
Sevgi bir hayat tarzıdır. Sevmek hüsn-ü zan etmeyi gerektirir. Hüsn-ü zan etmeyen sevemez. Birbirlerine karşı niyetlerini bozmuş insanlar bir bütünü oluşturamazlar. Ailede eşler niyeti bozarsa aile fesat yuvası olur. Toplumun unsurları birbirlerine karşı niyeti bozarsa o toplum sevgi toplumu değil nefret toplumu olur.
Sevmek için altyapı gerekir. Sevmek, ilahi bir tılsımdır. Sevmek, bir bakış açısıdır. Sevmek, bütün yaratılmışlara rahmet nazarı ile bakmayı gerektirir. Bu da olumlu bakmak demektir. Sevmek, şüphe ve pürüz kabul etmez. Hüsn-ü zan edemediğin, şüpheyle yaklaştığın kimseyi sevemezsin. Sevmenin alt yapısı kalbin ilahi feyiz akımları ile doldurulmasıdır.
İkiye ayrılır
İslam düşünürlerine göre sevgi, doğal (tabii) ve iradi (isteğe bağlı) olmak üzre ikiye ayrılır. Doğal sevgi, doğuştan edindiğimiz sevgidir. İradi sevgi ise sonradan kendi irademizle ve çabamızla edindiğimiz sevgidir. İnsanların kendi çocuklarını sevmesi, bir koyunun kuzusunu, bir tavuğun yavrusunu sevmesi doğal sevgiye en iyi örneklerdir.
Kişinin eşini veya arkadaşlarını sevmesi ise iradi sevgi grubunda mütalaa edilir. İster iradi ister tabii olsun bütün sevgiler fıtridir. Sevmek, insanın fıtratında vardır. Sevmek, iyilik ve rahmet ile ilgilidir. İnsanın anne karnında oluştuğu yere de rahim denilmiştir. Sevgi ile heves bazen karıştırılır. Heves, nefis ve hevanın ürünüdür. Sevgi ruhun, heves hayvani bedenin eylemidir.
Adalet ve tevhid sevgiyi anlamlı kılan iki diğer parametredir. Adalet, her şeye hakkını vermektir. Tevhid ise her şeyin Bir Olan ile bağlantısını kurmaktır. Adalet olmadan sevgi anlamsızdır. Çocukları arasında adaleti sağlamayı düşünmeyen bir anne babanın sevgisi adalete dayanmayan eksik bir sevgidir. Adalete dayanmadığı için de tevhid ile bağdaşmaz. Yani böyle bir sevgi Allah ve Resulünün onaylamadığı bir sevgidir.
Bir düşünür şöyle der: “Tevhid inancın, mantık düşüncenin, sağlık bedenin, ahlak ise davranışlarımızın adaletidir. İman, tevhid ile buluşunca imanın adaleti ortaya çıkar. Tevhidin olmadığı bir yerde zülüm, kötülük, kaos ve kargaşa vardır. Tevhide dayanmayan bir iyilik, sadece menfaat ve kısa süreli bir lezzet olarak kalır. Tevhid bilinci, iyiliğin gerçek ve hakiki kaynağının bilincinde olduğundan iyiliğin bireyden aileye, aileden topluma yaygınlaşmasının çabası içinde olur.”
Dört çaba
Genel olarak bakıldığında insanın dört temel çabası vardır. Bunlar; beslenmek, üremek, barınmak ve anlamak şeklinde sıralanabilir. Beslenme, üreme ve barınma çabası, bütün canlıların ortaklaştığı çabalardır. Ancak olayları ve olguları anlama çabası insana has bir çabadır. Hiç kuşkusuz anlamaya giden yol bilgiden, davranışa giden yol da anlamadan geçer. Anlamak, inanmayı kapsar. İnsanın beslenip ürediği, barındığı ve anlamaya çalıştığı ortamın adı hayattır.
Bu hayatı anlamlandırmak, bizim elimizdedir. Hayatı anlama, anlamlandırma, kavrama ve algılamadan koparak sadece beslenme, üreme ve barınmaya odaklanmak, yaratılış serüvenimize aykırıdır. Kelimelerle konuşan, kavramlarla düşünen ve duygularla yaşayan insan, bu yolculukta, iyilik ve anlam üzerine hayatını inşa etmesi gerekmektedir. İşte o anlam insanı insan yapan sevgi, merhamet, adalet gibi değerlerdir.
İnsanın zavallılığı, varlığının, varoluşunun anlamını, güzelliğini, tasavvurunu ve hikmetini yitirmesidir. Bu anlam kaybı, bizleri diğer canlıların seviyesine indirir. Merhamet, adalet, nezaket, nezahet, iyilik ve güzellik gibi bizi “Biz” yapan bu temel değerler, hayatımızdan çıkınca “İnsan” olma vasfımızı yitirmiş oluruz. Tolstoy’un dediği gibi; “Acı hissediyorsan canlısın, başkasının acısını hissediyorsan insansın.”
Tersinden düşünelim, bir mazlumun, bir mağdurun acısın hissetmeyen bir kişi nasıl bir duruma düşer? Bugün Gazze’de yapılan katliamların, soykırımların acısını duymayan, “Bana ne bunlardan?” diyen birisinin düştüğü durumu hayal edebiliyor musunuz?
İki ihtiyaç
İnsanların hayat serüveninde iki türlü ihtiyaçları vardır: 1.Biyolojik ihtiyaçlar, 2. Manevi ihtiyaçlar. Bütüncül bir yaklaşımla yaklaşarak, biyolojik ihtiyaçlarımızı gidermemiz nasıl bir gereklilikse, manevi ihtiyaçlarımızı karşılamamız da öyle bir gerekliliktir. Bu iki ihtiyaçtan birini karşılayıp, diğerini ihmal etmemiz, kendi hayatımızı ve mutluluğumuzu yok etmek demektir.
Hayatı anlamlı kılmanın yolu; sahip olduğumuz tüm organların ihtiyaç duyduğu besinleri vermektir. Acıktığımızda yemek yeriz, susadığımızda su içeriz. Yeme ve içme ihtiyacımızı giderince, midemiz ikna olur, inşa olur ve ihya olur. Midemiz lisan-ı hal ile bize teşekkür eder. Peki insan sadece mideden oluşan bir varlık mı? Hayır.
İnsanın kalbi var, aklı var, ruhu var, ve benzeri diğer organları var. Her bir organın gıdası farklı ve kendi cisindendir. Kalbin gıdası iman, irfan ve sevgidir. Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi, “İmandır o cevher ki, İlahi ne büyüktür! İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” Dolayısıyla Yüreğimizi; iman, irfan ve sevgi ile beslememiz hayati derecede önemlidir.
Aklın gıdası ilim, ruhun gıdası da manevi değerlerdir. Aklımızı ve ruhumuzu beslendikleri gıdalardan mahrum bırakırsak hayatı anlamlı kılmamız mümkün değildir. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşımla; nasıl ki, midemizin temel gıdası olan yeme ve içme ile ikna, inşa ve ihya ediyorsak, ayni şekilde; kalbimizi, iman, irfan ve sevgiyle, aklımızı, ilimle ve ruhumuzu da manevi değerlerle ikna, inşa ve ihya etmek durumundayız. O zaman insan olmanın gereğini yerine getirmiş oluruz.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.