Altın ekinler ekmeye geldik…

Selçuk Üniversitesi Kampüs Camii’nde imam hatip olduğum yıllarda müftülük görevim çıkmıştı ama rahmetli babam rıza göstermediği için gitmemiştim. Camide o kadar güzel bir cemaatimiz vardı ki ben de onları bırakmak istememiştim doğrusu. Çünkü o yıllarda bir üniversite kampüsünde, on binleri vaaz ve namazda birleştiren böyle bir cami herhalde pek fazla yoktu.

Camimizin sadece içerisi yedi bin kişi alıyordu. Cumalarda ise cemaat dolup taşıyor, dışarılara sergiler seriliyor ve adeta coşkulu bir bayram havasında Cuma namazları eda ediliyordu. Öğrencilerin yanı sıra Profesörler, doçentler, hocalar, çalışanlar, bazen rektör, vali, kaymakam da gelirdi. Onlarla da zaman zaman tanıştığımız, sohbet ettiğimiz olurdu.

Gençlerin bereketi

Cemaatimiz gençlerden oluştuğu için vaaz ve hutbelerde genellikle “genç kardeşlerim”, “sevgili gençler” gibi ifadeleri tercih ederdim. Hatta bir ara Vali Bey; “Hocam hep ‘genç kardeşlerim’ diye hitap ediyorsun. Bir kere de vali bey demedin” diye takılmıştı. Bu hitap meselesi çok önemlidir, gönüllere girerken kapıyı çalmak gibidir.

Cenab-ı Allah gençlerin olduğu cemaate sanki ayrı bir şekilde tecelli ediyor. Öylesine içten dinlerlerdi ki hayret edilirdi. Gençlerin melekleri imrendiren o halleri içimizi nasıl da ısıtırdı. Hele hutbeler, biz de heyecanlı çağımızda olduğumuzdan, bir komutanın orduya hitabı gibi zuhur ederdi. Gençler neredeyse; “Hocam haydi cihada desen, ardından koşarız” diyecek gibi olurlardı.  

O yıllarda şimdiki gibi whatsaptan atma yoktu, gençler beğendikleri hutbeleri ister, fotokopi ile çoğaltarak arkadaşlarına dağıtırlardı. Biz de; “Verelim ama çoğu irticali oluyor, buraya bağlı kalmıyorum” derdik. O yıllardaki heyecan, istek, ilgi bambaşkaydı. Dini baskılar çok olduğu için, insanlar bu güzel ortamların kıymetini daha iyi bilirlerdi.

Burada yeri gelmişken söyleyeyim, bizim hutbe vaazlara ilgi olmasının bir nedeni de irticali olarak konuşmayı yapmamızdı. Zira vaaz ve sohbetlerde kâğıda bağlı kalmak, cemaatle irtibatı kesen bir durumdur. Vaiz veya hatip cemaati gözü ile takip edecek ve hatta minber camiyi bölüyor ise hatip arkasına da zaman zaman bakacak ki etkili bir hitap olsun. Bunun için de konuyu iyi hazırlanıp çalışmak gerekiyordu ki fakir her zaman hazırlık yapardım.

Daha sonra bu hutbeleri genişleterek kitap haline getirdim ve esnaf bir abimin gayretiyle “Müslüman Gencin El Rehberi” adıyla 10 bin adet bastırdık. Kitapçılar, kitap işlerinden anlayanlar ve bunun gibi bazı kimseler; “Bu kadar basılır mı hocam” derlerken kitap iki ayda bitti. Tekrar ve tekrar bastık. Gençler ve halkımız çok rağbet etti. Sonra 2. ve 3. Ciltler de çıktı. Ardından bir şiir bir de gençler için roman kitabım çıktı.

Altın ekinler

Kampüs Camii’nde gençlerle iç içeydik, heyecanlı, hareketli günler yaşıyorduk. Ama ne yazık ki 28 Şubat bizi ayırdı. 1997 yılında Toptancılar Camii imam hatipliğine atandım. 2003 yılında oradan da ayrıldım ve Altınekin ilçe vaizi olarak atandım. Altınekin geniş arazileri ve çoğunlukla derin kuyuları olan zengin bir ilçeydi. Artık Allah Teâlâ’nın izniyle altın ekinler ekme vaktiydi.

Görevime başladıktan sonra etrafı gözlemledim. Maalesef her yerde olduğu gibi ibadet hayatı çok az ve sadece yaşlılarla devam ediyordu. Önce cemaati tanımaya çalıştım. Müftü Bey ve görevli arkadaşlarla tanıştım ve gerçekten samimiyetlerine hayran kaldım. Bu, hizmet için çok önemliydi. Yöneticilerle uyum olmazsa hizmet etmek gerçekten zor olur çünkü.

Ortaokul ve lise yıllarından itibaren, gençlik teşkilatlarında yer almam dolayısıyla aktif bir yapımız vardı. Topluma nasıl hizmet edilir sorusunu hep kendi kendime sorardım. İlk vaazlarımda daha çok cemaat profilini anlamaya çalıştım. Başarının hangi noktalardan ortaya çıkabileceğini tahmin ederek, çalışmalara başlamam gerektiğini düşünüyordum. 

Gönüller yapmaya

Daha önceki görevlerimdeki tecrübelerin de bir neticesi olarak bu yeni vazifemize göre bir usul ortaya çıktı hamdolsun. Kırıcı değil ama gönül alıcı, heyecanlı ve özellikle yön verici bir dille anlatmaya başladım. Hani; “Dost’un evi gönüllerdir,/ Gönüller yapmaya geldim” diyor ya bizim Yunus’umuz. Tabi  ki en baştaki parolamız; “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Buhari, 3, 72) nebevî buyruğuydu.

Devletin bir memuruyuz tabi ki görevimizi yapacağız ama asıl görevimiz de gönül yapmak olmalıdır. Altın ekinler ancak o zaman yeşerecek ve başağa duracaktır. İşte bunu orada apaçık gördük. Böyle bir sonuç, civardaki insanlara anlatılsa asla inanmazlardı. Zaten bizim tayinle birlikte pek çok kişi böyle düşünüyordu. Yani; “oradan bir şey çıkmaz” diyenler oluyordu.

Şükürler olsun ki onların dediği gibi olmadı, her hafta cemaat artmaya başladı. Bir kazancımız da merkezi sistemden köylere kadar vaazımızın ulaşmasıydı. İnsanlar oralardan da gelmeye başladılar. Günler sonra camilerde herkesin içeriye girip dinlediklerini ve ses cihazına artık “teneke” demediklerini işittik. Bu bize ayrı bir sevinç kaynağı oldu Elhamdülillah.

Bizim Anadolu’nun halkı çok saf ve temizdir, mert konuştuğunuz zaman hoşlarına gider. Kendilerine; “Topraklarınız çok verimli ama sizler çorak kalmışsınız” dediğim zaman “doğru” diyorlardı. Hâlbuki Konya’ya yakın ve ana yol üzerinde kolay bir mekân idi. Demek ki bizler de küçük yerleri ihmal ediyoruz, planlama yaparken. Ama hamdolsun canlanma başlamıştı bir kere ve hızla devam ediyordu.

Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.