek çoktur.

Müminleri itaate muvaffak kılan, onlara lütufta bulunup, onları gözeten Allah’tır. Eğer Allah, kullarını salaha erdirirse salih olurlar, onları hidayete erdirirse hidayet bulurlar. Nitekim Cenab Allah, şöyle buyurmuştur: “Allah, kimi hidayete erdirirse, şüphesiz o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa, işte onlar hüsrana uğrayan kimselerdir.” (Araf, 178)

Biz, hayrıyla- şerriyle, tatlısıyla- acısıyla, Allah’ın kaza ve kaderine iman ederiz. Biliriz ki, başımıza gelenin gelmemesine imkan yoktur. Başımıza gelmeyecek olanın ise, gelmesine imkân yoktur. Kur’an’ın mahlûk olmadığını söyleriz. Kim, Kur’an’ın mahlûk olduğunu söylerse, onu inkâr etmiş olur.

Ayrıca, Allah-u Teâla’nın kıyamet gününde, tıpkı mehtaplı gecede ayın görüldüğü gibi, müminler tarafından görüldüğüne inanırız. Nitekim bu konuda Peygamberimiz’den birçok rivayet yapılmıştır. Kafirlerin ise, kıyamet gününde Allah’ı görmekten mahrum kalacaklarına inanırız. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “Hayır, o gün, onlar Rablerini görmekten) mahrum kalırlar. (Mutafın, 15)

Biz ehl-i kibleden hiç kimseyi zina, hırsızlık ve içki içmek gibi yüklendiği bir günahtan ötürü tekfir etmeyiz. Hariciler, bunu benimsemiş ve bunların kâfir olduğunu söylemişlerdi. Biz, büyük günah işleyip onu helål kabul eden, haram olduğuna inanmayanların kâfir olduğuna inanırız. Ayrıca, Allah-u Teâlâ’nın cehennemde yanan bir kavmi, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle oradan çıkaracağına inanırız.

Kabir azabının varlığını kabul ederiz, imanın söz ve amel olduğuna, artıp eksilebileceğine inanırız. Kendilerine Peygamberimizin sohbeti nasip olunan selefin sevgisini dinden kabul ederiz. Allah’ın onları övmesi gibi, biz de onları överiz. Onları önder kabul ederiz.

Suna da inanırız ki, Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’den sonra gelen İmam, Hazreti Ebubekir radıyellahu anh’dır. Allah, onunla dini güçlendirmiş ve onu mürtedlere karşı gâlip kılmıştır. Ondan sonra gelen İmam, Hazreti Ömer bin Hattab radıyellahu anh’dır. Ondan sonra da Hazreti Osman radıyellahu anh imam olmuştur. Allah onun yüzünü ağartsın. O, caniler tarafından zâlimce ve düşmanca öldürülmüştür. Daha sonra da, Hazreti Ali bin Ebi Talib radıyellahu anh imam olmuştur. Peygamber’den sonra gelen imamlar bunlardır. Bunların hilafeti, peygamberlik hilafetidir.

Resulullah sallelalhu aleyhi ve sellem’in cennetle müjdelediği on kişinin cennetlik olduğuna inanırız. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in diğer sahabilerini de önder olarak kabul ederiz. Sahabiler arasında meydana gelen anlaşmazlıklara karışmayız. Allah için, dört halifenin rüşd sahibi, güzel ahlaklı ve faziletle kimseler olduğuna, başkalarının fazilette onlara erişemeyeceğine inanırız.

Tanınmış nakil alimlerinin “Müslümanların imamları hakkında yaptıkları tezkiye rivayetlerinin tümünü kabul eder ve bunların imamlıklarını ikrar ederiz. Doğru yoldan çıkan imamlara karşı ayaklananları sapık kabul ederiz. Bunlara kılıçla karşı gelinmeyeceğine inanırız. Fitne anında savaşmayız.

Deccal’in çıkacağına, kabir azabına, Münker ve Nekir (adli sorgu melekleri) ne inanırız. Mi’raç hadisini tasdik eder ve uykuda görülen birçok rüyayı sahih kabul ederiz. Müminlerin ölüleri için sadaka ve duayı uygun görür ve Allah’ın dua ve sadaka sayesinde bunlara fayda dokunduracağına inanırız. Allah-u Tealâ’nın, bazı salih kullarına, özel bazı ayetler yetenek- bilgi verebileceğine inanırız.”

İmam Eş’ari’nin mezhebi, fıkıh ve hadis alimleriyle Mutezililer arasında çıkan ihtilaflarda, fıkıh ve hadis alimlerinin görüşleri ile birleşir. Mutlak olarak nassların zahirine sarılan ve bu konuda herhangi bir tevile başvurmayan Eş’arî, kendi heveslerine uyanlardan kesinlikle uzaktır. Aslında İmam Eş’ari’nin görüşleri, redlerle kabuller arasında aşırı giden ve her biri bir uç olan Mutezile, Haşeviye ve Cebriye arasında bir orta yol hüviyetindedir.

Eş’ari, Mutezile’nin otoritesi yıkıldıktan sonra, o asırda Ehl-i Sünnet’in tanınan imamı haline gelmişti. Eş’ari, bu alanda büyük itibar kazanmış, pek çok taraftarı olmuş ve idarecilerden de destek ve yardım görmüştür. Bunun üzerine Eş’ari, hasımları olan Mutezile’yi, sapıkları ve kâfirleri takibe almış, taraftarlarını çeşitli bölgelere, Ehl-i Sünnet’in hasımlarıyla mücadele etmeye göndermiştir. Bu bakımdan, o dönemin çoğu alimleri, onu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat”in imamı olarak nitelendirmişlerdir.

Kaynak: Bu yazı “Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Tercüme; Sıbğatullah Kaya, s.170-175” kaynağından kısaltılarak iktibas edilmiştir.

İrfanDunyamiz.com/ Kaynak Metinler

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.