2000’li yılların başında İstanbul’dan 270 hacı ile birlikte mukaddes beldeye yolculuğumuz başlamıştı. İstanbul havaalanından ihramlı olarak direk Mekke‘ye gideceğimiz için, üzerimizdeki sivil elbiseleri çıkarıp ihrama girmek üzere hacılarımızı havaalanının mescidine davet ettik. Herkese ayrı ayrı tarif ederek ihram giymenin şartlarından bahsettik. Üzerimizde iç ve dış hiçbir elbisenin kalmaması gerektiğini, sadece ihram olması gerektiğini hatırlattık.
Hacı efendilerden bir tanesi iç çamaşırını kesinlikle çıkartamayacağını ve çıkartmak istemediğini ısrarla söyledi. Bunun haccın çok önemli bir şartı olduğunu söylememize rağmen bir türlü ikna olmadı. Kafile başkanı olan Müftü Bey gelip bizzat onunla ilgilendi, uzun uzun anlattı, neticede epey bir müddet mücadeleden sonra, bizi de kan ter içinde bıraktıktan sonra dediğimizi yaptı.
Olur böyle şeyler
Böyle hareketli şekilde de olsa hamdolsun mukaddes yolculuğumuz başladı. Yol esnasında ve gittiğimiz duraklarda buna benzer şeyler yaşadık. Bunlardan en ilginci Arafat zamanı yaşandı. Hacılarımızdan bir tanesi; “Ben Arafat’a çıkmam orada çadırlarda kalınıyormuş, hasır üzerinde yatırılıyormuş, ben böceklerden çok korkuyorum, doktordan hasta raporu alırım yine de çıkmam” diye söyleniyordu. Belli ki psikolojik bazı durumları vardı.
Malum Hac Arafat demektir, bir şekilde onu da ikna etmemiz gerekiyordu. Arafat’a çıkmadan Hacı olunamayacağını, hasta da olsa, özürlü de olsa, sedye ile de olsa bir şekilde Arafat vakfesi yapılması gerektiğini uzun uzun anlattık. Çok direndi, çok inat etti, bizi de çok üzdü ama neticede bir şekilde onu da Arafat’a götürdük. Sağ olsun sonunda ikna oldu.
Arafat’tan Müzdelife’ye oradan Mina’ya şeytan taşlamaya geçtik. Şeytan taşlama esnasında şahit olduğum bir olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir hacımız şeytan taşlarken önce elindeki taşları attı, ondan sonra terliklerini fırlattı, sonra da şemsiyesini fırlattı. Hırsını alamayıp elindeki çantayı da fırlatınca sırtını sıvazladım ve “Hacım şeytana karşı öfken çok büyük anlıyorum ama şeytan burada değil bu bir sembol. Peygamberimizin yapmadığı şeyleri yapmayalım. Şeytan bize yanlış şeyler yaptırmasın” dedim.
Alayınız toplansın
Gecenin bir vaktinde otele geldik. Hakikaten kelimenin tam manasıyla haşat olmuştuk, bitmiştik yorgunluktan. Bir duş alıp hemen istirahate çekilmek istiyordum. Otelde hacılarımızdan çok takdir ettiğim ve hac vazifesini en güzel şekilde yapma gayretinde olan iki hacı efendi odama geldi. Gözlerimden nasıl uyku dökülüyor bilseniz. ”Hayırdır efendiler!” dedim; “Ne oldu?”
“Hocam hanımların özel halinde Kâbe’yi ziyaretleri yasak biliyorsunuz. Şu anda sen bizim hocamızsın, senden gizleyecek değiliz. Eğer hanımlarımız böyle bir hal yaşarsa biz bir hafta burada kalmak durumunda kalacağız. Eğer burada kalırsak benim çalıştığım yerde oranın müdürü dine karşı birisi olduğu için, ikimizin de işine son verir. Ne olursunuz ziyaret tavafını hanımı olan hacılarımıza bir an önce yaptırsanız” diye ricada bulundular.
“Allah kerimdir” dedim: “Yorgun da olsam sizlere bu görevi ifa ettirmeye gayret edeceğim. Benim pilim bitti ama ne yapalım yardımcı olacağız. Ne kadar eşi olan hacımız varsa alayınız otelin önünde toplanın. De haydi o zaman gidin haber verin. Oradan ziyaret tavafına gidelim, vazifemizi yapalım.” Bir müddet sonra otelin önünde buluştuk. Fakat orada da diğer görevli arkadaşla ufak bir çatışmamız oldu.
Ufak bir niza
Bizim kafile altı grup hacıdan müteşekkil, her grubun başında bir din görevlisi var. Üç hocamız daha önceden tecrübeli, üç hocamızın ise daha ilk gelişleri. Otelin önünde bizim gruptan tecrübeli bir hocamız kendi grubunu toplamış ziyaret tavafına gitmek üzere otobüs bekliyordu. Ben de kendisine sordum: “Seninle birlikte ilk defa gelen bir hoca efendiyi niçin yanına almadın?”
Pişkinliğe verdi; “Ben mecbur değilim, herkes kendi grubuna görevini yapsın” deyince, kafile başkanımızın; “Hep birlikte hareket etmeyenleri ikaz edin” dediğini ve mutlaka bu isteğe uymamız gerektiğini kendisine hatırlattım. Her tecrübeli hoca yanına ilk defa görevli gelmiş hocamızın grubu ile hareket edecek diye sözleşmiştik nitekim.
Kafile başkanı bu durumu öğrenirse onun açısından pek hoş olmayacaktı. Bunu anlayınca bütün kafile ile birlikte gitmeyi kabul etti. Olması gereken de buydu zaten. Herkes bireysel hareket ederse, bir düzen sağlamak mümkün olmazdı. Madem başımızda bir kafile başkanı var, onun direktiflerini dinlememiz gerekirdi. En başta biz hocalar uymalıyız ki hacılar da uysunlar.
Üçü beşi bırakın
O gün servisler çalışmadığı için Kâbe’ye gidebilmemiz içim özel otobüs tutmamız icap etti. Orada bulunan iki tane Sudanlı otobüsçüyle Kâbe’ye gitmek için pazarlık yapmaya başladık. Kişi başı on riyal istiyordu. Biz de; “Beşer riyal verelim” diyerek epey bir mücadeleden sonra adamları razı ettik. Tam otobüse bineceğimiz esnada, tek bir otobüs en arkaya gelmiş şoförü; ”2 riyal, 2 riyal” diye bağırıyor. Bak şunun yaptığına, burada yolcular biniyor, o da oradan bize duyurmaya çalışıyor.
Bunun üzerine bir kargaşa olmaya başladı. Hacılar; “Bak hocam iki riyal diyor” diyerek bana işaret ediyorlar. “Kardeşim adam olmuş pazarlığın üstüne su katmak için böyle yapıyor görmüyor musunuz? Hem sonra bize üç otobüs lazım, onun bir otobüsü işimizi görmez. Yarım saattir iki üç otobüsle pazarlık yapıyoruz, sizler de şahitsiniz. Şimdi bu adamlar da cayarsa otobüs bulamayız. Bırakın şimdi üçü beşi, haydi binin” diyerek onları otobüslere bindirdik.
Vakit dar, zaten otobüs bulmaydı, pazarlıktı derken epey vakit kaybetmiştik. Böyle bir zamanda, üçün beşin hesabı olmaz, olmamalı. Neyse hacıları zor bela otobüslere bindirdik ve Beytullah’a vardık. Ziyaret tavafımızı ve sa’yımızı yaparak hacılarımızı otele yolcu ettik. Bu arada bana emanet edilen ayağında fil hastalığı olan bir hacımızın koluna girip tavaf ve sa’y yaptırdık.
Ensemde bir el
Daha sonra bir taksiye binerek otelimize yorgun bir vaziyette geldik. Otelin lobisinden asansöre doğru ilerlerken enseme bir el değdi. Geriye dönüp baktığımda 70- 80 yaşlarında uzun boylu bir hacımız kolunda da bir hacı hanımla bana bir şeyler demek istiyor. “Buyur hacım bir şey mi diyecektin?” diye gayet nazik bir ses tonuyla hitap ettim.
Bu hacı efendi çok kaba bir el hareketiyle; “Hoca bizi Araplara düdüklettin” deyince ben de; “Hacım! Etme eyleme, o nasıl söz öyle? Evvela yanınızda bir hacı hanım var, o el hareketi sana yakışıyor mu?” dedim. Hacı efendi: “O hanım benim eşim, onun yanında istediğimi yapabilirim. İkincisi iki riyallik yere beş riyal vererek Araplara para kazandırdın. O üç riyali hocalarla mı paylaştın?” demesin mi?
Vay vay vay şok oldum, meğer içinde ne yılanlar ne çıyanlar geziyormuş. “Allah’ınızı severseniz burası neresi? Vahyin kalbi Mekke. Biz ne için geldik? Hac vazifemizi yapmak için geldik. Böyle bir yerde hocalar için nasıl böyle bir şey düşünebilirsiniz? Toplanan paralar gözünüzün önünde şoföre takdim edildi. Allah iftiradan korusun” diyerek tepki gösterdim.
“Sen beni tanımıyorsun, ben emekli emniyet müdürüyüm. Benim karşımda böyle serbest konuşamazsın” gibisinden çıkışlarla sözü uzatmaya çalıştı. “Ben de seni Allah’a havale ediyorum, burası makam mevki yeri değil Allah a ibadet yeri” dedim ve asansöre doğru ilerledim. O esnada sin kaflı bana öyle bir küfür savurdu ki bütün hacılar yuh çektiler. Beni tahrik etmek için elinden ne geliyorsa yapmanın gayreti içerisindeydi.
Son olarak sadece şunu dedim: “Ben şeytanı taşlayıp geldim. Allah Teâlâ hepimizi onun şerrinden muhafaza eylesin.” Asansöre binip odama çıktım. Çok üzülmüştüm, çok yorgun olmama rağmen bir duş aldım ve yattım. Uyku tutmayınca kalkıp iki rekât namaz kılarak Rabbime sığındım.
Sonradan öğrendim ki o bana hakaret eden adam her yerde; “Ben bu hocayı Türkiye’de Diyanet’e şikâyet edeceğim” diyormuş. Bana en büyük cezayı aldıracağını söylüyor; “O beni tanıyacak” diyerek etrafındaki hacılara sürekli kendinin ne kadar kuvvetli birisi olduğunu göstermeye çalışıyormuş. “Etsin bağalım, onun bir hesabı varsa, Mevla’nın da bir hesabı var” dedik ve işimize baktık.
Şikayet etti
Acısıyla tatlısıyla hac vazifemiz bitti, dönüş uçağına binmek üzere hareket edeceğimiz sırada onun grubundan üç hacı bana gelerek; “Hocam bu adam seni mutlaka Türkiye’de şikâyet edecek. Biz o gün senin yanındaydık, olaya şahidiz, sen mağdursun. Biz telefonlarımızı sana verelim herhangi bir şikâyet anında senin yanında olalım.” Ben de; “Hacı abilerim Allah sizlerden razı olsun. Demek Allah için şahitlik etmek istiyorsunuz, ne mutlu sizlere” dedim.
Neticede hacdan bir ay sonra müftülükten bir telefon geldi. “Hocam hakkınızda şikâyet var, lütfen ifade vermek üzere üç şahitle birlikte müftülüğümüze gelin” dediler. Ben de; “270 tane hacı listesi elimde telefon numaraları da mevcut dilediğinizi çağırın” dedim. “Yok üç tane yeter” dediler. Hasılı kelam müftülüğe iki arabayla sekiz şahit geldi ve ifade verdiler.
O hacı efendiden de kendi şahidini getirmesini istemişler. O da bir şahitle gelmiş. Görevli o şahide; “Allah için doğru söyleyeceğine yemin eder misin?” deyince şahit olan hacı efendi; “Ben mukaddes beldeden geldim, hacı oldum, yalan söyleyemem. Osman Hocam her sözünde haklı. Bu her türlü çirkefliği yapmasına rağmen Osman Hocam buna karşılık vermedi” diye ifade vermiş. Neticede niyeti kötü olanlar eli boş olarak döndü. Fesatlığı yanına kar kaldı.
Ne demişler efendim: “Her hacca giden hacı olmaz hacetmekle/ Merkep derviş olurdu tekkeye odun çekmekle.” Bunu sakın yanlış anlamayın, bu karalamak için söylenen bir söz değil. Kimin hacının kabul olup olmadığını tabi ki Allah bilir. Her hacca gidenin şuurlu olmadığını ifade etmek istemiş şair. Eskiler temsilde hata olmaz derler.
Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.