Bendeniz Rüstem Kılıç. Giresun ili Güce ilçesi İlit Köyü’nde 1957 yılının son aylarında dünyaya geldim. Annem ümmi, iyi bir hatun olan Aslı hanım. Babam ise okumayı yazmayı sonradan öğrenen Mustafa Efendi’dir. Köyümüz sahile yaklaşık 20 km olan 550 metre yükseklikte şirin bir köydür. Aynı zamanda tarihi bir köydür.
Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri 1461’de Trabzon’u fethetmeye sefer açtığında bizim köy o tarihte Rumlarda imiş. Köyümüzde üç tane kilise kalıntısı var. Fatih Sultan Mehmet geçtikten sonra köydeki Rumlar mübadele ile değiştirilmiş ve köye Sipahi askerler eşliğinde Müslümanlar yerleştirilmiş. Çok eski tarihî bir köy; hatta ismi de hala İlit olarak devam ediyor, hiç değiştirilmemiş o günden beri.
İlk aklıma gelen
Üç yaşından sonrasını yaklaşık olarak hatırlıyorum. Köye jandarma gelmişti. Ben de mahallede oynuyordum. “Muhtarın evini biliyor musun?” dedi bana, ben de; “Evet biliyorum” dedim beni kucağına aldı. O günlerden ilk aklıma geleninin bu olmasına bakılırsa demek ki jandarmalar hafızamızda iyi yer etmiş.
Tabi büyüklerimiz jandarmalarla ilgili bazı şeyler anlatırlardı, onlar da bizi etkilemiştir haliyle. Tek parti dönemi adeta bir baskı rejimiymiş. Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeyi, sureleri öğrenmeyi adeta memleketten kazıyıp atmak için korku salarlarmış. Güce’de jandarma karakolu varmış. Büyüklerden duyduğumuza göre iki tane jandarma köye geldi mi Kur’an okutan hocaya gözdağı verip; “Bir daha yaparsan şöyle yaparız, böyle ederiz” diye korkutup giderlermiş.
Onun için Kur’an-ı Kerim, elifba, namaz suresi öğreten kişiler ya ormanda, ya ahırda, ya tarlada, ya da dışarda bir yerlerde, onların göremeyeceği yerlerde ancak çocuklara ders verebiliyorlarmış. Fakat köyde babamın akrabası olan Mehmet Kılıç isminde yaşlı bir amca vardı, kendisi molla idi, köyün çocuklarına Kur’an-ı Kerim, elifba ve namaz surelerini evinde öğretirmiş.
Dedem Hacı Hasan Efendi, Espiye’de bir Cuma namazı kılmak için girdiği camide genç, dinamik bir hocaefendinin vaaz verdiğini görmüş ve çok beğenmiş. Namaz çıkışı kendisi ile görüşmüş, kendisine; “Evladım seni bizim köye götürsek, sana arazi versek, geçimini temin etsek, ev yapsak, evlendirsek, bizim de çocuklarımızı okutur musun?” diye teklifte bulunmuş.
Genç hoca Espiye’de Allah dostu Veziroğlu Hacı Hasan Efendi’nin halifesiymiş. Bu yüzden; “Teklifinizi değerlendiriyorum ancak şeyhimle istişare yapmam lazım, müsaade ederse tabii ki olabilir” demiş. Dedemle beraber zata gidip onu ikna etmişler, o da müsaade etmiş. O şekilde genç vaiz bizim köyümüze çocukları okutmak üzere gelip yerleşmiş.
Köylü ona ev yapmışlar, imece usulü ile tarlasını ekip biçmişler. Bilmiyorum ayrıca maaş gibi bir para da veriyorlar mıydı? O da köyümüzdeki çocuklara, gençlere dinimizi, diyanetimizi gayet güzel öğretmiş. Aynı zamanda tarikatı, tasavvufu da öğretmiş. Dolayısı ile bizim köyümüz çevre köylere göre eğitim açısından çok çok öndeydi. Hem dini eğitim, hem de ilkokul eğitimi olarak öndeydi.
Yani bu Velioğlu Hacı Mehmet Efendi’nin yardımcı olması ile köyümüzün babam yaşındaki gençleri gayet güzel dini bilgileri öğrenmişler. İmamlık yapabilecek hatta cenazeyi yıkayabilecek, sohbet edebilecek kadar kendilerini yetiştirmişler. O dönemin baskısına rağmen bilgi sahibi olmuşlar. Allah cümlesinden razı olsun. Ölenlere rahmet eylesin. Yaşayanlara da hayırlı uzun ömürler versin.
İlk eğitimim
Benim eğitim hayatıma gelince şunları söyleyebilirim. İlkokuldan önce İbrahim Sarı merhumdan elifba dersleri aldım. Kur’an-ı Kerim’e geçtikten sonra bizim köyde muhtarlık yapmış babamın halasının kocası Hacı Mustafa Efendi’den Kur’an-ı Kerim ve namaz surelerini öğrenme fırsatı buldum.
Yedi yaşımda 1964’te köyümüzde ilkokula başladım. İlkokulumuz 1952’de yapılmış çevre köylerden de öğrencilerin geldiği iki sınıfı olan bir okuldu. Birler bir sınıfta okurdu, üçler, dörtler, beşler diğer sınıfta ders görürlerdi.
Dedem merhum Hacı Şevket Efendi, Rüştiye mezunuymuş. Tam böyle Osmanlı’nın son dönemlerinde karşı köyde Rüştiye okumuş. Aynı zamanda muhtarlık yapmış, köyün ağası olan birisi… Babaannem onun okuduğu Ahmediye’den manileri ezberlerdi. Ben çocukken okurdu bana… Babaannem merhum Ayşe Hanım, çok bilgili, görgülü bir hanımdı.
Öyle bir ezan okumuş ki
İlit Köyü’ne 30 km uzaktaki başka bir köyden gelip yaklaşık olarak 180 yıl önce oraya yerleşmişiz. O da şöyle olmuş: Büyük büyük büyük dedemiz Gedik Sofi Efendi’nin çok küçükbaş hayvanı varmış. Kendisi de okuma yanlısı birisiymiş. Oğlunu Amasya’da medreseye göndermiş. Büyük büyük dedem orada medrese bitirmiş. Dedemiz okumuş. Çantasını alıp yürüyerek sahilden gelip bizim köyün içinden geçerken akşama kalmış ve çat kapı bir evin kapısını çalarak, akşam namazı civarı; “Ben Mevla’nın misafiri Osman” demiş. Adam kapıyı açıp buyur etmiş.
İyice tanıştıktan ve namazları kıldıktan sonra yatmışlar. Sabahleyin Osman dediğimiz bu genç insan, kapıdaki elma ya da armut ağacına çıkarak çok yakıcı, deruni, güzel bir ezan okumuş. Çok davudî bir sesi varmış. Sabah ezanı makamına da uygun okuyormuş. Adam bu ezanı duyup uyanınca ağlamaya başlamış. Adamın çok gayrimenkulü varmış, erkek çocuğu da yokmuş. Evlenme yaşında iki tane kızı varmış. Demiş ki; “Evladım seni Allah mı gönderdi? Ne olur sen bu kızlardan hangisini beğenirsen sana nikâh kıyalım, sen de benim evladım ol.”
Hulasa büyük büyük dedemden Hacı Osman Efendi’den bahsetmiş oldum. Çok uzatmadan şu şekilde bağlamak istiyorum. Gel zaman git zaman, nasip olmuş dedemiz, bu zengin ve erkek evladı olmayan adamın iki kızından birisi ile nikâhlanıp adama iç güveysi olarak köye yerleşmiş. Sonra Haccın kendisine farz olduğunu düşünmüş ve o günün şartlarında altı ay gidiş altı ay geliş Hac vazifesini yapmış. Ondan sonra sülaleye “Hacıgiller” denmeye başlamış.
Hacı Osman Efendi dedem dört tane erkek evlat sahibi olmuş. Kızlarından çok haberim yok. Bu söylediklerimi bana anlatan babamın öz halası rahmetli Reşide Hala idi. Büyük oğlu Hacı Hasan Efendi’yi İstanbul’a Darülfünun okumak üzere gönderip orada okumasını sağlamış. Diplomasını ya da icazetini aldıktan sonra o günkü Kırım diye anılan Osmanlı toprağına bağlı Bahçesaray iline müderris olarak tayin olmuş. Hasan dedemiz Kırım’da 1918 Stalin İhtilali’ne kadar görev yapmış ancak ihtilal esnasında bırakıp kaçmak zorunda kalmış. Gemiyle Trabzon’a oradan da bir şekilde köyüne gelebilmiş.
Kazandığı altınlarının büyük kısmını köyde yaşayan kardeşlerine bırakıyormuş. Onlar da köydeki güzel yerleri satın alarak arazilerini genişletmeye devam etmişler. Ezcümle dedemin babası olan Hasan Efendi köye döndükten sonra biraz rahatsızlanmış, rahatsızlığı artmış ve elli yedi yaşında rahmetli olmuş. Allah mekânını cennet eylesin.
Not: Rüstem Kılıç Hocamızı anlatan Diyanet Tv programını izlemek için buyurunuz.
Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.