Aile olarak Konya‘ya Bozkır’ın Kızılçakır köyünden 1947 senesinin Ekim ayında gelmiştik. Babam beni götürdü, Sultan Selim Camii imamı Şükrü Efendi hocama teslim etti. Ve ben hafızlığa başladım. Bu esnada mahallemizde oturan ve Hadim’in Eğiste köyünden gelmiş bir aile vardı. Babaları ölmüş, üç oğlan ve bir de anneleri. Köyde onlara “İbişlerin Oğlanları” denirmiş.
Bunların küçük oğlu Ali benim hafızlık arkadaşımdı. Aynı yaştaydık. Zaman zaman o bize gelir, ben onlara giderdim. Anneleri son derece yaşlı ve saliha bir hanımdı. Dilinden zikir hiç eksik olmazdı. Büyük oğlu Mehmet, ortanca oğlu Recep, küçük oğlu Ali… Ali ile ben hıfza çalışıyorduk. Mehmet Arapça okuyordu. Recep İstanbul’a gitti ve Süleyman Hilmi Efendi‘de okuyordu.
Tasavvuf tohumları
Annelerine ben de anne derdim. Beni de oğlu Ali gibi severdi. Bir gün Ali ile bana nasihat ederken, Adana’da Mahmut Sami Ramazanoğlu diye bir zâttan bahsetti. Onun halinden, kerametinden, menkıbelerinden anlattı. O kadar tatlı ve güzel anlatıyordu ki imrendim. Ve işte o sohbetten sonra Sami Efendi Hazretlerine karşı içimde bir muhabbet ve meyil doğdu. Onlara her gelişimde, ondan bir şeyler dinlemek isterdim. Hayatımın ilk tasavvuf tohumları orada ve o anne eliyle atılmıştı.
Hafızlığı bitirdim. 1949 yılı başlarında Hacı Tahir Büyükkörükçü Hocamda Arapça okumaya başladım. Ermenekli İbrahim Koçaşlı, Eğiste’li Kerim, Mehmet Çinkara, Memiş Yöntem, Ahmet Küçük ben ve diğer bazı arkadaşlar. Galiba 16 kişiydik. Ders okuduğumuz mescide bizim evimiz yakın olduğundan ben erken gelirdim. Diğer arkadaşların gelmesini beklerken Tahir Hocam yönü kıbleye dönük mihrapta otururdu. Onun ne ile meşgul olduğunu çok merak ederdim. Sonra öğrendim ki o da Sami Efendi hazretlerinin müridi imiş.
Daha öncesinden o zata bir muhabbetim vardı. Hocamın da ona müntesip olduğunu öğrenince muhabbetim daha da arttı. İçimden “İnşaallah” dedim, “Bir gün ben de o zâttan bir ders alırım” diye azmettim. Bir gün son dersimizdi. Avamil kitabını bitirmiştik. “Hayır ve şer her şey kendisinden gelen zâta tevekkül ettik” cümlesini söyledik. Mescidin kapısı açıldı. İçeriye resmi ve sivil polisler girdiler. Yani bizi bastılar ve yakaladılar.
İstanbul’a gittim
Bu sebeple Hocam bize ders okutmayı bıraktı. Ben de bir vesile oldu, İstanbul’a okumaya gittim. Orada hafız Alaaddin, Ahmet Aydın Tarı, Ali Kemal Belviranlı, Feyzi Özçimi, Mehmet Baybal vs. birtakım Konyalı ağabeylerle tanıştım. Bunların hepsi de Sami Efendi Hazretlerini bilen, tanıyan kimselerdi. İslam’ın Nuru adında aylık bir dergi çıkıyordu.
Sami Efendimizin damadı, merhum Ömer Kirazoğlu, Dr. Ali Kemal Belviranlı, Feyzi Özçimi, diş hekimi Nuri Yılmazgil ve benzeri pek çok kimse bu dergiyle meşgul oluyorlardı. Efendi Hazretleri de derginin hesap işlerine bakıyordu. Dergi her ay çıktığında bizler gider, 3–4 gün orada çalışırdık. Dergiyi zarflara koyar ve postaya hazırlardık. İdarehanede önce geniş bir salon vardı. Sonra o salona açılan odalar. Biz salonda çalışırdık.
Öğle vakti yaklaştığında Efendi Hazretleri kapısını açar, biraz dururdu. Biz de onun çıkacağını anlar, kendimizi toplar, hazırlanırdık. Camiden geldiğinde dışarıdan girmeden önce kapıyı vururdu. Biz yine kendimize çeki düzen verir ve kapıyı açardık. Selam verir ve odalarına geçerlerdi. Genellikle öğle ve ikindi namazlarını Sultan Ahmet Camii’nde kılarlardı. Yerimiz oraya yakındı.
Efendi Hazretleri abdest alırken havlu tutmak için yarışırdık. Bir defasında arkadaşla ihtilafa düşmüştük. Havluyu sen tutacaksın, ben tutacağım diye. O asılıyordu, ben asılıyordum. Biz böyle uğraşırken o abdesti bitirmiş gelmiş, biz boyuna uğraşırız. Baktık ki efendi bize tebessüm ediyor. Hemen bize: “Bir defasında biriniz, bir defasında biriniz” buyurdular. Ve problem çözüldü.
Ben her ayın sonu ile başında orada o yüce zatı görmekten büyük mutluluk duyuyordum. Henüz inâbe almamıştım ama teveccühlerine ve dualarına mazhar olmuş ve mânen kendimi ona nispet etmiştim. Beyoğlu müftülük müsevvidi merhum Fuat Çamdibi Hocam da onun müntesiplerindendi. Zaman zaman sohbetinde bulunmak nasip olmuştu. Abdülgani Uygun ağabey, Abdülmennân ağabey ve daha pek çok zevat ile görüşüyor ve Efendi’nin menkıbelerini dinliyordum.
(Not Bu yazı merhum Hafız Hasan Hüseyin Varol Hocamızın “Yaşadıklarım ve Gördüklerim” adlı Hatırat kitabından kısaltılarak derlenmiştir. Başlıklar sitemize aittir. Geçmişlerimiz için Fatihalara ve dualara vesile olması niyazı ile.)
Hasan Hüseyin Varol/ İrfanDunyamiz.com
İLGİLİ YAZILAR
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.