Musibetler misafirdir görevini yapar gider…

Ahir zamanın bela ve musibetleriyle imtihan olunan insanımız, salgınlar, hastalıklar, savaşlar ve katliamlarla adeta iç içe yaşar oldu. Son yıllarda ülkece, hatta dünyaca derin bir yorgunluğun içindeyiz. Bir yanda, hâlâ etkisini hissettiğimiz, hayat tarzımızı kökten değiştiren pandeminin etkileri hala sürüyor. O dönemden kalma travmalar hala kendisini hissettiriyor.

Diğer yanda, yüreğimizi parçalayan, binlerce canımızı alan deprem felaketleri yaşadık. Ardından on binlerce Gazzeli kardeşimizin Siyonistler tarafından katledilmesine şahid olduk. Günlük hayatın telaşı içinde yolumuza devam etsek de, birçoğumuzun zihninin bir köşesinde “Neden hep bizi buluyor bu belalar, bu musibetler?” sorusu yankılanıyor.

Manevi boyut

Evet, ekranlarda uzmanları dinledik, bilimsel açıklamalar yaptılar. Fay hatlarının kırılmasının jeolojik, virüslerin yayılmasının biyolojik izahlarını açıkladılar. Bilim bize “nasıl” olduğunu anlatıyor. Fakat çoğu zaman eksik kalan bir taraf var. Meselenin “neden” boyutu, özellikle işin manevi yönü, ilahi mesaj tarafı nedense gizlenmek isteniyor.

Kâinatı başıboş bırakmayan, muazzam bir düzenle yöneten Yüce Yaratıcı’nın varlığını, mesajını, uyarılarını görmezden gelip tüm yaşananları “sadece doğal süreçler” olarak okumak, büyük fotoğrafın en kritik parçasını atlamak demektir. Oysa her imtihan, her musibet aynı zamanda bir uyarı levhasıdır. Rotamızı düzeltmemiz, kendimize gelmemiz için gönderilen bir ilahi ikaz…

İlahi bir uyarının olabileceğini her zaman aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekir. Buyurun, ilahi fermanı birlikte okuyalım: “Sizden önce, zulmettikleri ve peygamberleri kendilerine açık kanıtlar getirdikleri halde inanmadıkları için nice nesilleri helâk etmişizdir. İşte suç işleyen kavimleri böyle cezalandırırız.” (Yûnus, 13)

Günümüzde yaşanılan bunca büyük acıların ortasında, insanın kendini bazen çok küçük ve çaresiz hissetmesi normaldir. Başımıza gelen musibetlerden belki de en büyüğü çağımızdaki iman yangınıdır. İşte tam da bu iman yangının ortasında; “Benim elimden ne gelir ki?” dediğimiz o anlarda, kadim bir kıssa zihnimizde yeniden canlanıyor.

Hani Nemrut, Hazreti İbrahim aleyhis selam’ı yakmak için devasa bir ateş kurdurmuştu. Alevlerin şiddetinden kuşlar bile uzaklaşırken, küçük bir karınca ağzında minicik bir su damlasıyla ateşe doğru koşuyordu. Onu gören başka bir karınca gülerek sordu: “Bu ateşe bir damla su mu taşıyorsun? Ne faydası olacak ki?” Karıncanın cevabı ibretlikti: “Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum bilinsin.”

Tarafımız belli olsun

Bugün bizim hâlimiz de bundan farklı değil. Dünyadaki kötülükleri bir anda kaldıramayız, musibetlerin ateşini tek başımıza söndüremeyiz. Ama en azından tarafımızı belli etmekle, iyiliğin yanında durmakla, imtihanlardan ders çıkarmakla ve iman hizmeti yapmakla mükellefiz. Şüpheler içinde kendi haline bıraktığımız her bir kardeşimizden sorumluyuz.

Yaklaşık otuz yıldır sağlık sektöründe olan biri olarak şunu net bir şekilde görüyorum: Musibetler sadece binaları yıkmıyor; insanın bedenine, ruhuna, değerlerine ve yaşam tarzına da dokunuyor. Bu yüzden meseleye maddi reçetenin yanında manevi ve psikolojik bir reçeteyle yaklaşmak zorundayız. Kainatta musibetlerin de bir görevi olduğunu unutmamalıyız.

Bir musibet, bize getirdiği mesajı anlayıp bizden gereğini yapmamızı bekler. Mesaj alınırsa misafirliğini tamamlayıp gider. Alınmazsa görev uzar. Belki yeni bir sarsıntı, belki başka bir imtihan kapıyı çalar. Ve çoğu zaman bir önceki daha hafif kalır. Çünkü alınmayan her mesaj, daha güçlü bir uyarıyla geri döner.

Bu çemberi kırıp, sabır, namaz ve dua ile Rabbimize yönelmekte başka bir çıkış yoktur. Nefis ve şeytan engelini aşıp musibetlerden ders çıkarabilmemiz ve kendimize çeki düzen verebilmemiz niyazı ile…

Metin Özmen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Hüseyin Küçükkalay hocamızdan hatıralar…

Alim ve arifleri anmak, gönül dünyalarımıza feyiz ve nûr olur. Zira onlar Allah’ı hatırlatırlar. Bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.