Musibetler karşısında nasıl tavır almalıyız?

Her başa gelen musibet Levh-i Mahfuz’da yazılmıştır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.”1 

Âyette zikredilen “kitap”tan maksat, “Levh-i mahfûz”dur. “Musîbet” kavramının anlamlarından biri de hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle isabet eden hâdise ve felâkettir. Arzda (yeryüzünde) meydana gelen musibet, herhangi bir zarar ve harabeye sebep olan afet ve ziyanlardır. Bu, kuraklık, kıtlık, fiyatların yükselmesi, açlık, ürünlerde, bitkilerde ve hayvanlarda meydana gelen afetler ve eksiklikler, ev veya şehir yıkımı, arazi ziyanı, zelzele/ deprem gibi diğer bütün zararları içine alır.

Kadere bağlanmak

Nefislerdeki musîbet ise, ölüm, hastalık, yorgunluk, yara bere, ağrı sızı, kırık, hapis, işkence, açlık, susuzluk, çocukların ve eşin ölmesi, malın/servetin elden çıkması/ kaybedilmesi gibi insanlarla ilgili olanlardır. Hoşa giden başarılar Allah Teâla’nın lütfu olduğu gibi, bütün musibetler de Allah’ın ezel-i ilminde veya Levh-i mahfûz’da tespit edilmiştir, yazılmıştır. Öyle ki, Allah Teâlâ, o yeri veya nefisleri yahut o musibeti yaratmadan önce yazmıştır. Allah Teâlâ, madde ve zamandan müstağnidir/ beridir. O’nun zamana, maddeye ve herhangi bir hazırlığa ihtiyacı yoktur. Kullara zor gelse bile bütün bunların çok olmasına rağmen tespit etmek Allah Teâlâ’ya kolaydır.2 

Takdir edilen musibetten kaçmakla kurtulmak mümkün olmaz. O yazılmış ise yalnız müsabakaya girişenler değil, kaçanlara veya oturup zevk ve rahatına bakanlara gelir çatar. Bu hususta, böyle bir inanca sahip olmalı ve o yolda hareket edilmelidir. Musibetlere karşı kadere bağlanmanın kalbe kuvvet ve sağlamlık vermesi yanında, gerek acı ve gerek tatlı hadiseler karşısında insanı sarsmayan bir faydası da vardır.3

Kul hakkında Allah Teâlâ tarafından gerçekleştirilen tespit ve takdirin sebebi bir sonraki ayette şöyle açıklanmıştır: “Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez”.4 

Demek ki musibetlerin vuku bulmadan önce yazılıp takdir edilmesi; insanın, dünya ve onun nimetlerini, sıhhati ve rızık ve afiyeti kaybetmesinden dolayı üzülmemesi, Allah’ın kendisine lütfettiği şeylerden dolayı şımarmaması içindir. Çünkü her şeyin Allah tarafından takdir edilip yazıldığını bilen kimselerin, kaybettiklerine karşı üzüntüsü ve elde ettikleri nimetlere karşı ise sevgisi az olur.

Yanında bulunan şeylerin şüphesiz kaybolacağını bilen bir kimse, onları kaybetmesi durumunda sabırsızlanmaz. Çünkü o, bunlara nefsini alıştırmıştır. Kendisine takdir edilen bazı hayır/ nimetin her halükarda kendisine ulaşacağını bilip inanan kimse, nimete erişince sevinci aşırı olmaz. Ancak herkes insan olarak kendisine ulaşan bir nimete sevinir, başına gelen bir sıkıntıya ise üzülür. Fakat sevinç halinde şükretmesi, üzüntü halinde ise sabretmesi gerekir. Yerilen durum, üzüntüden dolayı sabrın zıddı olan sızlanıp durmaktır. Sevinçten dolayı da kişiyi şükürden alıkoyan azdırıcı şımarıklıktır.5

Teslim olmak

Başına gelen musibetlere karşı “Allah’ın takdiri böyleymiş” diyerek teslim olan ve aynı zamanda elde ettiği nimetlerden ve kazanımlardan dolayı da kibirlenmeyip şükreden bir kimse, bütün bunların bir imtihan olduğunu düşünmeli ve her iki durumda da sabır ve şükrünü artırmalıdır. Zira her şeyin Allah’ın takdiri ile olduğuna imanı olan, kalpleri Allah’ın zikrine ve hakka, saygı duygusu besleyen kimseler,

Allah Teâlâ’nın, hâdiseler ile ortaya çıkan acı, tatlı, kaza ve kader tecellileri/ görüntüleri karşısında insan olarak üzüntü duysa veya duygulansa da kendini şaşırmaz. O, ne gamın ıstırabına ne de sevincin gurur ve heyecanına kendini kaptırmaz. Hepsinin Hak’tan indiğini ve nice gizli hikmetleri bulunduğunu bilerek her iki halde de gönlünü, Allah’ın, mağfireti ve rızası neşesine bağlayıp alçak gönüllülük ve rıza hisleriyle vazifesine bakar.6

Allah Teâlâ, mahlûkatı veya musibeti yaratmadan önce onu, kitabında (Levh-i mahfûzda) tespit edip yazdığına göre, insan başına gelecek her türlü sıkıntıyı ve elde edeceği nimetleri bilmesi mümkün görünmemektedir. Başa gelecek musibetlerin ve elde edilecek nimetlerin takdir boyutunu, hikmetini ve arka planını kavramak imkânsız olunca, insana düşen görev, musibetler karşısında sabır, nimetlere erişme noktasında ise şükür gerekmektedir.

İnsan, bolluğa kavuşunca, kulluk görevlerinden kendisini uzaklaştıracak şekilde ne bir şımarıklığa yeltenmeli ne de başına gelen musibetler karşısında sabırsızlığa ve acizliğe düşerek zafiyete düşmelidir. Sabrı, musibetlere karşı bir dayanma gücü ve şükrü de nimetlere ulaşmanın bir iksiri olarak görmelidir. Bütün bunları yerine getirirken de kendine düşen insani tedbirleri yerine getirmeli ve sonucu Allah’ın takdirine bırakarak huzura ermenin yollarını aramalıdır.

Allah’ın izniyledir

“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”7 ayetinde zikredilen “bi iznillâh” kavramı, Allah’ın takdiri, iradesi, ilmi, dilemesi kaza ve kaderi şeklinde tefsir edilmiştir. Bu anlamlara göre, insanların bedenlerine, ehline ve mallarına gelen her musibet, Allah’ın takdiri ve dilemesiyle gerçekleşmektedir.

Her kim, kendisine gelen ölüm, sıkıntı, hastalık, ailesinin ölmesi, malın elden çıkması, fakirlik, kıtlık ve benzeri hususların Allah’ın kazası, kaderi, dilemesi ve ilmi ile gerçekleştiğine inanır ve teslim olursa, Allah Teâlâ, onun kalbine Allah’ın emrine boyun eğmeyi, hoşnutluk/ itminan, sabır ve sebat etmeyi nasip eder. Onu, musibet anında “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz Allah’tan geldik ve ona döneceğiz) diyerek Allah’ın takdirine teslim olmaya muvaffak kılar. Bolluk anında kalbine şükretmeyi ve belâ anında ise sabretmeyi lütfeder. Belâ verildiğinde sabreder, nimet ihsan edildiğinde şükreder, kendisine haksızlık edildiğinde bağışlar.8

Bütün musibetler, Allah’ın emri, takdiri, ilmi ve dilemesi ile gerçekleştiğine göre, bu durumda inanan insanın, bunun hikmetini ve takdir planını bilemeyeceğine göre yapacağı tek şey, beşeri gücü nispetinde tedbirini almak ve musibetle karşılaşınca Allah’a boyun eğmek ve teslim olmaktır.

Bu tutum ve tavır içerisinde alan her mümin, “kadere inanan kederden emin olur” prensibince rahata kavuşur, tereddüt, bocalama ve endişelerden kurtulur. Musibetin oluşuna ve şekillenmesine göre gücü yettiğince krizi yönetmeye çalışır. Korku, endişe, kaygı olgularına yenik düşerek aciz kalmamaya çalışır. Bütün bunlardan sonra ilahî gücün takdirine ve kazasına razı olarak huzura erer. Gücü yetmediklerinden ve yönetmeye kâdir olamadıklarından dolayı üzüntü duymaz ve çaresizliğini problem etmez.

Prof. Dr. Kerim Buladı/ İrfanDunyamiz.com

1 Hadîd, 57/22. 
2 Bkz. Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXIX, 206-207; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, VI, 184-185; Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, VI, 184-185; Hâzin, Lübâbu’t-Te’vîl, VI, 1184-185; Ebu Tâhir Muhammed b. Yakub el-Fîrûzâbâdî, Tenvîru’lMikbâs min Tefsiri İbn Abbâs, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi (Mecmûatü’n mine’t-Tefâsîr içindi), Beyrut, ts. VI, 184-185; Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 4754. 
3 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 4754. 
4 Hadîd, 57/23. 
5 Bkz. Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXIX, 208; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, VI, 185; Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, VI, 185; Hâzin, Lübâbu’t-Te’vîl, VI, 185; Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs VI, 185. 
6 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 4755. 
7 Teğâbün, 64/11. 
8 Bkz. Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, tahkik, Muhammed Mansur Vanlıoğlu, ilmî Kontrol, Bekir Topaloğlu, Mizan Yayınevi, İstanbul, 2010, XV, 199; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXX, 24; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, VI, 281; Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, VI, 281; Hâzin, Lübâbu’t-Te’vîl, VI, 280; Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs VI, 281.

İslam İlmihalimiz ↗

Dini sorularınıza güvenilir kaynaklardan cevaplar bulmak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Firavun’un ilahlık iddiası…

Kibirlenmek, büyüklük taslamak, ayetlere karşı aldırışsız davranmak, hakikate kulak tıkamak da fısktır. Kibirlenmek (istikbar); büyüklük gösterisinde …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.