Karpuz işine girdim…

30 yıl felçli yaşamış, 35 ameliyat geçirmiş merhum yazarımız Rüstem Kılıç Hoca’nın vefat etmeden kısa bir müddet önce bize teslim ettiği yazılarını yayınlamaya devam ediyoruz. İşte merhum Hocamızın ibretlerle dolu hayatı…

Askeri öğretmenliğe başladığımda önceleri evimi taşımak istememiştim. Fakat kendim yemek yapamıyordum. Onun için de şehirde bir esnaf lokantası ile anlaştım öğle ve akşam yemeklerimi orada yiyordum. Namazlarımı Murat Bey Camii’nde kılıyordum. Cami imamı Ahmet Hoca ile tanıştık Hocaefendi Trabzonluydu, çok çalışkan, cemaatle ve çocuklarla çok ilgili idi ve kendisiyle çok iyi bir dost ve arkadaş olmuştuk.

Bir gün Hocaefendi ile konuşurken; “Hocam bekâr yaşamak kolay değil. İstersen sana buradan kiralık bir ev bulalım, yaz tatilinde çocuklarını Ankara’dan al getir. Hem onlar da gezmiş olurlar. Ben de size yatak ve mutfak eşyalarınızı kendim temin ederim” dedi. Hafta sonları Ankara’ya gidişgelişin masraflı ve yorgunluktan başka bir iş olmadığı düşünüldüğünde, ayrıca çocuklarımla sürekli birbirimizi özlememiz dikkate alındığında, Ahmet Hoca sayesinde çok iyi bir iş yapmış olduk.

 Çocuklarımın iki tanesi Ankara’da okula gidiyorlardı. Fakat mazeretimi belirterek çocukları 20 gün önce okuldan aldım ve Torbalı’ya getirdim. Kiraladığımız eve yerleştikten sonra, çocuklar çevreyi çok sevmişti. İmam Hatip’teki öğrencilerim çocuklarımın geldiğini öğrenince benden çok rica ettiler; “Ne olur hocam getir de, biz de tanıyalım” dediler. Çocukları okula götürdüm çok sevdiler. Özellikle kız öğrenciler yere göğe sığdıramıyorlar, adeta paylaşamıyorlardı. Kimisi “adın ne?” diye sorular sorup, tanımaya çalışıyor, kimisi de ellerinden tutup kantine götürerek istediği çikolatayı alıp hediye ediyordu.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Deri toplardık

92 yılında okullar yaz tatiline girince, kurban bayramı başlamıştı. Okulun yatılı öğrencilerinin kalabileceği bir yurt binasına ihtiyacı vardı. Kendi kurbanımı ve bazı dostlarımın ricasını kıramayıp, onların da kurbanını kestikten sonra, okulun yurt binasında kullanılmak üzere, benim de bir katkım olsun diye arkadaşlarla ekip kurduk, araba kiralayarak, kurban derisi toplamaya başladık. Gerçekten vatandaşın da hoşuna gitmişti. Hem arkadaşlar arabayla toplayıp, getiriyorlar hem de duyan vatandaşlar okulun kapısına getirip, derileri bize teslim ediyorlardı. Deriler kokmasın diye güzelce tuzlayıp, okulun kömürlüğünde biriktiriyorduk.

O yıllarda devletin bütçesi ve gücü her okula öğrenci yurdu yaptırmak için yeterli olmadığından, bu tip işleri iş adamları, cami cemaati ya da bizim yaptığımız gibi kurban derisi toplayarak biriktirilen paralarla yurt yaptırmak ancak mümkün olabiliyordu. Kurban bayramı bitti fakat ben boş durmayı sevmeyen birisiyim, Ahmet Hoca’ya gittim durumu anlattım: “Hocam yardımcı ol da şuracıkta bir yerde karpuz alıp satayım” dedim.

Ahmet Hoca’nın cami girişinin karşısında, zaten bu işi yapan birçok insan vardı. Ahmet Hoca bir yer ayarladı, ben de hemen karpuz tedarik etmek için kolları sıvadım. Sürekli karpuz işiyle uğraşan kamyonet şoförü bulduk. Şoför, Ödemiş tarafında bir köyü bildiğini, oradan anlaşarak tarladan karpuzu satın alıp, kamyonetle buraya getirebileceğimizi söyledi. Beni Boynuyoğun Köyü diye bilinen bir köye götürdü.

İyi bir tarla bulduk sahibi ile fiyatta anlaştık. Tarladan seçmece aldığımız karpuzları, işçiler yardımıyla kamyonete yükledik ve ilçe çıkışında kantarda tarttıktan sonra, sahibine parasını verip, Torbalı’ya getirdik. Karpuzu getirip tezgâhımıza boşalttık. Taze taze müşterimize sunmaya başladık, gayet memnunlardı. Satışlar da iyi gidiyordu. Akşam olunca üzerini branda ile kapatıyorduk. Ahmet Hoca zaten caminin lojmanında ikamet ettiği için göz kulak oluyordu. Ben olmadığım zamanlar Ahmet Hoca tezgâhta duruyor, o da olmazsa tanıdık birisini bırakıyordu. İşler böylece kendiliğinden yürüyordu.

Ahmet Hoca’yı da bu işe alıştırmış ve kendime ortak yapmıştım. Kazancımızı kardeşçe paylaşıyorduk. Çocuklarımız karpuz yiyordu, parası olmayan vatandaşlara ve yanımıza gelen dostlarımıza da ikram ediyorduk. Böylece hayat akıp devam edip gidiyordu.

Karpuz götürdüm

Yine bir seferinde bir gün önce anlaşıp, kiraladığım uzun bir kamyonla sabah erkenden Torbalı’dan yola çıkıp, karpuz yükleme ve boşaltma işini çok iyi bilen, Roman vatandaşların yaşadığı bir beldeden beş kişilik bir ekip kamyona alarak, yolumuza devam ettik. Ödemiş’te karpuz tarlalarını gezdik ve çok iyi bir tarladan anlaşarak karpuzları kamyona yüklemeye başladık. Karpuzların ezilmemesi için beş balya kuru saman satın aldım. Kasanın dibine serdik ve düzgün bir şekilde karpuzları yüklemeye başladık.

Tarladan karpuzlar kopartılırken, saplarının üzerinde olup olmadığına dikkat etmek gerekir. Şayet saplar üzerinde kopartılırsa karpuzun ömrü daha uzun olur, sap olmayan karpuzların ömrü daha kısadır. Müşteriler de karpuzu satın alırken saplarına bakarak şayet yeşil ise taze olduğunu, kurumuşsa daha önce kopartılmış ve bayat olduğunu anlayabilirler. Genellikle karpuzların büyük boylarını seçerek aldık ve kamyonu ağzına kadar doldurup, yükleme işini tamamladık. Kamyonu kantara çekerek tarttık ve yaklaşık 14 ton civarında karpuz vardı. 

Ben şoföre adresi verdim ve pazartesi günü, geceden Espiye semt pazarında hazır olması gerektiğini tembih ederek, otobüse atlayıp Espiye’ye hareket ettim. Şoför kararlaştırdığımız zaman da Espiye pazarına ulaşmıştı. Sabah erkenden kamyonumuzu pazarın güzel bir yerine konuşlandırdık ve kamyondan bir ton civarında karpuzu yere indirerek perakende satmaya başladım. O gün pazarda müşteri azdı, akşama kadar 450 kg karpuz satabilmiştim. Bu şekilde satışa devam edersen kamyondaki karpuzların tamamını ancak bir ayda bitirebilirdim.

Stratejik yanlışlar

Bazı stratejik yanlışlar yaptığımın farkına vardım. Birincisi karpuzu götürdüğüm tarihlerde Karadeniz halkı genellikle yaylada olur. Adana karpuzunun ince kabuklu ve kırmızı olmasına karşılık, Ödemiş karpuzu daha kalın kabuklu ve içi de çok kırmızı değil, biraz pembemsi olur. Vatandaş karpuzu satın alırken kestirerek alıyor, kabuğunun kalın ve içinin de pembemsi olduğunu görünce satın almaya pek yanaşmıyordu. Ancak ne yapıp edip bir yolunu bularak kamyondaki karpuzları bir an önce satıp, elimden çıkarmalıydım. Yoksa kamyon şoförü her gün için ayrıca ücret talep ediyordu.

Hanım’ın dayısı rahmetli Hüseyin dayının Espiye merkezinde bir marketi vardı, karpuz da satıyordu. Bana bir teklifte bulunarak şayet elindeki çaylarla takas edersek, karpuzun birkaç tonunu satın alabileceğini söyledi. Hüseyin dayı ile anlaşıp alışverişimizi yaptık. Fakat kamyonda halen on tondan fazla karpuz vardı. Karpuzları tekrar geri götüremezdim ya… İnsanların kalabalık olduğu yaylaya çıkarmak içinde yollar ve karpuzu yüklediğim kamyon müsait değildi.

Tanıdığım arkadaşlarla birlikte kayınbiraderim Hasan Ali Hoca’nın evinde toplanarak konuyu bir istişare ettik. Benim de yakın arkadaşım ve tanıdığım olan bir dostumuzun boş bir dükkânı olduğu ve karpuzları oraya indirerek satabileceğimiz söylendi. Dükkânı kiralayıp karpuzları oraya indirsem bile benim başında bekleyerek, günlerce karpuzu satmam mümkün değildi. Çünkü İzmir Torbalı’da karpuz tezgâhımız vardı. Orada da karpuz satıyordum, ben işin başında olmalıydım.

İstanbul’da öğretmen olan kayınbiraderim Hasan Ali Hoca’da kendi memleketi Espiye’ye yaz tatilini geçirmek için gelmişti. Kendisine rica ettim “Hocam, acaba siz bu karpuzları dükkânda oturup satabilir misiniz?” dedim. “Ben bu işlerden fazla anlamam, fakat senin için mecburen yaparım” dedi. Beni kıramayacağını biliyordum. Dükkânı kiraladık, düzenledik ve karpuzları indirdik. Pazar araştırması yapmadan, elindeki malın satılamayacağını bizzat yaşayıp, tecrübe ederek öğrenmiş oldum.

Ne olacak bu çaylar?

Elimde Hüseyin dayıdan karpuz karşılığı takas ederek aldığım çaylar vardı. Fakat onları nasıl götüreceğimi düşünürken araştırdım ve Espiye’de çay fabrikası olduğunu öğrendim. Fabrikada üretilen çayların çok kaliteli ve aranan ürünler olduğunu arkadaşlarımdan öğrendim ve bir ton çay satın almak üzere anlaştık. 10 km ileride benim de ilçem olan Tirebolu’da, Çaykur tarafından üretilen 42 nolu çay Türkiye çapında aranan çayların başında gelir. Toprak yapısı ya da ikliminden olsa gerek, bizim yörenin çayları gerçekten kaliteli ve güzel oluyor.

Çayları satın almıştım, fakat İzmir’e nasıl götürecektim. Karpuz getirdiğim kamyonun şoförü ile görüşüp “Kardeşim görüyorsun, durumlar ortada benim çaylarımı da belli bir ücretle İzmir’e götürebilir misin?” diye sordum. Kamyon şoförü; “Hocam, sadece sizin çaylarınızı götürmem olmaz. Benim Giresun kâğıt fabrikasına uğrayıp yük varsa alarak İzmir’e götürmem gerekiyor. Sizin çayınızı da yükümün bir tarafına yükleyerek getirebilirim” dedi.

Kayınbiraderimle karpuzları hayırlısıyla satıp bitirmesini dileyerek vedalaştım ve çayları kamyona koyup yük bulabilmek için Giresun’a doğru yola çıktık. Giresun’da ambarlarda yük olmadığını gördük. Şoför bey bana; “Hocam, benim uşaktan işlenmemiş ham deri alarak İzmir’e fabrikaya götürmem gerekiyor. Ancak derinin kokusu sizin çayınıza bulaşır” dedi.  Derinin pis kokusu gerçekten çaya bulaşırsa o malı hiçbir müşteriye satamayacağımı biliyordum. Bunu kabul edemezdim, yükümü Giresun’da indirdim, şoför beyle vedalaşıp, helalleştik ve ayrıldık.

Bir kargo şirketi bulup çayları teslim ettim ve verdiğim adrese getirmelerini söyledim. Ben de otobüse binerek tekrar Torbalı’ya geri döndüm. Ben önce varmıştım, bekledim sonra kargo yükü getirip teslim etti. Bir arkadaşımın boş olan deposunun köşesine yükü koyarak, nasıl pazarlayıp satabileceğimin telaşına ve araştırmasına başladım.

Yanıma bir koli çay alarak, öncelikle Torbalı’daki çay ocakları ve kafeleri tek tek dolaşıp malımı pazarlayıp satmaya başladım. Kutuyu açarak bir miktar demlemeleri için çay bırakıyordum. Sonra da beğenip, beğenmediklerini öğrenmek için tekrar geleceğimi söyleyerek ayrılıyordum. Çevre köyleri de bu şekilde dolaşıp, tanıtımı bitirdikten sonra tekrar geri dönüp sipariş almaya başladım. Çayları çok beğenmişlerdi. Siparişleri aldım ve on gün içinde satıp bitirdim.

Götürdüğüm karpuzların bir kısmı satılamamış ve çürüyerek telef olmuştu. 2 milyon TL zarar etmiştim. Fakat çaylardan 3 milyon TL kar ederek zararımızı bir şekilde telafi etmiş oldum ve ortağım Ahmet Hoca’ya da kendimi bir şekilde affettirmiş oldum. Ahmet Hoca ile birlikte sattığımız karpuzlar bittikçe, gidip tekrar kamyonetle yenisini alıp, getirip boşaltıyorduk ve dönüşümlü olarak tezgâhımızı açık tutarak satışımıza devam ediyorduk.

Okullar tatil olduğu için camilerde, öğrencilerin Kur’an-ı Kerim ve namaz surelerini öğrenmeleri için dersler başlamıştı. Murat Bey Cami’ndeki erkek öğrencileri Ahmet Hoca’yla dönüşümlü olarak biz okutuyorduk fakat kız öğrencileri okutmak için bayan öğretici bulunamamıştı. Benim eşim bu işleri bildiği için kabul etti ve kendisi okutmaya başladı.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Dişçi Mehmet Efendi’nin zikri…

Allah dostlarını sevmek ne büyük kazanç, öyle değil mi kardeşlerim. Bu, insana Allah’ın bir lütfu, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.